Haber: Fatoş Erdoğan
Cumartesi Anneleri’nin, AYM'nin verdiği ihlal kararlarına rağmen, 8 Nisan-11 Kasım 2023 tarihleri arasında Galatasaray Meydanı’nda basın açıklaması yapma girişimi her seferinde polis şiddeti ile engellendi. Mevcut yasalara göre suç unsuru olmamasına rağmen hukuka aykırı olarak 29 kez gözaltına alındılar, bu süreçte Cumartesi Anneleri hakkında 29 soruşturma açıldı. Soruşturmalardan 28 tanesi hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilirken, tamamen benzer koşullardaki 950. hafta için dava açıldı.
Cumartesi Anneleri’ne açılan davanın üçüncü duruşması İstanbul 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yapılacaktı, avukatların büyük salon talebi üzerine duruşma büyük salon 27.Ağır Ceza Mahkemesi’ne alındı.
İHD yönetecileri ve çok sayıda insan hakları savucusunun izlediği duruşmaya, Af Örgütü, ABD Konsolosluğu temsilcisi, TİHV, AB Temsilcisi, P24 Bağımsız Gazetecilik Platformu, MLSA, Hafıza Merkezi de gözlemci olarak katıldı.
Cumartesi Anneleri ve hak savunucuların yargılandığı davada daha önce beyanı alınmayan Besna Tosun, Sebla Arcan, İrfan Bilgin, Selvi Gülmez beyanda bulundu.
Besna Tosun: "İsterdim ki bugün burada yargılanan, babamı bizden alırken yüzümüze gülen o insanlık suçunun failleri olsun; ama onlar değil, ben yargılanıyorum." dedi.
Gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun'un kızı Besna Tosun beyanında şunları söyledi:
"19 Ekim 1995’te üç sivil polis tarafından evinin önünden gözaltına alınarak kaybedilen Fehmi Tosun’un kızıyım. Aynı zamanda babamın kaybedilmesinin tanığıyım. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suçun tanığı olmama rağmen, üçüncü kez sanık olarak hâkim karşısındayım. Babamı kaybedenler 29 yıldır yargılanmadı, kaybetme emrini verenler yargılanmadı. Bu insanlık suçunu işleyenleri koruyanlar yargılanmadı. Sokak ortasında bileğime altı kelepçe takıp bana işkence yapan polis amiri yargılanmadı ve hâlâ görevi başında. Ama babamın akıbetini öğrenmek ve onu kaybedenlerin adil bir yargı önünde hesap vermesini istediğim için bugün bir kez daha yargılanıyorum. Öyleyse yargılama konusu olan Cumartesi Anneleri’nin 950. haftası ve Galatasaray’a çıkış sürecimle ilgili bir özet geçeyim. Neden Galatasaray’a çıktım ve neden orada kalmak için direniyorum?
19 Ekim 1995’te akşam eve giderken babamın üç kişiyle birlikte evimizin önünde durduğunu gördüm. Babam bitkin görünüyordu ve ayakta durmakta zorlanıyordu. Yaklaştığımı gören iki kişi, babamın koluna girdi ve onu evimizin yan tarafında bulunan bahçeye indirdi. Bir kişi bahçenin önünde duran beyaz, 34 UD 59 plakalı aracın bahçe tarafındaki kapılarını açık tutmuş, bekliyordu. Bahçenin önüne geldiğimde eğilip baktım ama bahçe ışıklandırması olmadığı için oradakileri göremedim. Aracın yanında bekleyen kişiyi babamın arkadaşı sanıp yüzüne baktım, birbirimize gülümsedik… Ben eve çıktıktan birkaç dakika sonra babam Fehmi Tosun, İstanbul-Avcılar’daki evimizin önünden, annemin, kardeşlerimin, benim ve komşularımızın gözü önünde, silahlı ve telsizli olduğunu gördüğümüz üç kişi tarafından zorla bir araca bindirilerek götürüldü. Ve bir daha babamdan haber alamadık.
İnsan Hakları Derneği ile birlikte tüm yasal yollara başvurduk ancak babamın gözaltına alındığı devletin bütün kademelerince inkâr edildi. Olaya karışan aracın plakasının araştırılması talebimiz ise “özel yaşamın gizliliği” gerekçesiyle reddedildi. İç hukuktan sonuç alınamayınca davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdık. 2003 yılında sonuçlanan davamızda AKP hükümeti AİHM’e verdiği savunmada, “Hükümetimiz Fehmi Tosun'un kaybolması olayının meydana gelmesinden dolayı üzgündür. Bir kimsenin kaybolması olayı hakkındaki soruşturmanın eksik yapılmasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. Maddesi’nin (yani yaşam hakkının) ihlalini oluşturduğu kabul edilmektedir” dedi ve yaşam hakkı ihlallerinde gerekli tüm önlemleri alıp, etkili soruşturmaların yürütülmesini zorunlu kılan talimatları vermeyi taahhüt etti. Ancak hükümet, bu taahhüdünü yerine getirmediği gibi babamın akıbetini soran Birleşmiş Milletler Örgütü’ne de defalarca gerçek dışı bilgiler verdi. Yargılamamızın konusu bu değil diyebilirsiniz ama ne yazık ki konumuz tam da bu. Galatasaray’a çıkma nedenlerim bunlar. Babamın akıbeti açıklansaydı, failleri yargılansaydı, yani adalet sağlansaydı ne ben ne de diğer kayıp aileleri 1001 hafta boyunca Galatasaray Meydanı’na çıkardık. Bugün de burada yargılanmazdık.
Tanıklığımıza, delillerimize, AİHM’in tespitlerine ve hükümetin suçu üstlenmesine rağmen dosyamız iç hukukta etkin bir soruşturma yapılmadan, zamanaşımından takipsizlik kararı verilerek kapatıldı. Takipsizlik kararına yapılan itirazımız reddedildi. Anayasa Mahkemesi’ne taşınan davadan da bir sonuç alamadık. Yani bütün hak arama yolları bize kapatıldı.
Bizler de 1001 haftadır kayıplarımızın bulunması ve adaletin sağlanması talebiyle Galatasaray Meydanı’nda bir araya geliyoruz.
Bugün yargılama konusu olan 950. haftamız için iddianamede "kolluk görevlileri tarafından yasaklama kararı iletilmesine rağmen yapmış olduğu izinsiz protestoyu kendi rızaları ile sonlandırmaması üzerine şüpheliler hakkında soruşturma işlemlerine başlanıldığı" yazıyor.
Sayın hâkim, Anayasa’nın 34. Maddesi’nde, önceden izin almadan herkesin barışçıl toplantı ve gösteri düzenleme hakkına sahip olduğu net bir şekilde ifade edilmiştir.
AİHM, AYM, Yargıtay içtihatlarına göre de toplanma ve gösteri özgürlüğü izne tâbi değildir ve yer seçmeyi de içerir. Kısacası suç olan Galatasaray’da yapmak istediğimiz barışçıl buluşmalarımız değil, suç olan barışçıl buluşmalarımızın polis şiddetiyle engellenmesidir.
700. haftamızdan itibaren Galatasaray bizlere ve tüm topluma kapatılmış durumda. AYM, Galatasaray Meydanı’na yönelik yasaklamayla ilgili 2018’den beri yürüttüğümüz hukuki mücadele sonucu, 2023 yılında verdiği iki ayrı kararda Cumartesi Anneleri’nin engellenmesini, Anayasa’nın 34. Maddesi’nde güvenceye alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali olarak hükme bağladı.
AYM'nin verdiği ihlal kararlarına rağmen, 8 Nisan-11 Kasım 2023 tarihleri arasında Galatasaray Meydanı’nda basın açıklaması yapma girişimimiz her seferinde polis şiddeti ile engellendi. Mevcut yasalara göre suç unsuru olmamasına rağmen hukuka aykırı olarak 29 kez gözaltına alındık, bu süreçte hakkımızda 29 soruşturma açıldı. Soruşturmalardan 28 tanesi hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilirken, tamamen benzer koşullardaki 950. hafta için bu dava açıldı.
950. haftamızda Galatasaray’a daha varmadan İstiklal Caddesi üzerinde yürürken polis çemberine alındık. Eylemin Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklandığı söylendi. Yasaklama kararını görmek istediğimizde ise “Kaymakamlık sitesinde” olduğu söylendi. 29 hafta boyunca aynı gerekçe ile yasaklama kararı gösterilmedi ve söylendiğinin aksine karar hiçbir hafta Beyoğlu Kaymakamlığı sitesinde yayımlanmadı. Aramızda 74, 84 yaşında yaşlı anneler olmasına rağmen dağılmamız için koridor açılmadı. Gözaltı işlemine direnmediğimiz halde 84 yaşındaki annelerimiz dahil hepimize kelepçe takıldı ve saatlerce kelepçeli halde klimasız, havasız araçlarda bekletildik.
29 yıl önce babamı aramaya başladığım yol beni bu duruşma salonuna getirdi. İsterdim ki bugün burada yargılanan, babamı bizden alırken yüzümüze gülen o insanlık suçunun failleri olsun; ama onlar değil, ben yargılanıyorum.
29 yıldır hayatımın akışını değiştiren, daha doğrusu hayatımı cehenneme çeviren o gülümseme ile baş etmeye çalışıyorum. Kimseyi düşmanlaştırmadan, nefret etmeden, kırıp dökmeden yaşamaya çalışıyorum ama izin vermiyorsunuz. Bu ülke bir hukuk devleti olsaydı, adil bir yargılama faaliyeti yürütülseydi babamın başına ne geldiği, nerede olduğu tespit edilir, cenazesi usulüne uygun bir şekilde bize teslim edilirdi ve babamı kaybeden fail, politik sorumluları yargılanarak cezalandırılırdı.
Zorla kaybedilen sevdiklerimizin nerede olduğunu bilmeye hakkımız var. Hakikati bilme hakkımız var. Adalete ulaşmaya hakkımız var. Bu haklarımızı talep etmeyi suçmuş gibi gösterenler insanlığa karşı suç işleyenlerin hesap vermesini engelliyor.
29 yıldır babamı kaybedenler, yani insanlığa karşı suç işleyenler cezasızlıkla ödüllendirilirken; ben hapis cezası istemiyle yargılanıyorum. Bunca haksızlığa, hukuksuzluğa rağmen adalete olan inancımı bu yargılamalarla zedeleyemezsiniz.
Hiçbir hukuki dayanağı olmayan keyfi yargılamalarla adalet talebimiz susturmak isteniyor, susmayacağım!
29 yıldır aradığımız mezarsız sevdiklerimizi unutmamız isteniyor, unutmayacağım!
Bir gün babamı kaybedenlerle adil bir yargı önünde hesaplaşmanın umuduyla, babamın kaybedildiği günü unutmamak için hafızamı milyon kere zorluyorum ve unutmayacağım!
Babamı aramaktan, adalet talep etmekten vazgeçmeyeceğim! Babamı kaybedenleri, kaybetme emrini veren Tansu Çiller’i, Süleyman Demirel’i, Mehmet Ağar’ı, Nahit Menteşe’yi, Reşat Altay’ı ve onları cezasızlıkla koruyanları asla affetmeyeceğim."
İrfan Bilgin: "Biz aileler olarak suç işlediğimizi kabul etmiyoruz. Esas savunma yapması gerekenler gözaltı talimatı verenler ve gözaltına alanlardır." dedi.
Gözaltında kaybedilen Kenan Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin beyanında şunları söyledi:
"Sayın yargıç,
Ben 12 Eylül 1994’de Ankara'da Dikmen otobüs durağında Türkiye Devrimci Komünist Partisi üyesi olması iddiası ile gözaltına alınıp Ankara terörle mücadele merkezine götürülüp ve bir daha onlara ortaya çıkarılmayan yani gözaltında kaybettikleri Kenan Bilgin'in kardeşiyim.
Kenan Bilgin gözaltında kaybedildi diyoruz Çünkü TEM’de Kenan Bilgin ile birlikte gözaltına alınan 12 kişinin tanıklığına dayanarak söylüyorum. Biz Kenan bilginin ailesi olarak bu tanıkların tanıklığı ile devletin tüm kurumlarına başvurularımızı yaptık fakat tüm başvurularımıza “Biz almadık biz de yok” denilerek olumsuz cevaplar verildi. Dönemin insan haklarından sorumlu Bakanı Azimet Köylüoğlu'nun bize verdiği cevap şuydu; “polis almıştır, konuşturmak için işkence yapmışlardır, işkence de ölmüştür, götürüp bir yere gömmüşlerdir” diye cevap vermişlerdir. Başka bir örnek o dönem Cumhuriyet Savcısı olarak dosyayı takip eden Savcı Selahattin Kemaloğlu’nun “ben Kenan Bilgin'in gözaltında kaybedildiğine kanaat getirdim. Çünkü Kenan'la ilgili kurumlara yazdığım yazıların hiçbirine cevap verilmedi. Yazılar bana geri geldi, üstelik çok ilgilenme tehditleri aldım” şeklindeki sözleridir.
1995 yılında çok yoğun olarak sistematik bir şekilde insanlar gözaltına alınıyor, bir daha kendilerinden haber alınamıyor yani gözaltında kaybediliyordu. Bu durum karşısında biz aileler hiçbir şey yapamıyorduk. Kayıp yakınları olarak 10 aile İnsan Hakları Derneğinde bir araya geldik. Bu hukuksuz durumu insanlara duyurmak gerekiyor. Aksi takdirde bu hukuksuz, adaletsiz ve yaşam hakkının hiçe sayılmasına devam edileceğini konuştuk. Görüşmeler sonucunda kayıp aileleri ve İnsan Hakları Derneği yöneticileri olarak Galatasaray Meydanında her Cumartesi saat 12'de 10 dakikalık sessiz oturma eylemi yapma kararını aldık. 1995 Mayıs ayında Galatasaray Meydanına gitmeye başladık. Bize çok sayıda saldırı yapıldı fakat vazgeçmedik. Çünkü en demokratik haklarımızı kullanıyorduk. Israrlarımız sonuç verdi, uzun bir süre Galatasaray Meydanında engellemeyle karşılaşmadan oturduk ta ki 700. Haftaya kadar. 700. Haftada İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun talimatıyla yüzlerce polis gücü ile alana gelen insanlara gazla copla saldırdı. Bu alan o tarihten sonra karakola çevrildi ve alan biz kapatıldı.
Galatasaray Meydanı bizim için bir hafıza merkezdeydi, annelerin buluşma alanıydı. Biz kayıp yakınları için bu alana gidememek adeta bir zulümdü. Alana yeniden çıkmak için başvurular yaptık ancak hiçbir sonuç alamadık. Biz Anayasa mahkemesine başvuru yaptık. Anayasa Mahkemesi bu alanın kullanılmasının demokratik hakkımız olduğunu, güvenlik güçlerinin bu hakkın kullanımını engelleyemeyeceği tam tersini polisin oraya gelen insanların güvenliğini sağlamakla görevli olduğuna karar verdi.
Biz de aileler olarak bu hakkımızı kullanmak için tekrar alana gitme kararı aldık. Ama ne yazık ki Anayasa Mahkemesinin bu kararına da uyulmadı. Anayasa Mahkemesinin kararı tanınmadı 29 hafta daha alana gitmeden İstiklal Caddesi'nde ablukaya alınarak yaka paça otobüslere bindirerek gözaltına alındık ve savcıya çıkarılmadan akşam saatlerinde bırakıldık. Yani biz savunma yapacak konumda değiliz. Çünkü biz aileler olarak suç işlediğimizi kabul etmiyoruz. Biz anayasanın bize tanıdığı demokratik hakkımızı kullanmaya çalıştık. Esas savunma yapması gerekenler gözaltı talimatı verenler ve gözaltına alanlardır. Çünkü Anayasa mahkemesinin verdiği karar tanımayan ve en demokratik hakkımı engelleyenler suç işlemiştir."
Sebla Arcan: "Mahkemenize soruyorum:İki hafta önce 1000.haftamızda binlerce kişi ile, 11 Kasım 2023 tarihinden itibaren de 10 kişi sınırlaması ile olsa da basın açıklaması yapıyoruz. Basın açıklaması yapmak istememiz suç ise şimdi neden yapabiliyoruz? Suç değilse neden yargılanıyoruz?" dedi.
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon üyesi Sebla Arcan beyanında şunları söyledi:
Ben bir insan hakları savunucusuyum ve 30 yılı aşkın bir süredir İnsan Hakları Derneği’nde gönüllü olarak çalışmaktayım.
10 Haziran 2023 tarihinde, Anayasa Mahkemesi’nin Cumartesi Anneleri’nin kayıpların bulunması için Galatasaray’da basın açıklaması ve oturma eylemi yapmalarının anayasal bir hak olduğu ve bu eylemlerin engellenmesinin bir ihlal olduğuna karar verdiği Maside Ocak Kışlakçı ve Gülseren Yoleri kararlarına dayanarak, anayasal hakkımızı kullanmak üzere Galatasaray Meydanı önünde basın açıklaması yapmak istedik. Ancak polis, bariyerlerle abluka altın aldığı Meydan’a yaklaştığımızda etrafımızı kalkanlarla çevirdi. Dağılın anonsu yapıldı ama dağılmamız için herhangi bir çıkış koridoru açmadı. Gazeteciler ve gözlemciler hızlı bir şekilde yanımızdan uzaklaştırarak görevlerini yapmaları engellendi.
Polis amirleri, basın açıklaması yapmamıza izin vermeyeceklerini ve Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yasaklama kararı olduğunu söylediler. Yasaklama kararını görmek istediğimizde, “ emniyette görürsünüz!” diyerek göstermediler. Bu yasaklama kararı, Beyoğlu Kaymakamlığı’nın Web sitesinde de yayınlanmadı. Gözaltına alındığımızda, yasaklama karının olup olmadığı ya içeriği hakkındahiçbir bilgimiz yoktu.
Polis amirlerine, AYM ‘nin Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yasaklama kararını hukuki dayanakta yoksun bulduğunu ve AYM kararına rağmen engelleme ve gözaltı yapmalarının kanunsuz olduğunuz olduğunu belirttik. Kanunsuz emre uymanın suç olduğunu söyledik. Hiçbir biçimde gözaltı işlemine direnmememize rağmen, araca bindirilmeden önce herkese kelepçe takıldı. Avukatımızın polis amirleri ile görüşme talebi de reddedildi. Bu olaylar 2-3 dakika içinde gerçekleşti.Polisin bizi dağılmaya ikna etmek gibi bir amacı olmadığına, sabırsız bir şekilde gözaltı işlemi yapmak istediğine bizzat tanık oldum.
Gün boyunca son derece kötü koşullarda gözaltında tutulduk.Hastanede bir suçlu gibi polis eşliğinde dolaştırıldık, masumiyet kabinesi hakkımız ihlal edildi. Kısacası idare, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamadığı gibi, 950.haftamızda da Anayasa Mahkemesi kararlarında ihlale neden olduğu kayıt altına alınan tutumlarını sürdürdürdü.
08 Nisan-11 Kasım 2023 tarihleri arasında, Cumartesi Anneleri ile ilgili aynı gerekçelerle 29 gözaltı işlemi yapıldı.Bunlardan 28’ inde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildi.Tamamen benzer koşullardaki 950 hafta için İddianame hazırlanmasının ve mahkemenin bu iddianameyi kabul etmesinin hiçbir hukuki dayanağı olmadığını düşünüyorum.
Mahkemenize soruyorum:İki hafta önce 1000.haftamızda binlerce kişi ile, 11 Kasım 2023 tarihinden itibaren de 10 kişi sınırlaması ile olsa da basın açıklaması yapıyoruz. Basın açıklaması yapmak istememiz suç ise şimdi neden yapabiliyoruz? Suç değilse neden yargılanıyoruz?
Ayrıca belirtmek isterim ki bir insan hakları savunucuları olarak, gözaltında kaybedilenlerin ailelerine devlet eliyle yaşatılan acıların hesabının verilmesi, adaletin sağlanarak geride kalanların yaralarının hafifletilmesi için barışçıl yöntemlerle mücadele etmek bizim görevimizdir. Bu görevimizi yerine getirmemizin gözaltılar, soruşturma ve yargılamalar yoluyla suç haline getirilmesi, Devletin insan hakları savunucularının rahatça çalışmalarını sağlama yükümlülüğüne de aykırıdır.
Sonuç olarak; suç işlemedim ve anayasal hakkımı kullandım. Hakkımdaki suç isnatlarını kabul etmiyorum. Mahkemenizi de bağlayan Anayasa Mahkemesi kararlarının gereği olarak, davada derhal beraat kararı verilerek yargılamanın bir an önce sonuçlanmasını talep ediyorum."
Cumartesi Anneleri’nin 950'nci hafta buluşmasında gözaltına alınan 84 yaşındaki SELVİ GÜLMEZ:
"Konuşacak bir şeyim yok hakim bey. Gittiğimiz gibi polisler bizi dövüp kelepçeledi. Bir hırsızlık yapmadık. Gözaltına alındıktan sonra hastane hastane dolaştırıldık. Biz oradaki taşları mı yedik? Biz kayıplarımızı arıyoruz. Polisler bize düşman kesilmiş. Polis bana yumruk da attı. Yumruğa razı olduğumu ama kelepçeyi çıkartmalarını istedim.
950'nci hafta buluşmasında kelepçelenerek gözaltına alınan Cumartesi Anneleri ve insan hakları savunucularının beyanı sonrasında avukatlar beyanda bulundu.
Mahkeme, savunması alınmayan sanıkların gelecek duruşma hazır edilmesine karar verdi. Avukat Several Ballıkaya'nın soruşturmanın genişletilmesi ve derhal beraat taleplerini sanıkların esasa yönelik savunmaları alınmadığı için reddeden hakim, bir sonraki duruşmanın 4 Ekim saat 10.00'da yapılmasına karar verdi.