Siyaset, ülkedeki ekonomik kaynakların nasıl toplanıp, nasıl dağıtılacağına karar verme faaliyetinin toplamıdır. Varlığın; yerli para, döviz, ekmek, kitap, savaş uçağı, sigorta primi, vergi, emek, tabut olması fark etmez. Hepsi ekonomik bir değerdir ve paylaşımı siyasettir. Toplum grupları (sınıf, ülkemiz için kullanılması zorlama bir tanımlamadır) siyasal partiler aracılığı ile buna müdahil olurlar.
Yaşadığımız yirmi yıl; Cumhuriyet’in kuruluşundan 1950’ye kadar, karar verme mekanizmalarından uzak kalmış, muhafazakârlığın en koyu tabakası, "siyasal İslam" grubunun hızla yükselişine ve bugünlerde de çöküşüne sahne oluyor.
Arada yaşananlar, önce devlet mekanizmasına hâkim olmak, ardından bu hâkimiyetin Gülen cemaati ile rekabete dönüşmesi, iş birliğinin bitmesi ve sonunda, devlet aygıtının eski kalıntıları ile ortak hareket etme dönemleri olarak özetlenebilir. Olanlar, ilginç ve çok yönlü iki döngü halindedir.
1- Devletin demokrasi üstündeki en sert gölgesi olan TSK’nın; önce temizlenmesi, yeniden yapılandırılması, yeni yapının darbeye kalkışması ve son aşamada TSK’nın, devlet aygıtı olmaktan çıkıp, parti aygıtına dönmesi ile tamamlanmıştır.
2- Başkanlık sistemi de hükümetin ve sivil kurumların parlamento etkisinden çıkartılıp tek adama teslimi de siyasal İslam’ın, tekrar kuruluş günlerine dönme hayalidir.
Başa dönersek; siyaset, kurumların yapılanması açısından, tekrar kuruluş döneminin başına dönmüş görünmektedir. Kuruluş döneminde paylaşıma hâkim olan seküler grubun yerine, payını almadığını düşünen siyasal İslam’ın hâkimiyeti eline aldığı bir dönem yaşıyoruz.
Kuruluş, iyi kötü bir devlet mekanizmasının oluşturulduğu; eğitim, yargı, yasal düzen açısından, imparatorluk düzeninden kopup, cumhuriyet sistemine geçiş dönemiydi. Son 20 yıl ise, bunları kendi inancına göre şekillendirmeye çalışıp, yeterli; kültür, bilgi ve insan kaynağına sahip olmayan siyasal İslam’ın ortaya çıkardığı, ne olduğu belirsiz bir sistemle kapanıyor.
Bugün ulaştığımız, tepedeki dar kadro dışında, siyasal İslam grubu çoğunluğunun sürdürülemez bulduğu, sistem sorununun her yönüyle yaşandığı, çöküş noktasıdır. Yalnızca ekonomik durum açısından değil, dağıtımın çarpık sonuçları yüzünden, sosyal verilerde de kontrol dışına çıkma riski taşıdığımız bir noktadır.
En büyük tehlike ise ülkenin siyasal ortamının; hem bölge, hem de dünya için, taşınamaz bir konuma doğru sürüklenmesidir. Atatürk’ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözü, keşke hayat bayram olsa inceliği taşıyan iyi niyet cümlesi değildir. Türkiye, kendi içindeki sorunları, dünyaya yayma kapasitesine sahip, büyük bir ülkedir.
* Yarın: 1 Ocak 2022 ve sonrası