"Salgın sürecinde psikolojik sağlımızı korumak ve kendimize iyi bakabilmek için yapılacakları rafine ana başlık altında topluyorum. Bunlar kendimize dönmek, birbirimize dönmek ve doğaya dönmek."
İnsanlık, tarihinin en büyük salgınlarından birisi olarak kayıtlara geçen Covid-19 pandemisiyle mücadeleye devam ediyor. Küresel salgın, tarihte ancak benzer kırılma anlarında görülen boyutlarda bir dönüşüm sürecini tetikledi ve aşının da artık devreye girdiği bu aşamada bir yandan salgın devam ederken, salgın sonrası dönem de konuşulmaya, tartışılmaya başlandı.DOKUZ8HABER'DEN GÜNDEM PANDEMİ CANLI YAYIN SERİSİ
dokuz8HABER olarak henüz daha salgın sürecinin içinde olunması nedeniyle tüm sonuçları görünür hale gelmemiş olan Covid-19 Koronavirüs salgınının, toplumların ve bireylerin yaşamında neleri değiştireceğini anlamaya yönelik yeni bir canlı yayın programı serisine başladık. dokuz8 Gündem Pandemi başlıklı bu programların ilki "Pandemi koşullarında toplumsal ve bireysel psikolojik sağlık ve öz bakım" başlığıyla Klinik Psikolog Doktor Serap Altekin’in konuk olduğu canlı yayın oldu.SERAP ALTEKİN'LE PANDEMİ KOŞULLARINDA PSİKOLOJİK SAĞLIK VE ÖZ BAKIM
Programda dokuz8HABER Genel Yayın Yönetmeni Gökhan Biçici’nin sorularını yanıtlayan Klinik Psikolog Dr.Serap Altekin, salgın sürecinin toplumda ve bireylerin psikolojik yaşamında yarattığı travmatik etkileri ve bu olumsuz etkilerle mücadelede yapılabilecekleri anlattı. Pandemi sürecinde insanların sadece fiziksel, fizyolojik değil psikolojik sağlıkları da olumsuz etkileniyor ve salgının kendisine karşı aşı bulunabilmiş olsa da salgın sürecinin yarattığı travmalara karşı kullanınca insanın kendisini güvende hissedebileceği bir aşı yok. İşte bu noktada Gökhan Biçici'nin salgın sürecinin olumsuz etkilerini azaltmak için neler yapılması gerektiği sorusuna yanıt veren Serap Altekin, "Son yıllarda katıldığım tüm mesleki eğitimler ve okuduğum kitaplar ve kendi hayat deneyimimi birleştirdiğimde bugün aslında kendimize iyi bakmak için, öz bakım için yapılacakları üç ana rafine başlıkta toplayabildiğimi fark ettim." diyerek bu üç başlığı "Kendimize dönmek, birbirimize dönmek, doğaya dönmek." olarak ifade eti."PANDEMİ YÜZ YILDA BİR İNSANLIĞI SINAYAN BİR DENEYİM ANCAK HAYATTA OLANLAR BU DENEYİME SAHİP DEĞİL"
Salgını "Yaklaşık olarak yüz yılda bir insanlığı sınayan bir travmatik deneyim" olarak nitelendiren Altekin, yaşayan kuşakların bu konuda bir deneyime sahip olmadığı gerçeğine "Şu anda biz hayatta olanlar ve hayatta olan atalarının repertuarında olan bir deneyim değil salgın hastalık. O sebeple bir kere referans alabileceğimiz her hangi bir deneyim olmaması insanlığı şu anda en çok zorlayan şeylerden bir tanesi." sözleriyle işaret etti.TRAVMA NEDİR, STRES NEDİR?
Programa travma ve stres kavramlarının tanımıyla başlayan Serap Altekin, psikoloji literatüründe travmatik olayların üç ana kategoride ele alındığını, bunların da ilkinin doğal kaynaklı olarak ortaya çıkan depremler, sel felaketleri, kasırgalar, fırtınalar, salgınlar gibi olaylar olduğunu, ikincisinin büyük kazalar sonucu ortaya çıkan travmalar olduğunu ve üçüncü olarak da insan eliyle gerçekleşen travmatik olaylar olduğunu belirtti. "Ama ister insan eliyle gerçekleşsin, ister doğal kaynaklı olarak ortaya çıksın ister kaza sonucunda yaşansın her durumda travmatik bir olay insan denilen canlı için çok büyük bir tehlike ve tehdit kaynağı." diyen Altekin travmalar karşısında en yoğun, en sıklıkla, en şiddetli hissedilen tepkinin korku olduğunu vurguladı."TRAVMATİK DENEYİMLERİ EN YARALAYICI HALE GETİREN ŞEY ÇARESİZLİK VE YALNIZLIK HALİ"
Altekin konuşmasına şu sözlerle devam etti: "Ama bir travmayı genellikle bizim için en travmatik hale getiren şey, tabi ki bize yaşattığı kayıplar, bazen fiziksel can kayıpları meydana getiriyor, bazen maddi kayıplar meydana getiriyor, bazen insanın bugününün geleceğinin kaygı olan temsili kayıplar meydana getiriyor ancak tüm bunların ötesinde bizim için o travmatik deneyimleri en yaralayıcı, örseleyici, en derinlerde iz bırakan hale getiren şey bu travmatik deneyimlerin karşısındaki çaresizlik ve yalnızlık hali aslında.""PANDEMİ HEPİMİZİN AYNI GEMİDE OLMADIĞINI GÖSTERDİ"
Salgın karşısında ortak insan deneyimlere de işaret eden Altekin "Pandemi evet milyonlarca insanın karşı karşıya kaldığı bir tehdit ve buna karşı ortaklaşıyoruz, ancak bir yandan da sosyal adaletsizlikleri en çıplak haliyle de gün yüzüne çıkaran bir dışsal olay. "Hepimiz aynı gemideyiz" ifadesi çok sık kullanıldı ama daha gerçekçi olmak gerekirse aynı gemide değiliz." sözleriyle salgının sosyal eşitsizlikleri daha da görünür hale getirdiğini vurguladı. Altekin bu vurgusunu şu sözlerle ayrıntılandırdı: "Maruz kaldığımız şeyin aynı olması hepimizin yaşadığı deneyimi aynılaştırmıyor. İşini hızlıca hemen ertesi gün 11 Mart itibariyle evine taşıyan taşıyabilmek hakkına, alanına sahip olan bir insanın yaşam kalitesi, karşı karşıya olduğu sağlık riski ve zorlukla pandemi başlamasına rağmen her gün toplu taşımaya binerek işe gitmek ve o üretim bandında çalışmak olmak, belik sokakta çalışmak zorunda olmak, belki de evine ancak bu şekilde ekmek götürebiliyor olmak, ve bunun içinde aylarca yaşamak zorunda olan insanın gerçekliği aynı değil.""AYRIMCILIK VE ŞİDDET SALGIN DÖNEMİNDE ARTTI, TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ TIRMANDI"
Aynı gemideyiz değiliz gerçeğini dile getiren Altekin'e göre bu sosyal adaletsizliğin yarattığı ciddi bir kızgınlık ve öfke var ve bu öfke yükseliyor: "Ayrımcılık ve ayrımcılık üzerinden ötekileştirme söylemleri o zeminde ortaya çıkan şiddet böylesi dönemlerde artar. Pandemi başından itibaren ilk aylarda medyada, sosyal medyada sokakta yine o ayrımcı dil, öfke kızgınlık ve bunların yöneldiği saldırganlığın arttığını da hep birlikte gözlemledik. Tüm hayatın evin içine taşınmasıyla birlikte var olan tüm ilişkisel problemlerin ve hane içi problemlerin iyice gün yüzüne çıkması, özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğini çok tırmandıran bir zemin oldu, özellikle kadınlar bir yandan çalışırken, bir yandan evdeki tüm domestik işleri yürütmeye çalışmak, bir yandan çocukların eğitimlerine eşlik etmek gibi görev ve sorumluluklarla çok baş başa kaldıklarını ifade ettiler, dolasıyla toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde attığımız üç beş adım varsa bir miktar geri adım atılmış gibi oldu yine erkeklere kıyasla kadınların bedeli daha çok ödedi yıprandığı bir dönem olduğunu gözlemledik." Bir saati aşkın bir süre devam programda salgın sürecinde toplumsal psikolojide ortaya çıkan dalgalanmalar, sağlık sisteminin verdiği sınav, komplo teorilerinin yaygınlaşmasının sebepleri ve hükümete yönelik güvensizliklerin bu yaygınlaşmadaki etkileri, artan boşanmalar, psikoloji ve psikiyatri bilimlerinin artan önemi ve mesleki sorunlar, salgın sonrası tarihsel dönemde bizleri nelerin beklediği gibi önemli konular çok yönlü olarak konuşuldu. dokuz8HABER'in twitter, facebook, youtube hesaplarından ulaşabileceğiniz programın birebir deşifre yöntemiyle elde edilmiş röportaj formatını ilginize sunuyoruz. https://youtu.be/CCMG2SnqXEA Gökhan Biçici: İsterseniz önce travmanın genel tanımından başlayalım. Çünkü insanlar günlük hayatta travma kavramını çok sık kullanıyorlar, travma deniyor, stres deniyor, depresyon deniyor, bilerek veya bilmeyerek, tanımlayarak veya tanımlamayarak pek çok duruma yönelik kullanılan bir kavram bu. Öncelikle kavramı hızla bir açalım, tanımlayalım ki ondan sonraki tartışmalarımız açısından daha anlaşılır olabilsin. Travma ne anlama geliyor, stresten depresyondan farkı nedir? Serap Altekin: Travma genellikle öngörülmesi zor, öngörülse bile kontrol edilmesi zor büyük hayat olayları karşısında yaşadığımız büyük korku, çaresizlik ve şok olma haliyle ortaya çıkan bir psikolojik tepkiler bütünü. Travmatik olaylar karşısında hissettiğimiz şeyler en yoğun olarak korku, endişe, panik ve şok olma hali çünkü travmatik olaylar günlük yaşam akışımızı ciddi anlamda sekteye uğratan, günlük akış içinde ciddi bir kırılma bir çeşit yarılma yaratan büyüklükte hayat olaylarıdır. Travmatik olaylarını genellikle üç ana kategoride psikoloji literatüründe ele alırız. Bunlardan ilki doğal kaynaklı olarak ortaya çıkan travmatik olaylardır, mesela depremler, sel felaketleri, kasırgalar, fırtınalar gibi olaylardır ki aslında pandemi de, hastalık salgınlarını da bir anlamda bu kategoride ele almak mümkün olabilir. İkinci büyük psikolojik travma kaynağı kazalar sonucu ortaya çıkan travmatik olaylar olarak tanımlanabilir. Trafik kazaları, uçak kazaları, tren yolu kazaları, Türkiye’de sık sık karşılaştığımız iş kazaları Türkiye’de SOMA’da en büyüğünü yaşadığımız maden kazaları gibi. Kaza sonucu ortaya çıkan travmatik olaylar her zaman insan eliyle ortaya çıkan travmatik olaylardan kesin çizgilerle ayrılamaz, çünkü işini içinde her zaman bir insan dahli olur, insan eliyle ihmaller söz konusu olur. Üçüncü ve son travmatik olaylar kategorisi de insan eliyle gerçekleşen travmatik olaylardır. Bu da insanlık tarihi kadar eski, tarihte karşımıza çıkan pek çok örneği olan travmatik olaylardır. Savaşlar, soy kırımlar, terör saldırıları, işkence, şiddetin her türü, istismarın her türü, darbeler, darbe girişimleri, politik krizler, ekonomik krizler, tüm toplumsal olaylar da insan eliyle gerçekleşen travmatik olaylar olarak tanımlanabilir."TRAVMATİK OLAYLAR KARŞISINDA EN YOĞUN, EN SIKLIKLA, EN ŞİDDETLİ HİSSEDİLEN TEPKİ KORKU"
Ama ister insan eliyle gerçekleşsin, ister doğal kaynaklı olarak ortaya çıksın ister kaza sonuç yaşansın her durumda travmatik bir olay insan denilen canlı için çok büyük bir tehlike ve tehdit kaynağı. Bu nedenle bunun karşısında en yoğun, en sıklıkla, en şiddetli hissedilen tepki korku, çünkü varlığımızı tehdit eden, hayatımızın devamını tehdit eden büyüklükte bir olay. Belirsizliklerin getirdiği kaygılar en az kaygı kadar yoğun olan ve sıklıkla karşılaşılan bir diğer reaksiyon. Olayın büyüklüğü, öngörülemezliği ve kontrol edilemezliğinin getirdiği şok hali genel travmatik tepkiler içinde en yaygın olanlardan biri. Ama bir travmayı genellikle bizim için en travmatik hale getiren şey, tabi ki bize yaşattığı kayıplar, bazen fiziksel can kayıpları meydana getiriyor, bazen maddi kayıplar meydana getiriyor, bazen insanın bugününün geleceğinin kaygı olan temsili kayıplar meydana getiriyor ancak tüm bunların ötesinde bizim için o travmatik deneyimleri en yaralayıcı, örseleyici, en derinlerde iz bırakan hale getiren şey bu travmatik deneyimlerin karşısındaki çaresizlik ve yalnızlık hali aslında. Bir şiddetin karşısında, nefret söylemlerinin ve nefret suçlarının karşısında o ötekileştirmenin hedefi olmak ve yalnız kalmak, karşısında, aile içinde bir ensestte, çocuk cinsel istismarında, kadına yönelik şiddette o sistem içerisinde yalnız ve desteksiz kalmak. O yalnızlık, o kapkaranlık halde, korku ve dehşet duygularıyla beraber, çaresizlik duygularıyla beraber o yalnızlığı yaşamak genelde bir travmatik deneyimi insan açısından en ağır hale getiren şey oluyor. Travma dediğimiz şey günlük hayatın akışını ciddi anlamda sekteye uğratan, bizim bildiğimiz anlamda repertuarımızdaki baş etme araçlarımızla yeterince baş edemediğimiz, günlük hayatımızı geçici bir süre sekteye uğratan büyüklükteki yaşam olayları ve bu olaylar karşısında geliştirdiğimiz travmatik stres tepkileri.Peki Stres Nedir?
Stres günlük hayat içinde sıklıkla kullanılan kavramlardan ifadelerden bir tanesi medikal anlamda çok sık kullanılıyor, sebebi tespit edilemeyen pek çok günlük hayat stresine bağlanıyor, günlük hayatta birbirimizle konuşmalarımızda “bugün çok stresliyim, stresten şöyle oldum” gibi cümleleri çok sık kullanıyoruz. Stressör, her hangi bir stres kaynağı karşısında hissettiğimiz fizyolojik, psikolojik tepkilerin bütünü bizim için bir stres deneyimi. Ne gibi şeyler bir insan bünyesinde stres kaynağı olabilir? Yaşamımızı varlığımızı tehdit eden herşey ve/veya bizim için yeni kasları geliştirmeyi gerektiren uyum ve öğrenme gerektiren her tür küçük ve büyük yaşamsal değişim bizim için bir stres kaynağıdır. Yani bir hastalık salgını, bir pandemi gibi büyük ve global ölçekte tüm varlığımızı, sağlığımızı tehdit eden şey de stres kaynağıdır, yaşanan büyük bir doğal afet, bir deprem, bir sel felaketi de büyük çaplı stressördür, travmatik stressör deriz ona. Her hangi bir trafik kazası, sokakta saldırıya uğramak da bir stres kaynağıdır, stressördür bir öğrencinin sunum yapmak için hazırlık sergilemesi, bununla ilgili bir performans kaygısı duyması bir stressördür, sınav kaygısı, sınav stresi, sunum stresi her zaman bu arada altını çizmek gerekiyor zorlayıcı veya olumsuzlukla eşleştirilen yaşam olayları da olması şart değildir, pek çok yaşamsal değişim uyum ve öğrenme gerektiren her türlü gelişim süreçleri bizim için bir stres kaynağıdır."PEK ÇOK YAŞAMSAL DEĞİŞİM, UYUM VE ÖĞRENME GEREKTİREN HER TÜRLÜ GELİŞİM BİZİM İÇİN BİR STRES KAYNAĞIDIR"
Gökhan Biçici: Travmayı, stresi tanımladınız. İnsanlık tarihi açısından özel bir dönemdeyiz ve yoğun bir travma dönemi yaşıyoruz, en son yüz yıl önce İspanyol gribi benzer bir etkiye sahip oldu ama tabi o dönem dünya bu kadar iç içe değil, bu kadar iletişim geliştiğin anlık gelişmelerin beraber yaşandığı bir noktada değildi. O dönem 50 milyon kişi öldü, şu anda da 1 milyonu geçti ve daha bir süre daha devam edeceğe benziyor. Koronavirüs salgınına dönersek, travmayı farklı boyutlarıyla tanımladınız ama küresel salgını bu boyutlarıyla ilk defa yaşıyor yaşayan kuşaklar. Covid19 salgın travmasının örneğin depremler, büyük toplumsal olaylar, siyasal çatışmalar, geniş alanları kapsayan afetler türü travma kaynaklarıyla bir farkı var mı, hangi noktalarda ortak noktaları var, hangi noktalarda özgünlükleri ve farklılıkları söz konusu?"BELİRSİZLİKLER KAYGILARI GETİRDİ"
Serap Altekin: Yaklaşık olarak yüz yılda bir insanlığı sınayan bir travmatik deneyimden söz edebiliriz salgın hastalıklar için. Şu anda biz hayatta olanlar ve hayatta olan atalarının repertuarında olan bir deneyim değil salgın hastalık. O sebeple bir kere referans alabileceğimiz her hangi bir deneyim olmaması insanlığı şu anda en çok zorlayan şeylerden bir tanesi. Yüz yıl önceki salgını daha çok edebiyat ürünleri üzerinden takip ediyoruz. Tabi yıllar ilerledikçe bilginin akışı, bilginin kümülatif olarak ilerlemesi ve bize gelmesi dijitalleşmesi gittikçe kolaylaştı. Belki bugünden geleceğe daha fazla ve daha kolay aktarılabilecek. Benzerlikleri de var, farklılıkları da var diğer travmatik olaylar ve travmatik stressördür. Pandemiyi başlatan şey gözümüzle göremeyeceğimiz kadar küçük olan bir şeyin insan hayatı için yarattığı tehdit ve tehlike olması. Dolayısıyla bir deprem, sel felaketi veya bir yangın veya bir kazada bazen gözümüzle bir etkiyi gördüğümüz depremin sarsıntısını hissettiğimiz, doğrudan merkezinde veya merkezine yakın olmasak bile tanıklık edebildiğimiz daha somut bir şey oluşuyor gözümüzde."PANDEMİ ÖYLE BİR ŞEY Kİ HAYATTAKİ ATALARIMIZDAN REFERANS ALABİLECEĞİMİZ BİR KARŞILIĞI YOK"
Ancak pandemi öyle bir şey ki hem kendi hikayemizde ve hayattaki atalarımızdan referans alabileceğimiz bir karşılığı yok hem de gözümüzle göremediğimiz kadar küçücük olan bir şeyin yaşamımızda yarattığı tehdit söz konusu. Pandemi karşısında diğer travmatik olaylara benzer şekilde ilk hissettiğimiz tepki korku duygusuydu. Çünkü bu hastalık insan hayatı için ciddi bir tehdit oluşturmaya başladı, bu hastalıkla birlikte hayatını kaybeden insanların, yoğun bakımda tedavi altına alınan insanların haberlerini duymaya başladığımız andan itibaren bu bizim için temel bir korku yarattı. Korkuyla kaygı birbirine çok benzeyen hatta bazen çok iç içe kullanılan duygu tepkisi ama bunları aslında birbirinden ayrıştıran ve farklılaştıran temel bir ayrım var. Korku dediğimiz şey somut olarak bir dış tehdit ve tehlike olduğundan bizim alarm durumuna geçmemiz ve hayatta kalmak için, kendimizi korumak için savaş, kaç veya don gibi üç ana tepkiden bir tanesine canlı bir organizma olarak hazırlandığımız reaksiyon, dolayısıyla korku bizim için en arkaik, en evrimsel kökeni olan bizi hayatta tutan, varlığımızı koruyan işlevsel duygu tepkilerden bir tanesi. Salgın hastalık gibi insan hayatını tehdit eden bir dış tehdidin karşısında, bu öncelikle herkeste bir korku yarattı. Sonrasında başlayan kaygı ise, kaygı dediğimiz şey daha çok somut, gözümüzle gördüğümüz bir tehdit olmasa bile veya olduktan sonra daha uzun vadeli olarak belirsizliklerin getirdiği ve tetiklediği bir duygudur."İNSAN DENİLEN CANLI HAYAT ONUN İÇİN NE KADAR ÖNGÖRÜLEBİLİRSE O KADAR GÜVENDE HİSSEDER"
Herkesin aklındaki soru bu salgın daha ne kadar sürecek, ne zaman bitecek, hayatımı ne kadar etkileyecek, herkes önünü net görmek ister, insan denilen canlı hayat onun için ne kadar öngörülebilirse, ne kadar kontrol edilebilirse kendisini o kadar güvende hissedebilen bir varlık. O nedenle karanlık, insan için tehditkar belirsizlikler ve bilinmezlikler de her zaman kaygı ve tedirginlik yaratır. Daha ne kadar sürecek, hayatımız ne kadar etkilenecek, hayatımızı geçinebilecek miyiz, çocukların eğitimi ne olacak, benim kazancım ne olacak, işimi koruyabilecek miyim, kronik hasta yakınları olanlar hastalarına dair, acaba bulaşacak mı, aldığımız tedbirler yeterli mi?…Dolayısıyla o belirsiz, bilinmeyen insanlık için çok yeni olan bir çok belirsizlik içeren bu şeyin karşısında kaygı da en sıklıkla yaşadığımız duygusal tepkilerin bir diğeriydi. En başta hatırlarsınız salgın hastalık ilk Mart ayında Türkiye’de de bulunduktan ve dünya genelinde pandemi olarak adı konulduktan sonra insanlar arasında farklılaşan tepkiler de dikkat çekti. Bazı insanlar fazlasıyla şiddetli bir korku, onunla birlikte bir panik ve dehşete düşme hali ve onunla birlikte başlayan kaygılar, endişeler yaşadılar. Olağanüstü tedbirler aldılar, günlük hayatlarının akışını olabildiğince değiştirdiler, bazıları o kadar korkuyu, dehşeti yaşadı ki günlük hayatına devam edemez hale geldi. Öteki uçta ise sanki böyle bir gerçeklik hiç yokmuşçasına varolmaya devam eden, günlük hayat akışında hiç bir şeyi değiştirmeyen, hatta böyle bir hastalığın varlığını ve tehdidini inkar eden bir var oluş gözlemledik. Gökhan Biçici: Tam da bu dönemde türlü komplo teorileri öne çıktı, "Aslında salgın yok, imal edilmiş bir, algı üzerine şekillenen bir operasyon diyen de var, "Laboratuvarlarda üretilen, belli ülkelerin birbirine karşı silah olarak kullandığı silah" olarak nitelendirenler de oldu ve tam da bu belirsizlik çağında, kaygıların bu kadar zirve yaptığı çağda bu tür komplo teorilerinin alıcısı da arttı değil mi? Serap Altekin: Kesinlikle çünkü bilinmezlik ve belirsizlik arttıkça insan kendini daha kaygılı ve tedirgin hissediyor. Ve olabildiğince o bilinmezliği ve belirsizliği kendince bir yere oturtabilmeye ve kendince belirli hale getirmeye çalışıyor işte o komplo teorileri tam o ihtiyaca hizmet etti, bilinmeyenleri ve belirsizliği olabildiğince belirli ve bilinen kılmaya öyle veya böyle hizmet eden bir açıklama getirdi, o yüzden bazı insanlar fazlasıyla tutundular o açıklamalara. Bu geniş yelpazede, bir tarafta günlük hayattan işlevsellikten tamamen kopan uç noktayla, diğer yandan bu gerçekliği tamamen yok sayan tepkiler arasında aslında her ikisi de şok tepkilerinin başka versiyonları. Çünkü insanın her hangi bir böylesine zorlayıcı bir dış gerçeklik karşısında, travmatik olay, yeni bir durum karşısında uyumlanabilmesi belli bir zaman ve alan ihtiyaç duyan bir şey. o zaman ve alanı kendimize tanıyana kadar türlü uç tepkiler verebiliyoruz. Zaman içinde bir uyumlanma süreci meydana geldi. Bu gerçeklikle birlikte yaşamanın yavaş yavaş yollarını geliştirmeye başladık."BELİRSİZLİK VE BİLİNMEZLİK İÇİNDE KONTROL EDEBİLDİĞİMİZ KADARINI KONTROL EDEBİLMEK ÖNEMLİ"
Bizler ne önerdik. Belirsiz ve bilinmezlik içinde kontrol edebildiğimiz kadarını kontrol edebilmek, dolasıyla küçük rutinler oluşturmak ve eskiden olan süregelen bazı rutinlerimizi sürdürebilmeye gayret göstermek bizi görece güvenli hissedebilmeye, işlevselliğimizi korumaya destek olabilir. Uyumlanmada en çok yardımcı olanlar bunlar oldu. Eğitim öğretim sistemi ekranlara taşıdı, pek çok insan ofiste çalışanlar işini evlere taşıdı, türlü sesli sistemlerle iletişim araçları hayatımıza girdi, her şeyi ekran üzerinden yapmaya başladık, çocukların hayatı değişti, ergenlerin gençlerin eğitim pratikleri değişti, biz yetişkinlerin çalışma hayatı pratiği değişti, evin içindeki işlerin sorumlulukların paylaşımı değişti, dolayısıyla uyumlanmamız gereken çok fazla şeyle karşı karşıya kaldık. Bir yandan hayatımızı tehdit eden bir salgın hastalığı gerçeği var, güvenliğimizi ve sağlığımızı bir yandan korumak için çaba sarf ederken, diğer yandan o kadar çok faktör değişti ki yeni bir uyumlanma noktası bulabilmeye çalıştık, evde düzen kurmaya çalıştık, işimizi ona göre düzenlemeye çalıştık, tüm üniversiteler, liseler, okullar yeni bir eğitim öğretim sistemine hızla uyumlanmaya çalıştılar, çok işimiz vardı ve hakikaten çok zorlu bir süreçten geçtik, geçtik mi aslında geçiyoruz, tam da ortasındayız belki, hala değişmeye dönüşmeye yaşamaya devam ediyoruz şu anda aslında bir travma sonrası stres tepkileri değil de süregelen bir travmatik sürecin içindeki tepkilerden bahsediyor olabiliriz. Birşeyin bizim üzerimizde bıraktığı etkilerini görebilmek, gözlemleyebilmek ve sağlıklı değerlendirebilmek için üzerinden bir miktar zaman geçmesi gerekir. Belki bu pandemi bittikten hemen sonra da değil, bir zaman sonra baktığımızda nasıl dönüştürdü, nereden başladık nereye geldik üzerine de daha anlamlı yorumlar yapabiliyor olacağız. ---- Gökhan Biçici: Tarihsel olarak bir dönemin içindeyken, onu tümüyle geride bırakmadan onun özelliklerini kavramanız mümkün değildir denir. Travma açısından şu anda tüm insanlığı etkisi altına alan bir travma yaşıyoruz ama henüz ne yaşadığımızın farkında ve idrakında da değiliz denebilir değil mi, belki birkaç yıl sonra dönüp baktığımızda aslında bu dönem neler yaşadığımızı, toprağımızın nasıl sarsıldığını anlamak mümkün olacak. Gölcük depremi dönemini hatırlıyorum, o dönem depremden hemen sonra öylesine bir etki altında olmuştu ki toplum o dönem yaşadığımız travmanın boyutlarını o travmanın, gündelik hayatımızı, insan ilişkilerimiz nasıl etkilediğini o travmayı geride bıraktıktan bir sene sonra fark edebildik. Şu anda henüz farkında bile değiliz denebilir mi? Serap Altekin: Bir kısmını tanımlayabiliyoruz, bir kısmını açıklayabiliyoruz, bir kısmın farkındayız ama elbette ki bir kısmı var ki zamanla göreceğiz çünkü tam ortasında ve içindeyiz."MARMARA DEPREMİNDEN 2020'YE KADAR O KADAR ÇOK TRAVMAYLA SINANDIK Kİ..."
1999 depremini örnek verdiğiniz aslında Türkiye tarihinde bireysel ve toplumsal psikolojiyi değerlendirirken de çok önemli kırılma noktalarından, dönüm noktalarından bir tanesidir 'Marmara Depremi'. 1999 Marmara depreminden 2020 yılına gelene kadar özellikle son 10 sene içerisinde birbiri ardı sıra o kadar çok travmayla sınandık ki. 1999 depremi büyük doğal afetlerden biriydi, onun ardından büyük bir 'Van Depremi' yaşandı. Yakın zamanda yine Erzincan Malatya bölgesini etkileyen büyük deprem yaşandı, Antakya’da sel felaketi, Soma maden faciası, uçak kazaları, mesela Isparta'da, İzmir'den İstanbul'a gelen uçakta yaşanan, 2013’den Gezi protestolarından bu yana iki gün önce yıldönümü olan 10 Ekim Ankara katliamı Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük terör saldırısıydı, Suruç, Stat saldırısı, Reina katliamı, darbe girişimi…bunlar o kadar arka arkaya yaşandı ki yakın tarihimizde, travmaların daha bir tanesinin şokunu atlatamadan bir yenisi ekleniyordu, bir tanesindeki kayıpların yasını yaşayamadan, sindiremeden bir yenisi bir yenisi ekleniyordu. Dolayısıyla pandemiyi de sadece aslında kendi süreci içinde değil geçmişten bu yana gelen üzerimizdeki kümülatif etkilerde bir bütün olarak değerlendirmek anlamlı. Hem bireysel hem toplumsal anlamda pek çok travmayla pek çok cephede savaştığımız, mücadele verdiğimiz bir dönem oldu. Bunların arka planında bir de bu şekilde olan daha noktasal toplumsal travmaların dışında kadın cinayetleri, maalesef devam ediyor, o anıtsayaç maalesef sürekli çalışmaya devam ediyor, hiç gündemden düşmeyen bir konu kadına yönelik şiddet, LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcılık ve şiddet, çocuk istismar, gibi pek çok konu, gıdaların bozulması, küresel iklim krizi gibi mikro ve makroda pek çok travmatik stressörle mücadele halindeyiz. Dolayısıyla yine iyi direniyoruz, sağlığımızı, dengemizi iyi koruyoruz denebilir bütün bunların ortasında. Gökhan Biçici: Travma kaynakları daha da yoğunlaştı. İşin genel boyutlarını konuştuk, toplumsal boyutlarını konuştuk, tarihse boyutlarını konuştuk, farklılıklarını özgünlüklerini vurguladık peki daha somutlamak gerekirse bu pandemi süreci insanlarda, bireysel anlamda, ya da daha küçük ölçekli topluluklar, aileden başlayarak, en yaygın haliyle ne tür tepkileri tetikledi? Ortak insan deneyiminden biraz önce söz ettik. Bütün bunlar karşısında ilk ve en otomatik reaksiyonlarımız korku, onunla beraber bir şok olma hali, belirsizliklerle beraber ve hala devam eden kaygılar, endişeler hali, bütün bunların günlük hayatımızda yarattığı sekteler ve bozulmalar, mesela En yaygın karşılaştığımız tepkiler, stres tepkilerinin dışa vurumu insanların uykuları çokça bozuldu Mart ayından bu yana, bir kere işin eve taşınmasıyla beraber nerede iş saatleri bitiyor, nerede özel hayat başlıyor çok iç içe geçmeye başladı. Bazı insanların işinin tabiatı evde çalışmaya daha uygundu ve bu geçiş yapılabildi, ancak milyonlarca insan her gün kalkıp en az iki üç toplu taşıma aracına binip işe gitmeye devam etmek zorunda kaldı."PANDEMİ HEPİMİZİN AYNI GEMİDE OLMADIĞINI GÖSTERDİ"
Pandemi evet milyonlarca insanın karşı karşıya kaldığı bir tehdit ve buna karşı ortaklaşıyoruz, ancak bir yandan da sosyal adaletsizlikleri en çıplak haliyle de gün yüzüne çıkaran bir dışsal olay. “Hepimiz aynı gemideyiz” ifadesi çok sık kullanıldı ama daha gerçekçi olmak gerekirse aynı gemide bir taraftan da değiliz. Maruz kaldığımız şeyin aynı olması hepimizin yaşadığı deneyimi aynılaştırmıyor. İşini hızlıca hemen ertesi gün 11 Mart itibariyle evine taşıyan taşıyabilmek hakkına, alanına sahip olan bir insanın yaşam kalitesi, karşı karşıya olduğu sağlık riski ve zorlukla pandemi başlamasına rağmen her gün toplu taşımaya binerek işe gitmek ve o üretim bandında çalışmak olmak, belik sokakta çalışmak zorunda olmak, belki de evine ancak bu şekilde ekmek götürebiliyor olmak, ve bunun içinde aylarca yaşamak zorunda olan insanın gerçekliği aynı değil. Evet eğitim sistemi bir kaç hafta içinde ekranlara taşındı, devlet okulları EBA TV üzerinden yayın yapmaya başladı, özel okullar kendi sistemlerini devreye soktular, ama yine bu gerçeklik de her hanede aynı şekilde yaşanmadı. İki ya da üç odaklı bir evde bir evin bir veya iki çocuğu bazen kişi başına bir bilgisayarın düştüğü her odada televizyonun olduğu daha erişilebilir bir internet kaynağının olduğu internet bağlantısı sorunu olmayan odalı bir sobalı küçük tek göz bir odada 6 kardeşin artı aile büyüklerinin bir arada yaşadığı bir hayatta tüm çocukların o eğitim öğretim olanağına ulaşması ulaşamaması, bazı kasabalarda, bazı köylerde internet bağlantısının olmaması gibi gerçekliklerle de karşı karşıya kaldık. Öneriler sorulurken, bir yandan ortaklaşa insan deneyimleri var, bir yandan da her birimizin kendi gerçekliğine göre yaşadığımız farklı farklı gerçeklikler de var ve o arada çok geniş bir varyasyon var. Bundan dolayı da herkes için uygun bir reçete oluşturabilmek çok kolay değil, çünkü herkesin gerçekliği çok farklı."SOSYAL ADALETSİZLİĞİN YARATTIĞI CİDDİ BİR KIZGINLIK VE ÖFKE DOĞAL OLARAK YÜKSELMEYE BAŞLADI"
Bu sosyal adaletsizliğin yarattığı ciddi bir kızgınlık ve öfke de doğal olarak yükselmeye başladı, ayrımcılık ve ayrımcılık üzerinden ötekileştirme söylemleri o zeminde ortaya çıkan şiddet böylesi dönemlerde artar. Pandemi başından itibaren ilk aylarda medyada, sosyal medyada sokakta yine o ayrımcı dil, öfke kızgınlık ve bunların yöneldiği saldırganlığın arttığını da hep birlikte gözlemledik. Tüm hayatın evin içine taşınmasıyla birlikte var olan tüm ilişkisel problemlerin ve HANE İÇİ problemlerin iyice gün yüzüne çıkması, özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğini çok tırmandıran bir zemin oldu, özellikle kadınlar bir yandan çalışırken, bir yandan evdeki tüm domestik işleri yürütmeye çalışmak, bir yandan çocukların eğitimlerine eşlik etmek gibi görev ve sorumluluklarla çok baş başa kaldıklarını ifade ettiler, dolasıyla toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde attığımız üç beş adım varsa bir miktar geri adım atılmış gibi oldu yine erkeklere kıyasla kadınların bedeli daha çok ödedi yıprandığı bir dönem olduğunu gözlemledik. Hali hazırda var olan aile içi şiddet ve istismarın sıklığının ve niteliğinin arttığını gördük. Çocuklara, gençlere, ergenlere yansıyan bambaşka boyutları oldu. Yüz yüze eğitim sisteminden bir anda ekran üzerinden bir eğitim sistemine dönmek herkesin tüm ezberlerini, ayarlarını bozdu, toprağından sarstı."ÇOCUKLARIN EKRAN SÜRESİNİ YÖNETMEKLE İLGİLİ, DİJİTAL DETOKSLA İLGİLİ ÖNERDİĞİMİZ NE VARSA HER ŞEY DEĞİŞTİ"
Hatta çocukların, gençlerin ekran süresini yönetmekle ilgili, dijital detoksla ilgili önerdiği ne varsa bir anda herşey değişti çünkü herşey ekrana taşındı. Herşeyi yeniden yapılandırmak zorunda kaldı herkes, çocuklar için bu zorlayıcı bir şeydi çünkü bir sınıfta bir arada olarak bir dersi öğrenmeye çalışmakla bir evin içinde eğer şanslıyla bir odada ekran varsa bu ekran karşısında yalnızken o materyalle kalmak, odaklanmaya devam edebilmek hiç kolay değil, yepyeni beceriler geliştirmesi gerekti, aynı şekilde öteki tarafta öğretmenlerin, akademisyenlerin hocaların. Hiç bir şekilde bir sınıfta yan yana ve yüz yüze konuşabilmekle, tartışmanın derinliği ve zenginliğiyle en azından kendi yaptığımı iş için söyleyebilirim, ekran karşısında bir araya geldiğimizde bir sıfırdan büyüktür mantığıyla bakarsak rutinleri sürdürebiliyoruz, belli bilgileri aktarabiliyoruz ama o bilgiyi tartışmaya çalışabiliyoruz ama benim kişisel mesleki gözlemim yüz yüze sınıfta yaptığımız tartışmanın derinliği ve zenginliği olamıyor, ne kadar teknik sistemler kullanırsak kullanalım, bir arada olma halinde çokça feragat ettiğimiz kayıp yaşadığımız süreçler oluyor. Dolasıyla bu durum tarafların her biri için zorlayıcı süreçler getirdi, yeni öğrenme süreçleri getirdi. Bir kısım genç ve çocuk daha hızlı adapte olabildi belki öğrenebildi, bir kısım çocuk ve genç özellikle geçmişten beri dikkat ve konsantrasyon ile ilgili biraz daha fazla zorluğu olan çocuklar ve gençler doğal olarak ekran karşısındaki bir eğitim sistemine odaklanmakta daha fazla zorlandılar, bu da tabi akademik zorluklar ve problemler getirdi.Gökhan Biçici: Elbette salgın bir süre sona erecek, etkisinin önümüzdeki iki yıl devam etmesini öngörenler de var, genel olarak önümüzdeki yaza doğru genel bir rahatlama bekleyenler de var. Peki bu dönem yaşanan travmaların insan ilişkilerini, insan hayatını, toplumsal ilişkileri, bireysel arası ilişkileri daha kalıcı bir biçimde etkileyeceğini öngörüyor musunuz, bugünden açığa çıkan bir takım veriler var mı yoksa konuşmak için henüz erken mi?
Serap Altekin: Üzerinde tartışılabilir şeyler ama öngörmek çok kolay değil, çok keskin cümleler kurmak da zor. Bir de tek yönlü değil çok yönlü değişimler dönüşümler olabilir. En çok da üzerinde konuşulan, tartışılan şeyler genelde olası kalıcı olumsuz etkileri oluyor ama bir taraftan da bizi belki olumlu anlamda bir şeyleri fark ettirecek. İnsanı daha sağlıklı ve doyurucu bir hayata taşıyacak dönüşümlere de gebe olabilir bu süreç, belki bütün mücadelemiz de bunu bu yöne taşımak için olabilir. Neler değişti ve neler nasıl kalabilir, herkesin ortak deneyimidir, özellikle sosyal hayatı daha hareketli olan, insan temasına daha alışık olan insanların en büyük ihtiyacı, özlemi, şikayeti birbirinden ayrı düşmekti, bir araya gelememek, buluşamamak, yüz yüze konuşamamak, birbirine sarılamamak, dokunamamak en çok aslında.