AKP iktidarı kutudan çıkarılmış bir tavşandı. Art arda gelen banka çöküşlerinin hesap edilmemiş, ülke ve bölge tarihini etkileyen sonucuydu. Hikâyenin bu kısmı bilindik. Hatta biraz daha ilerisi. İyi bir ortağı vardı. Gülen Cemaati, AKP’nin sahip olmadığı “okumuş ekip” gereksinimini karşılamış, ortaya Müslüman demokrat görünümlü bir parti çıkmıştı.
Özelliği devlet organlarından tamamen bağımsız bir ekip olmasıydı. İdari işler belediyeden gelen bölüm müdürleri ile kontrole alınmış gibi görünüyor, AB rüzgârları ve ‘van minüt’ün Arap rüzgârları yelkenleri şişirmiş, denk bütçe ile neredeyse AB’nin kapısından giriliyor.
Ortaklık güzel gidiyor derken, derin devlet unvanını kullanan grup, ortaklığa dâhil olmak için ilk hamlesini 2007’de Mehmet Ağar ile yapıyordu. ANAP’lı Erkan Mumcu ile birlikte, Cemaat’in yerini almak için parti birleştirme aşamasına kadar geliniyordu. Tepe noktasında, Ağar ve Mumcu birbirlerini Cemaat tuzağına düşmek, iş birliği yapmakla suçlayarak aniden vazgeçiyorlar. Gelişen olaylar -en azından benim için- “Biz salonda birleşme konuşmasını beklerken, Ağar Cemaati öven konuşmalar yapıyordu” diyen Mumcu’yu haklı çıkarır nitelikteydi.
MHP çizgisindeki Türkiye sağının/ulusalcıların AKP’ye müdahil olma çabasına, Cemaat; 2008’de Ergenekon, 2010’da Balyoz davaları ile karşılık verdi. Bu cevap ‘derin devlet’i gerilettiği kadar, Erdoğan’ı da korkuttu. Cemaat’in Erdoğan’a güvensizliği daha hızlı ve daha keskin adımlar atmasına neden olurken, Erdoğan da tutunacak dal olarak bağımsız görünen MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı seçti. Cemaat, MHP çizgisine verdiği cevabı, Hakan Fidan’ı tutuklayarak Erdoğan’a da vermeye kalksa da son anda engellendi ve bu kırılma noktası olarak tarihe geçti.
Cemaat seçmen nezdinde anahtar haline getirdiği Erdoğan’a sahip olamayacağını anladıktan sonra, 17/25 Aralık operasyonları ile anahtarı kullanılamaz hale getirmeye çalıştı. Birçok noktada Ağar ve ekibinin fiili desteği ile engellendi. Bu aynı zamanda Erdoğan’ın yeni konumunu da belirleyen dönüm noktasıydı. Bu yol ayrımı ile birlikte Erdoğan, Cemaat yerine, geleneksel Türkiye sağı ile yürümeyi tercih etti.
Erdoğan ve bakanları hakkında istihbarat toplanmaya başlanması ile bugünlerde adı çokça anılan SADAT’ın kurulma tarihleri de örtüşmektedir. TSK’yı ele geçirmiş olan Cemaat’e karşı, sivil bir ordu kurma fikrinin Erdoğan’ı aşan cüretinin temelinde Ağar ile simgeleşen grubun bulunması olasılığı yabana atılmamalıdır. Hele ki, ardında ne olduğu henüz netleşmemiş 15 Temmuz Darbe Girişimi’nde, SADAT’ın aldığı pozisyonu gösteren bunca belirti varken ve Soylu “Yarım kalan işlerini tamamlamaktan” bahsederken.
Cemaat kaybetti, MHP kazandı. Fakat bu grubun en önemli eksiği; Cemaat’in aksine, 1990’ların karanlık günlerinden gelen ve bilinen geçmişi, onları savunacak sivil oluşumların eksikliğiydi. Bunun bedelini, aniden ortaya çıkan Sedat Peker ile ödediler. Peker, kendi suçlarını anlatırken, Soylu ile temsil edilen galip grubun faaliyetlerini de birer birer ortaya dökmeye başladı. 17-25 Aralık’a benzer bir hareketti. Yeni bir grup, AKP’nin ikinci ortağını da sahadan çekmeye çalışıyordu. Yine tıpkı 17-25 Aralık sonucu gibi bunun da saygınlık sarsmaktan başka sonucu olmadı.
Seçim, Türkiye’nin son 40 yıllık geçmişinde yer alan tüm aktörlerin, yükünü taşıdığı çöküşün hesaplaşmasını yaşayacağımız bir meydan olacak. 1990 ve 2000 dönemi aktörleri, Cumhuriyet’e çok ağır zararlar verdi. Kemal Kılıçdaroğlu, SADAT baskını ile birlikte meydana giriş yaptı. Uzun ve sert bir mücadeleye hazır olmalıyız.
Yarın: 2023