Ankara, NATO zirvesinde ne yapabilir

Abone Ol

Litvanya'nın başkenti Vilnius’da, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde, NATO'nun devlet başkanları toplantısı başlayacak. Toplantıda NATO Genel Sekreteri  Jens Stoltenberg’in görev süresi uzatılacak ama en önemli gündem maddesi  İsveç'in NATO üyeliğinin onaylanmasıdır. Türkiye, İsveç'in ülkesinde terör faaliyetlerine izin verdiği özellikle PKK'nin çalışmalarını engellemediği, hatta desteklediği iddiasıyla NATO üyeliğini bloke ediyor. NATO'nun 2035-2040 yılına kadar askeri güvenlik stratejisinde Baltık ülkelerinin özellikle Finlandiya ve İsveç'in sürece dâhil ederek yeni bir strateji belirledi ve çatışma alanlarının bu bölgelere doğru kayacağı hesaplanıyor.

Birincisi, Mesele sadece İskandinavya ülkelerinin güvenliği olmayıp aslında Bering boğazı üzerinden ABD'nin askeri güvenliği bakımından da önemli bir sıçratma tahtası olarak görülmektedir. Bu bakımdan NATO'nun Rusya'ya karşı belirlediği yeni askeri savaş konsepti, özellikle küresel ilişkilerin geleceği bakımdan hayati derecede önemlidir. Bu nedenle Türkiye'nin İsveç'in üyeliğine karşı çıkmasının askeri ve politik gerekçeleri belirli bir yere kadar olacağı bütün NATO üye ülkelerinin bildiği bir durum. Türkiye'nin kendi çıkarlarına gelince İsveç'in NATO'ya üye edilmesini onaylamak için bir kısım kazançlar elde ederek özellikle iç kamuoyunda bir başarı hikâyesi yazmak istiyor.

 İkincisi, Hakan Fidan'ın Dışişleri Bakanı olmasıyla NATO ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığını söylemek yanlış olmaz. Türkiye çok farklı düzeylerde itirazlar ileri sürse de bir noktadan sonra İsveç'in NATO'ya üyeliğini bir şekilde onaylayacaktır. Türkiye'nin belirlediği politikanın kendi içerisinde bir kısım açmazların olduğunu söyleyebiliriz. Ankara'daki iktidar İsveç'in üyeliğini onaylarken bazı konulardan sonuçlar elde etmek istiyor. Fidan, oluşturulan dengelerde eski MİT Başkanı olması nedeniyle belirli bir ilerleme sağlamaya çalışıyor. Bir bakıma Cumhurbaşkanından farklı olarak arka plan diplomasisini uyguluyor.

Üçüncüsü, Ankara, İsveç üzerinden PKK'yı izole etmenin yollarını arıyor. İsveç'in bu konuda nispi adımlar attığını ve Türkiye'nin taleplerini nispeten yerine getirdiğini söyleyebiliriz. NATO’nun, PKK'yi bir ‘terör hareketi’ olarak değerlendirmesi nedeniyle İsveç’in bir kısım önlemler alması olağan görülüyor. Ancak Ankara'nın istediği özellikle Kürt Sivil Toplum Örgütlerine yönelik bir bütünlüklü bir tasfiye politikasının, İsveç hükümeti tarafından kabul görmesi pek mümkün görünmüyor. Ayrıca İsveç'te Kur'an-ı Kerim'in yakılmasına ilişkin provokatif eylemlerin Ankara, Stockholm ilişkilerini germeye yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye'nin İsveç’in NATO üyeliğine onay için ileri sürdüğü PKK şartının NATO normları içerisinde değerlendirileceğini ve buna göre biri politika belirleneceğini söyleyebiliriz.

Dördüncüsü, Her ne kadar Ankara, PKK meselesini daha çok tartışsa da esas meselenin Türkiye'nin bölgedeki askeri güç dengelerinde kendi pozisyonunu koruyabilmesi için F-16'ların mutlak bir şekilde modernize edilmesi gerekiyor. Türkiye'nin F-35 programından çıkartılmış olması ve Yunanistan'a F-35'lerin satılmasının ABD Kongresinde kabul görülerek onaylanması, Ege'de ve Akdeniz'de askeri güç dengelerini Türkiye'nin aleyhine etkileyebilecek en önemli faktörlerden biri olacaktır. Türkiye'nin Dışişleri ve Savunma Bakanlığı bürokratlarının arka planda üzerinde durdukları belki de ABD ile yapılan görüşmelerde en önemli şartın; F-16'ların modernizasyonu konusundaki blokenin kaldırılmasıdır. Biden yönetiminin bu talebi olumlu gördüğü ve bu konuda pozitif bir karar verilmesi için kongreye tavsiyede bulunduğu biliniyor. Ancak Kongrenin hem Dış ilişkiler hem Savunma Komitesi başkanlarının F-16'ların modernizasyonuna onay verilmesini şartlarını ‘İsveç'in üyeliğinin onaylamasına bağlamaları’  Türkiye üzerinde baskı oluşturma ve karar vermeye zorlama planıdır.  

Beşincisi, Ankara'nın Ukrayna ve Rusya ilişkilerinde kurduğu dengenin giderek kontrolden çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. Önümüzdeki süreçte Türkiye'nin politik yönelimleri konusunda yeni sorunlar ve sorular gündeme gelecektir.  Dışişleri Bakanı Fidan'ın dış politikanın yönünü giderek NATO'ya doğru yönlendirmesi, cumhurbaşkanı belirlediği politikaları ve söylemlerini etkilemeye başladı. Örneğin birkaç gün önce Zelenski ile yaptığı görüşmede, ‘Ukrayna'nın NATO'ya alınması gerektiğine dair yapmış olduğu açıklama hem ABD’yi ve Avrupa Birliği'ni hem de Rusya'yı şaşırttı denebilir. Ukrayna'nın 'Azov Taburu' komutanları olarak bilinen ve neo-faşist olarak tanımlanan 5 kişinin Zelenski'ye teslim etmesi, Rusya cephesinde çok sert karşılık buldu. Çünkü yapılan anlaşma gereği bu kişilerin Ukrayna ve Rusya arasındaki savaş bitene kadar Türkiye'de kalacakları belirtilmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu kararı ihlal ederek 5 komutanı Zelenski’yle birlikte göndermesi, NATO toplantısının ön gününde olması da bir tesadüf değildir. Değişim hamlesinin bir bakıma ‘radikal’ çıkışlarla tescil etmesi anlamına gelir. Yani cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugüne kadar izlediği NATO-Rusya dengesinin Fidan ile birlikte NATO'ya doğru evirildiğini söyleyebiliriz.

Altıncısı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsveç'in NATO'ya alınması şartını, bu kez Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik koşuluna bağlaması da planlanmış bir stratejiye dayanmıyor. Böyle bir taleple NATO zirvesine gitmek, Türkiye'yi çok daha zora sokacaktır. Çünkü Avrupa Birliğine yönelik üyelik müzakerelerinin durmuş olması Türkiye’nin protokole ilişkin bir kısım sorumluluklarını yerine getirmemiş olmasıdır. Türkiye'nin altına imzasını attığı ve uzun yılları uyguladığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)’nin kararlarını yerine getirmemesi, demokratikleşmeye ilişkin adımlarının atılmaması, Anti Terör yasasındaki değişiklikleri yapmamış olmasını sıralayabiliriz. Türkiye'nin İsveç üyeliğini bu şarta bağlaması esasen Türkiye’nin İsveç'e yönelik izlediği strateji ciddi oranda başarısız kaldığı anlamına gelir.

Yedincisi, Türkiye'nin temel meselesi sorunları esasen ABD ile olan ilişkilere bağlıdır bunu bir başka yönü de ABD'nin Kuzey-Doğu Suriye’de Suriye Demokratik Güçleri(SDG)  ile kurduğu ve giderek kalıcılaşan askeri ve politik ilişkileridir. Her ne kadar Türkiye, SDG’yi ‘terör örgütü’ kapsamında görse de hiçbir NATO üyesinin böyle yaklaşmadığını tersine işbirliği yapılması gereken bir örgüt olarak gördüğünü biliyoruz. Bunun nedenle Suriye'deki değişim ve dönüşüme paralel olarak Kuzey Doğu Suriye'nin özerk yapısını korunması konusunda hemfikirdirler.  Bu gerçeği gören Ankara, ABD ya da NATO ile bu sorunu çözemeyeceğinin farkındadır. Önümüzdeki dönemde Dışişleri Bakanı Fidan’ın bu konuda bir kısım adımlar atarak yeni bir politik denge oluşturması kimseye sürpriz gelmemelidir. 

Sekizincisi, Rusya ile oluşan ilişkilerin geleceği konusunda yeni krizlerin ortaya çıkacağına dair birçok verinin oluştuğunu söyleyebiliriz. Yakın dönemde Ankara’nın belki de istemediği tek şey Moskova ile ilişkilerin gerilmesi ve kırılmasıdır. Rusya ile bozulma eğilimi artan ilişkilerin telafisi için Türkiye'nin, Suriye'de Rusya'nın politikasına uygun bir adım atarak İdlib, Afrin ve Elbab'ı Şam'a teslim etmesi için süreç başlatabilir. Ankara'nın ekonomik politik ve askeri olarak bir bakıma Rusya'nın kıskacında olduğu dikkate alındığında Moskova'yı kızdıracak bir kısım adımların atılması krizi derinleştirmesi pekâlâ mümkündür.

Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini onaylaması çok yüksek bir olasılık olarak ön plana çıkıyor. Buna paralel olarak özellikle F-16’ların modernizasyonunun önünün açılması sağlanabilir. Bunun dışındaki taleplerin gündeme getirilmesi ve özellikli AB üyelik sürecinin yeniden aktifleştirilmesi talebinin karşılanması pek mümkün görünmüyor. Almanya Başbakanı Scholz böyle bir tartışmanın önünü kesmekle birlikte eğer Ankara belirlenen kriterler konusunda adım atarsa sürecin yeniden başlayabileceğine dair NATO üyesi AB başkanları bir mesaj verebilirler.