Adana Kadın Platformu Uzman Çavuş Musa Orhan'ın cinsel saldırısına uğradıktan sonra hayatını kaybeden İpek Er ve katledilen Kadınlarla ilgili basın açıklaması yaptı.

"Her gün katlediliyor, şiddet görüyor, tacize/tecavüze uğruyoruz. Konu yargı önüne geldiğinde ise adaletin terazisi hep erkekten yana tartıyor. 2020’nin ilk yedi ayında 182 kadın cinayeti 100 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Ağustos ayında ise ülkenin her yerinden sözde intihar ve cinayet haberleri almaya devam ettik" diyen kadınlar kadın cinayetlerinin durdurulması için çağrı yaptı. Adana Kadın Platformu'nun açıklaması şu şekilde: Temmuz ayında Siirt’te uzman çavuş Musa Orhan’ın cinsel saldırısına uğrayan 18 yaşındaki İpek Er, olayla ilgili şikayette bulunmuş, ancak yargı tecavüz şüphelisini serbest bırakmıştı. İntihara sürüklenen İpek yaşamını kaybetti. Yargı, Musa Orhan’ın tutuklanması için yine sosyal medyada tepkinin yükselmesini bekledi. Zanlının tutuklanmasının ardından açıklama yapan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Musa Orhan'ın tutuklanması için konuyu gündemde tutanların amacının HDP milletvekilinin ve diğer PKK’lıların yaptıklarının üstünü örtmek" olduğunu iddia etti. Soylu açıklamasında İpek’in adını dahi anmazken, İpek’in ağabeyinin polis olması dolayısı ile cenazenin onların cenazesi olduğunu söyledi. Biz bu söylemleri kabul etmiyoruz. Ağabeyi polis diyerek bir kadının cenazesini sahiplenmek yerine İstanbul Sözleşmesini uygulayın, kadınların cenazelerini sahiplenmeye değil kadınları yaşatmaya odaklanın!

"KADIN CİNAYETLERİ SENARYOLARI HER YERDE VAR"

Bu hafta, Şule Çet, Nadira Kadirova ve pek çok kadın cinayetinden bildiğimiz senaryoyu bir kez de Antep’ten duyduk. Duygu Delen, erkek arkadaşı Mehmet Kaplan tarafından 4. kattaki evin balkonundan atılarak öldürüldü. Dosyaya kısıtlama getirilmesi sebebiyle Duygu’nun otopsi raporu dahi saklanmak istendi. Sonraki günlerde ise Mehmet Kaplan’ın daha önce alkollü araç kullanarak bir kadının ölümüne sebep olduğu, ev hapsi kararını da çiğnediği ortaya çıktı. 3 yıl önce Özel Harekatçı Fatih Aykul tarafından öldürülen Feray Şahin için adalet hala sağlanmadı. Feray’ın katili indirimler ile 5 yıl 3 ay ceza aldı ve 1,5 yıl cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakıldı, şimdi dışarda. 5 Ocak tarihinden beri kayıp olan Gülistan Doku için valilik “sonuç alınamamıştır” diyerek arama çalışmalarını bitirdiğini duyurdu. Bir polis oğlu olan Zainal Abarakov babasının pozisyonunu kullanarak delilleri kararttı, soruşturmayı engelledi. Gülistan için de adalet halen sağlanmadı. Bundan tam 4 yıl önce, Hande Kaner, tecavüze maruz bırakılıp yakılarak katledildi. Katilleri bulunmadı, cezalandırılmadı. Bir yıl önce, Emine Bulut, kızının ve tüm ülkenin gözleri önünde “ölmek istemiyorum” çığlıkları arasında eski eşi tarafından vahşice katledildi. Tüm bunlar olurken iktidar kadına yönelik şiddeti önlemek yerine, eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren kadınlara saldırmayı tercih ediyor. Yakın süreçte Rosa Kadın Derneği ve diğer pek çok kadın kurumuna yapılanlar, en son KESK Merkez Kadın Sekreteri Derya Yulcu’nun tutuklanması gibi baskı ve sindirme politikaları iktidarın temel uygulaması haline gelmiş durumda.

"İKTİDAR KADIN CİNAYETLERİNİ DEĞİL İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİ TARTIŞIYOR"

Öte yandan, kadına yönelik şiddetin, kadın katliamlarının bu kadar arttığı bir dönemde iktidar aylardır İstanbul Sözleşmesini tartıştırıyor. Önceki gün gerçekleşen AKP MYK toplantısında sözleşmeye dair atılacak adımların netleşmeye başladığı söyleniyor. Biz kadınlar biliyoruz ki, İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı uzman çavuş Musa Orhan, İpek’in ilk başvurusu ile tutuklanmış, İpek intihara sürüklenmemiş olurdu. İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı Feray, Emine, Şule, Nadira, Pınar, Gülistan, Hande ve adlarını saymakla bitiremeyeceğimiz birçok kadın yanımızda olurdu. Çünkü İstanbul Sözleşmesi, cinsiyetler arası eşitliğin sağlanması ile şiddetin ortandan kaldırılmasını, şiddet görenin korunmasını, şiddet uygulayanın ise cezalandırılmasının sağlanmasını amaçlıyor. Bir toplumda kadının insan hakları ısrarla saldırıya açılıyorsa şüphesiz ki o toplum adaletten çok çok uzaktadır. Kadınlar olarak olmayan adaleti aramak için karakolları, adliyeleri doldurduğumuz bu ülkede; devletin kurumlarının İstanbul Sözleşmesinde ve yasalarda açık seçik belirtilmiş görevlerini yerine getirmedikleri için “koruma” kararları ceplerimizde öldürüldüğümüzü bildiğimiz gibi gücümüzün birliğimiz, dayanışmamız, kız kardeşliğimiz olduğunu da biliyoruz. İstanbul Sözleşmesini uygulamayanlara, Sözleşmeyi kaldırmak isteyenlere bir kez daha sesleniyoruz: Bizler sokaklardan, meydanlardan, mahallelerden, işyerlerimizden, kampüslerden, mahkeme salonlarından ve bulunduğumuz her yerden ilmek ilmek ördüğümüz dayanışmamızla tecavüzcüleri, istismarcıları, katilleri, erkek adaleti alaşağı edecek, haklarımızdan ve hayatlarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz!