Röportaj: Cesim İlhani

Gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak, İsrail’in Hamas lideri İsmail Haniye’ye yönelik suikast düzenlemesini bir savaş ilanı olarak değerlendirerek, Erdoğan’ın “Karabağ'a, Libya'ya girdiysek İsrail'e de gireriz" açıklamasını ise “Azerbaycan'a yardım ederken, İsrail de yardım ediyordu. O söylemin kendisine de Türkiye'nin siyasetine de faydası olduğunu düşünmüyorum" dedi.

Ayrıca eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun dokunulmazlığının kaldırılmasını istemesini ve Tuğrul Türkeş’in Gezi davasında yargılananlarla görüşmesinin MHP tarafından tepkiyle karşılanmasını da değerlendiren Dilipak, Soylu ve Turkeş’in yeni bir parti kurabileceğini söyledi.

Son günlerde Diyarbakır, Van, Batman, Mardin ve Şırnak’ta Kürtçe uyarı yazılarının silinmesine ilişkin konuşan Dilipak, hak talebinin sadece Kürtler üzerinde konuşmanın yanlış olduğunu savunarak, “Kürtler için veriliyor, diğerleri için verilmiyorsa bu hak değil, gasptır. Her halk dilini, dinini, inancını yaşasın. Sadece Kürtler üzerinden tartışmayalım" dedi.

Sahipsiz hayvanlara yönelik düzenlemeler içeren Hayvanları Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin kabul edilmesini yönelik de konuşan Dilipak, sokak hayvanlarına doğada yaşam alanının açılması gerektiğini kaydetti.

Gazeteci yazar Abduhrahman Dilipak dokuz8Haber’in sorunlarını yanıtladı.

İsrail, Hamas lideri İsrail Haneyi ve Hizbullah’ın bir komutanını öldürmesini nasıl değerlendiriyorsunuz, sonuçları ne olur sizce?

Bu tabii şu gelinen noktada savaş ilanı anlamına geliyor. Çünkü Gazze ayrı bir hükümet, yani Filistin Kurtuluş Örgütü'nün yönetimindeki sistemden ayrı. Yani bir özerk bölge statüsünde ve uzun zamandan beri devam eden bir çatışma vardı. Buna daha sonra Lübnan da katıldı. Özellikle mesela Haneyi Katar'dayken bu suikast daha kolay düzenlenebilirdi. Orada Amerikan elçiliği de var, Körfez'deki gemilerden de saldırı gerçekleşebilirdi. Hem de İran yeni Cumhurbaşkanı yemin ettiği bir gün birçok ülkeden üst düzey temsilcinin bulunduğu bir zamanda Hamas liderlerinden birine bir suikast düzenleniyor. “Işte aylar öncesinden oraya yatağının altına yerleştirilen bir bomba mıydı, bir drone ile mi, yoksa bir deniz altından mı, yok Basra'dan mı, Azerbaycan'daki İsrail askeri tesislerinden mi? Bunların hiçbirisinin kanıtı yok. Ama birçok iddia söz konusu. Sonuçta Ortada İran'ı küçük düşüren bir hadise var. Bir misafirinin güvenliğini sağlayamadı ve nereden bir saldırı geldiği konusunda ki daha önce de biliyorsunuz Cumhurbaşkanı'nın helikopteri düşmüştü. Muhsin Yazıcıoğlu olayına çok benziyor. O bile hala tam aydınlatılmadı. Bu, İran'da büyük bir istihbarat eksikliği, güvenlik açığı anlamına geliyor. Haniye'ye yapılan saldırı da doğrudan Filistin sürecini radikal şekilde etkiliyor. Ve şu anda çatışmanın ağırlık merkezi Hizbullah bölgesinde genişlemiş durumda. Her an Suriye'ye doğru genişleyebilir. Çünkü Suriye'de hem Rusya var hem orada Amerika var PYD kampında. Orada IŞİD gibi örgütlerden de söz ediliyor. İngilizler var çünkü garantör olarak. Fransızlar var. Türkiye filan o bölgenin içinde. Ve İsrail'in bu bölgede, daha önce de İran hedeflerine, Suriye'deki hedeflerine de saldırmıştı. Mesela bu gece Savaş ilanı olabilir. Lübnan egemen bir devlet. Yani Gazze gibi bir özerk bölge değil. Ve şu anda İngiliz donanması da orada. Amerikan donanması da orada. Ve Türkiye bundan kaygı duyduğunu da açıkça ifade etti. Çok büyük bir katılımla cenaze namazı kılındı. Her şey mümkün. Yani yarın sabah uyandığımızda bu bölgede bir savaş başlamış olabilir. Ve hiç beklenmedik bir şekilde Suudi Arabistan ile İran arasında bir füze savaşı da çünkü daha önce böyle bir senaryodan da söz ediliyordu. Yani İran'a füze fırlatırlar. Nereden? Suudi Arabistan'dan verilen füzelerin kullanımı şu anda Amerikalı askerler onun başında duruyor. Dolayısıyla oradan bir füze fırlata olabilir. İkinci, buna cevap olarak da İran bir füze fırlata olabilir. Hizbullah tarafından bir saat kadar önce bir füze fırlatıldığı haberi gelmişti. Bu defa Hizbullah hedeflerine yönelik yedi ayrı noktadan İsrail, kara ve hava birliklerinin saldırı için hazırlık yaptığı haberleri gelmişti. Dolayısıyla Lübnan'a yönelik bir saldırı gerçekleşebilir. Yani şu anda şunlar olacak değil, her şey olabilir. Çünkü Netanyahu gemileri yakmış gözüküyor.

Erdoğan ‘gerekirse Karabağ'a girdiğimiz gibi Gazze'ye de gireriz’ demişti. Nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye girer mi?

Bu bir defa Milli Savunma Bakanı'yla ya da Genelkurmay Başkanı'yla ya da Milli Güvenlik Kurulu'yla görüşmelerden sonra yapılmış bir açıklama değil. Bu Rize'de kendi parti teşkilatında, Sivil Toplum Platformu'nda falan konuşurken. Kıyas doğru değil. Çünkü Bakü'ye yapılan askeri yardım da aynı zamanda İsrail'de oradaydı. Yani bu Batı'nın Hayır dediği bir saldırı değildi. Biz Kosova'ya giderken de, Somali’ye giderken de, Afganistan'a giderken de hep NATO programı, Birleşmiş Milletler programı çerçevesinde bir katılım oldu. Burada İsrail'e yapılacak müdahale onlara benzemez. Onun için o günkü şartlarda söylenen ama gerilimi de artıran ve eğer yapılacaksa Lübnan hükümetinin Türkiye'den destek istemesi ve Türkiye'nin bunu kabul etmesi hem hükümetin hem de meclise derhal dosyalarına Yani Kıbrıs Harekatı'na benzer bir harekat yapılabilir ama buna NATO ve Birleşmiş Milletler karşı çıkacaktır. O zaman da Türkiye'nin NATO üyeliği tartışma konusu olunca İncirlik Üssü de tartışma konusu olacak, Kürecik de tartışma konusu olacak. Dolayısıyla domino etkisiyle bu işin ucunu nereye gideceğini kestirmek çok kolay olmayabilir.

Sizce girmeli mi Türkiye?

Şimdi, Türkiye zaten üçüncü derecede hedef ülkelerden biri. Bunu hem Netanyahu açıkladı hem Türkiye açıklıyor. Bir, yani dini açıdan birinci derecede ilgilendirir. Hilafetin mani Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhuriyetin şahsı manevisinde bindirmiş olduğu düşünülürse ve bu bir manevi miras olarak Osmanlı'dan Cumhuriyet’e indikal ettiği düşünülmüşse birinci derecede bir tehdit var. Hem Mescid-i Aksa hem Filistin halkı… Yani bu doğrudan doğruya dini gerekçeyle de Cumhuriyet’in himayesinde olan bir vaka olarak saldık ki o bölgelerin vakıf olarak da aidiyeti Osmanlı'ya aitti, Osmanlı'dan da Cumhuriyet'e intikal etmiş olması gerekir. Bunu da hesaba katmasak zaten Arz-ı Mevud coğrafyası itibariyle Türkiye, İsrail'in açık hedefi olan bir ülke. Eğer Kudüs meselesi halledilirse, Mescid-i Aksa meselesi halledilirse sıra Kudüs'e, Kudüs halledilirse Filistin'e gelir, Filistin halledilecek olursa Arz-ı Mevud coğrafyasına gelir sıra.

Anayasa Mahkemesi Tükiye İşçi Partisi’nde Hatay’da milletvekilli seçilen Can Atalay'ın “milletvekiliğini düşürülmesinin hükümsüz” olduğu kararını verdi ama Atalay henüz içeride.

Şimdi, bu Anayasa Mahkemesi’yle ilgili bugün arkası arkasından gelişmeler yaşandı. Bir tanesi İnstagram yayınının durdurulmasına karşı… Anayasa Mahkemesi, Instagram olayında idarenin tasarrufuna aykırı bir irade beyan etti. Hemen arkasından Anayasa Mahkemesi’nden erişimi de engellendi. Yani böyle bir tartışma yaşandı orada. Anayasa Mahkemesi aynı zamanda o milletvekiliyle ilgili bir karar aldı. Mahkeme kararı olmadan yemin etmesi engellenemez yönünde bir görüş beyan etti. Eğer yemin ederse de zaten dokunulmazlığı olduğu için yargılanamaz. Yani bu konuda bir kilitlenme var. Hadi bu konuya ilişkin Hükümetin başka bir tasarrufu olduğunu düşünelim. Ama bu iş sonuçta AHİM'e gidecekse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde, o zaman zaten Anayasa Mahkemesi'nin bu yönde bir iradesi var. Anayasa Mahkemesi'nin iradesini doğrulayacak olan bir usul olarak da böyle doğrulayacaktır. Avrupa İnsan Hakkı Mahkemesi'nden gelen karara karşı hükümet tavrını değiştirmezse, bu hem Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye'nin aleyhine bir sonuç doğuracaktır, hem Avrupa Birliği ve zaten İsrail “NATO'dan çıkartılsın” diyor, yeniden Batı ile ilişkileri gözden geçirmeyi gerektiren bir sonucu olacak bu işin. Durduk yerde başımıza bir tartışma daha açmış oluyoruz. Yani neye dokunursak tartışılıyor zaten. Hayvan hakları meselesi de tartışılıyor. Filistin meselesi de. Türkiye'de çok garip şeyler var. Yani ne bileyim, Diyanet İşleri Başkanı Gazze'yi sahiplenerek, Haniye'yi sahiplenerek “Ayasofya'da hutbe okudu” diye. “Filistin'den bize ne” diyen de var, “Hamas'tan bize ne” diyen de var. Kardeşim bu İzzettin Kassam'a “terrorist” diyorsunuz, İzzettin Kassam Çanakkale'den o bölgeye gitti. Yani oradan geldi, geri oraya gitti. Sapla saman birbirine karışmış durumda. Ve maalesef bütün dünyada da böyle bir kriz yaşanıyor siyaseten de, yani Amerika'da da durum farklı değil, Fransa'da da, İngiltere'de de, Almanya'da da. Ve son birkaç gün içinde bu durum hem Türkiye açısından, hem bölgemiz açısından, hem dünya açısından krizin daha da derinleştiğini düşünüyorum.

Tuğrul Türkeş’in Gezi davasında yargılananlarla görüşmesi MHP'de tepkiyle karşılaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yani, siyasetin bir diğer adı İngilizce parlament. “Parle” konuşmak demektir. Dolayısıyla siyaset konuşarak yapılır, susarak ya da bağırıp çağırarak, küfrederek değil. Yani herkes bir şey söylüyor. Yani bir sürü tutarsızlıklar var. Yani ‘Soroscu’ diye adamı, işte ‘Gezi'nin arkasında onlar vardı’ diyorsunuz. TESEV Soros'un çizgisinde ya da Bilgi Üniversitesi… Soros'un fikirleri çerçevesinde oluşan yapılar. TESEV'de bir sürü AK Partili de var, CHP'li de var. Yani TESEV'de Soros'la ilişkili komisyonun sekreteryasını yapan kişi şu anda Beştepe'de. Yani aza koysan da olmuyor, çoğa koysan almıyor. Bu, Türkeş'in oğlu, MHP'de değil, buraya gelmiş, Ama bir takım tartışmalardan sonra görüşmeler yapıp, yani ara bulmak ya da bir yanlışlık varsa onu düzeltmek yolunda bir girişimde bulunduğunu ifade ediyor. Ya da böyle bir tartışma açarak belki AK Parti'den de gitmek, yeni bir MHP'den ayrılacaklar, İYİ Parti'den ayrılacaklarla yeni bir parti kurmaya da çalışıyor olabilir. Ama bir siyasinin bir takım kişilerle görüşmek istemesinin engellenmemesi ve bunun kınanmaması gerektiğini düşünüyorum. Herkes görüşebilmeli. Yani siyasetin yapılma şekli budur. Konuşmaktır. Hatta mecliste oturarak konuşmak, ayağa kalkıp parmak sallayarak değil. Herkesle konuşmak, kötü ve yanlış olanlarla da konuşacağız ki onları geri nasıl kazanabiliriz? Ben her zaman konuşmaktan yanayım. Tartışmayı bile doğru bulmam. Herkes fikrini söylesin. Anlaştıkları konuda birlikte hareket ederler. Anlaşmadıkları konularda da birbirlerine eğer beş temel emniyete uygunsa mazur görürler. Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil.

Hayvan yasasıyla ilgili düşünceniz nedir?

Bir şeyi önce dini olmalı, sonra ahlakı olmalı, sonra hukuku. Bizim dinimizde hayvanlarla ilgili hükümler bellidir. Bir kısmı mesela domuzdur, yaklaşmaman gerekir. Ne bileyim koyundur, keçidir, sığdır. Onları bizim yani vejetaryen değil, kurban da var bizim inancımızda. Ta kurban Hazreti Adem'den biri var. Hazreti İbrahim'de de var. İşte Yahudilerde de var sarı buzağı kurban etme meselesi. Eğer ehlileştirilmiş hayvanların dışındaki hayvanlarla ya da zararlı kabul ettiğimiz hayvanlarla ilişkimiz ne olacak? Bize zarar verdiği ölçüde ya uzaklaşacağız, yani onların hayat alanı orasıysa ve başka bir alternatifleri yoksa, biz oraya girmeyeceğiz. Onlar orada varlıklarını sürdürecekler. Bakın domuzlar da varlıklarını sürdürmeli. Biz onu yemeyeceğiz, ona dokunmayacağız. Bu başka bir şey. Ya biz uzaklaşacağız ya da onu uzaklaştıracağız. Onu uzaklaştırma şekli de onların barınmalarını sağlayacak tabiat da onlara bir alan açmak. Yani bunu ormanlık alanda olabilir, daha bu sokak hayvanlarının orada beslenmelerini, kendi hayatlarını sürdürebilmek için bir suya ihtiyaçları var. İkincisi beslenmeye ihtiyaçları var. Onların da orada var olmasını sağlamak gerekiyor. Ama mesela erkek civcivlerin hepsi tavuk ölçülükte öldürülüyor. Hiç kimse bunlara hayvan yerine koymuyor. Ya da ne bileyim, zirai ilaçları, bakın uzaklaştırma yöntemi farklıdır. Sivrisinek gelmesini istiyorsak fesleğen ekersiniz, olur biter. Domuz gelmesin istiyorsanız kenevir ekersiniz, olur biter. Ama biz hemen öldürme... Hayır, ya uzaklaştıracağız ya uzaklaşacağız. Ve bunu insani, ahlaki bir sorumluluk içinde yapmamız gerekiyor. Bizde şehir ormanları, yani şehre bitişik orman alanları yok. Ya da tamamen kapalı insanların oradaki canlı floranın varlığını sürdürebilmesi için kimsenin oraya piknik içinde gitmemesi lazım. Oradaki canlı floranın korunması lazım. Bu tür ormanlar işte milli parklar gibi falan yapıyorlar ama daha geniş alanda bunların değerlendirilmesi gerekiyor. Bu da böyle hemen Avrupa'dan falan tercüme edip yasa çıkartarak olan şeyler değil. Dün yasa çıkarttılar, bugün tekrar değiştiriyorlar. Yine değiştirmek zorunda kalacaklar. Bir de şu, her şeyi yasayla düzenlemek yanlış bir politika. Bir ülkede ne kadar çok yasa varsa özgürlükler o kadar az demektir. Demek ki teamüller... Ya anayasaya da gerek yok aslında, İngiltere'nin anayasası yok. Ve bu kadar yasaya da gerek yok. Önce dediğim gibi din, ahlak ve hukuk temelli çözümlere ihtiyacımız var. Ve ben yaptım oldu şeklinde değil, verdiğimiz kararın altyapısını da fiziken oluşturmamız gerek. Bunlar belediyeye yetki, sorumluluk vermekle yine onlar da işin içinden çıkamayacaklar.

Başta Diyarbakır olmak üzere Mardin, Van ve Şırnak'ın bazı ilçelerinde yollarda Türkçe olan ‘önce yaya’nın yanın Kürtçesi de yazıldı ama İçişleri Bakanlığı tarafından silindi. Bu tartışmaya sebep oldu.

Önce, biz doğduğumuzda ana babayı kendimiz seçmedik. Doğduğumuz toprağı kendimiz seçmedik. Derimizin rengini kendimiz seçmedik. Cinsiyetimizi kendimiz seçmedik. Doğduğumuz ana babayı da kendimiz seçmedik. Bunun üzerinde hak talebi ve bunun üzerinde tartışmanın hiç kimseye hiçbir faydası dünyada da olmaz, ahirette de olmaz. Herkes için doğru olanı yapmamız gerekir. Yani eğer Kürtler için bu hak veriliyor, ötekiler için verilmiyorsa bu hak değildir, bu gasptır. Gürcüler için de verilecek, Ermeniler için de verilecek, Araplar için de verilecek. Hatta bırakın onu, mesela Edirne ilinin Bulgaristan sınırındaki giriş bölgelerinde Bulgaristan tabelası, Bulgarca'da tabelalara yazı yazalım. İnsanlar kolayca işlerini görsünler ve o bölgedeki okullara Bulgarca'yı seçmeli ders olarak koyalım. Bakın Kürt diye başlarsak, Arap diye başlarsak çıkamayız. Bu aldatmacadır, şeytanın aldatmacasıdır. Fikri kavmiyeti telin ediyor peygamber. Her halkın kendi geleneğini, dilini, hatta inancını, bizim inancımız öyledir. Herkes inandığı gibi yaşar. Yahudisi, Hristiyanı, Müslümanı. Onun için sadece bir gruba bir hak tanımak, o hak Allah'a giden hak değil. İmtiyazların hepsi fikri kavmiyetten kaynaklanır. Hayır, biz herkese adalet vaat edeceğiz. Yani Yunanistan sınırındakiler, Yunanistan'la düşman olsan da, dost olsan da… Bu Kürt söyleminin Kürtlere de Türklere de hayrı da yok, faydası da yok. Kan ve gözyaşından başka hiçbir şey vermez. Bu Allah'ın takdiridir. Ve herkesin kendi dilini, geleneğini yaşama hakkı vardır. Mal, can, namus, akıl, inanç ve nesil emniyetini koruyucu her türlü tedbiri alacağız. Türkiye'nin İran sınırındakiler seçmeli ders olarak Farsçayı, Irak ve Suriye sınırındakiler seçmeli ders olarak Arapçayı. Oradan gelenlerle ticaret yapmak, oralara kendilerini anlatarak kendi Türkiye'nin dünyadaki daha doğru tanınması, daha sınırlarımızla kardeşlerimizle dost olmasının yolu varken Eğer kavmiyetçilik yapılırsa, tekrar söylüyorum Mehmet Akif'te, fikri kavmiyeti tel'in ediyor peygamber. İlk faşist, ilk ırkçı, ilk haram, ilk lanet şeytanadır. Şeytan kendi için hak istemiştir. Hak için hakka atifeti ilahiye olarak verilen şeyleri kim kaspederse, bunun Kürt mü, Türk mü, Müslüman mı, değil mi, o yok. Onun için tartışma yanlış gidiyor ülkemizde ve 1978'den beri Bu kan durmadı, bu akılsızlıkla da bu kan durmaz. Sonuçta ölen de öldüren de eğer ırkçılık uğruna bunu yapıyorsa bu dünyada da perişan olurlar, ahirette de gidecekleri yer ila cehennemiz zümera olur. Amerika'nın oyuncağı olur, İsrail'in oyuncağı olur, İngilizlerin oyuncağı olur, Oyuncağı olur. Bunu din adına yapsanız da böyle, IŞİD gibi olur. Irk adına yapsanız da olsa PYD, PKK ile görüyoruz bunu. İster Almanlar adına yap, ister Türkler adına yap. Aynı kapıya çıkar. Anlatabildim mi?

Ben tümünü bu anlamda, deminden beri söylediğim anlamda reddediyorum. Ankara'nın politikasını da, Kandil'in politikasını da, PYD'nin politikasını da, Arapçısını da reddediyorum, Gürcücüsünü de reddediyorum. Bakın, bu çözüm değil. Ben başka bir şey söylüyorum. İnsanın hakkı, atifeti ilahiye olarak yaratılışla verilen hakkı herkes savunması gerek. Türk, Kürt'ün hakkını savunmadan cennete giremez. Bu dünya bir imtihan yeridir ve biz bu dünyayı kendi ellerimizle birbirimize cehennem ediyoruz. Öbür dünyada da gideceğimiz bu akılsızlıkla yer cehennemdir. Ben insanları Allah'ın rızasına cennete çağırıyorum. Dileyen gelir, dileyen gider.

Son günlerde yine tartışma konusu olan emeklilerin maaşı var. Siz, bir emekli olarak nasıl değerlendiriyorsunuz bu talepleri?

Ben, bu kavgada yokum. Benim için havaici asliye vardır, asgari ücret değil. Yani üç çocuklu bir aileyle yeni evlenmiş birisi, bekar birisi aynı değildir. Anne babasına, hasta anne babasına, yatalak dedesine bakan bir değildir. Bunların geçim indekslerine göre asgari olan değil havaici asliye onun insanca yaşamasının altyapısını oluşturacak şey bunun yükümlülüğü sadece devlete de düşmez. Devlet bunun bir kısmını verir. Yerel yönetim bunun bir kısmını verir. Vakıf bunun bir kısmını verir. Cami bir kısmını verir. Yani zekası doğru toplarsak Biz kardeşiz. Mağduriyeti dengelemiyorsanız terör olur, hırsızlık olur, düşmanlık olur. Cami bunun sorumluluğunu kabul etmiyorsa, merkezi hükümet sorumluluğunu kabul etmiyorsa, yerel yönetim sorumluluğunu kabul etmiyorsa, vakıflar artık siyasetin arka bahçesi olmuşsa hiçbir halt olmaz. Bu şekilde de hangi parti gelirse gelsin bu çözemez. Herkes birbirini suçlar. Asgari ücret mantığı batıdan gelen bir şeydir. Bizim için asıl olan havaici asliyedir. Asli ihtiyaçların toplum tarafından garanti edilmesi gerekir. Kimse zekatını vermiyor. Zekatın muhasebesi de yapılmıyor. Zekat ticarette yüzde iki buçuk, tarım hayvancılıkta yüzde on, madende yüzde yirmidir. Ekonomik paçalı bu. Zekatla hepsini karşılamayacaksın. Çalıştığı yerde işverenin bir verim verme kapasitesi var.

“Ben bu kavganın içinde değilim” derken ne demek isteniz?

Ben, Havacı Asliye'nin dört kademede karşılanmasından yanayım. Hepsi bir defa emekliliğin, emeklinin çalışırken verdiği primin real karşılığını vermiyorsanız adama çalıyorsunuz onun malını. Yani pazarlık konusu değil bu. Eğer emekli, emeklilik priminden elde ettiği maaşla da diyorum size, dedesine de bakıyorsa, ana babasına bakıyorsa, evliyse, üç çocuğu varsa, asgari ücretle kurtaramazsınız onu. Başka bir şey söylüyorum ben. Bu akılsızlıkla bir yere varamayız. Bizim geleneğimizdeki bunun hesaplama şekli farklıdır diyorum. Yani ama millet benim tamam 75 bin lira olsun emeklinin asgari ücreti ama dolar da 75 lira olsun. Ne anladım ben bundan? Yani rakamlarla oynayarak insanların ihtiyaçlarını karşılamış olabilir misiniz? Olmaz böyle bir şey.Ve bu bir kör dövüşü böyle gidiyor. Kürt meselesi de böyle. Yani emekli meselesi de böyle ve buradan da bu şekilde çözüm üretemeyiz.

Süleyman Soylu'nun dokunulmazlığının kaldırılması için meclise bir başvurusu vardı. Sizce Süleyman Soylu neden böyle bir şey yaptı?

Yani, muhtemelen kendisinin iktidar partilere oy verirse ancak dokunulmazlık kalkar. Böyle bir şey yaparlarsa da Soylu ayrılır, parti kurar. Parti kurduğu zaman da MHP ve AK Parti'nin oyları kanun çıkartmaya yetmez. Anlatabiliyor muyum? O zaman kendisiyle yeniden pazarlık yapılması gerekir. Dokunulmazlığı kaldırılınca yargılanması gerekir, yargılanınca da bu şartlarda beraat etmesi gerekir. Yani ben bu tür siyasi taktikleri çok doğru şeyler olarak görmüyorum. Ama maalesef bu iktidarında da, muhalefetinde de bu şekilde yürütülüyor, devam ediyor. Herkes eğer suç işlemişse yargılanabilmeli. Herkes eğer ceza gerekiyorsa cezalandırılabilmeli. Ama Türkiye'de bu işler böyle olmuyor uzun zamandır.

Süleyman Soylu parti kurabilir mi?

Bakın, her şey mümkündür. Yani bir insan hakkında bir sürü iddialar var ve “benim dokunulmazlığımı kaldırın” diyorsa, başka bir şey daha demiş olur.

Yani?

İşte onu anlatıyorum.

Parti kurabilir mi?

Bakın, başka bir şey daha demiş olabilir. Ben kalbini yarıp bakmadım. Arka planda neler. Ama ben olabilecekleri söylüyorum. Yani buradan baktığımda, durup dururken böyle bir şey söylüyorsanız, sizin dilinizin altında başka bir şey daha vardır.

Sizce ne olabilir dilinin altında?

Ya bakın, söylentileri artırmak bizi gerçeğe götürmez. Onu göreceğiz. Yani iktidar, en basitini söyleyeyim, dokunulmazlığını kaldırmayacak. Çünkü dokunulmazlığını kaldırırsan, 30 milletvekiliyle atıyorum, gidecekse ne olur? Sonuç ne olur? Eğer dokunulmazlığı kaldırılmıyorsa da bu konuda “Soylu’nun dokunulmazlığı kalsın” diye yaygara kopartmanın bir anlamı yok. “Hadi kaldırabiliyorsan kaldır” diyor. Bu oyunda bazen blöfler olabilir. Siyasette de bunlar sürpriz değil.

Sizce Erdoğan neden “Gazze’ye girebiliriz” dedi?

Öyle bir şey restleşmeyi duymak istiyor. Çünkü bir yandan ticaretin devam ettiğine ilişkin ya da Türkiye'nin bu alanda çok söylemde kaldığı hatta protestoları bile çok istemediği yani polisiye tedbirlerle bunların caydırılmaya çalışıldığına ilişkin bir tam oyunda algı var. Böyle bir çıkış yaparak aslında kendi tabanından sempati toplamak istedi ama hem İsrail'den hem de muhalefetten sert tepki aldı. Bundan sonra ne yapacak bilmiyorum. Çünkü ikinci defa da aynı şeyleri tekrarladı. Bakalım. Yani bu restleşmeler daha da derinleşecek olursa daha can sakıcı bir hale gelir. İnsanların aklından geçeni, kalbinden geçeni benim bilmem mümkün değil. Ama o söylemin kendisine de Türkiye'nin siyasetine de bu şekliyle faydalı olduğunu düşünmüyorum. Ama bunu söyleme gereği duyuyorsa, Türkiye'de bunun toplumsal bir talebi var. Milli Güvenlik Kurulu'nu toplarsınız. Bunu Rize’de parti teşkilatında değil, Milli Savunma Bakanı, MİT ve Genelkurul Cumhurbaşkanı ile görüşürsünüz. ve İsrail'in Lübnan'a girmesi halinde Lübnan'la da hemen bir savunma işbirliği anlaşması imzalarsınız. Biz, Lübnan'a aktif destek vereceğiz. “Gazze'yi de destekliyoruz” dersiniz. Ama biz hala Mavi Marmara gibi bir insani yardım konvoyu var. Çıkış limandan insani yardım yüklü gemilerin çıkışı bile mümkün olmuyor.