Siyaset bütün karmaşık görüntüsünün altında basittir. Ünlü retorik “Parayı takip et” ile çözülebilir. Siyaset ülke kaynaklarının; nasıl, kimden, ne kadar toplanacağına ve nasıl, kime, ne kadar dağıtılacağına karar verme işidir. Ekonomik, sosyal, kültürel değerlerin gelişimi, değişimi bu kararlarla belirlenir.
Türkiye’nin hızla yaklaştığı karar gününde, kazanmaya yakın tarafı endişelendirdiği, kaybetmeye yakın olanın da “kısa sürede devralma garantisi” olarak gördüğü sorun olan “kaynak” gerçekten sorun mu?
Ülke, mevcut sistemin bütün çarpıklığına, yıkım çabasına, rağmen; üretiyor, vergi veriyor, ticaret yolları üzerinde olduğu için kaynak sağlıyor. Hukuksuzluğun ulaşabileceği tepe noktası korkusundan, yastık altı dediğimiz, görünmeyen, gidecek yer de bulamayan büyük bir kaynak var.
Kaynağın toplanma biçimi, sağlayanlar, sistemi besleyebilmek için 20 yıldır yoksullaşarak bugüne kadar geldiler ve zemine vurdular. Kaynağın kullanımı ve dağıtımında yapılan bilinçli seçimin sonunda felç olduğu da ortada.
Sistem, düzenli olarak kaynağı kontrol dışı kanallarla dağıttı. Devlet yapısı dışında; vakıflar, Kızılay, Yeşilay gibi dernekler, tarikatlar, özel eğitim kurumları... Devlet dâhilinde de TRT, DİB, BİK, Varlık Fonu gibi özerk görünen kurumlar. Örneğin DİB birçok bakanlıktan fazla kaynak kullanıyor ve tek çıktısı "sisteme rıza üretmek"
Diğer bir alan ihaleler. Otoyollar, şehir hastaneleri, havaalanları... Kaça mâloldukları, ne kadar ürettikleri ve ne kadar harcadıkları belli değil. MB, Borsa, devlet bankaları aracılığı ile yapılan vurgun operasyonları...
Kısaca; kaynak var, dağıtım kanalında buharlaşıyor ve herkesin gözü önündeki bir grup elinde yoğunlaşıp; yoksul, devletin sadakasına muhtaç, sersemlemiş bir halk yaratıyor. Çözüm gerçekte sorunun içinde. Kaynağı akılcı kullanmak.
Tabi muhtemel itiraz noktası dış borçlar ve geleneksel "batı bize izin vermez" tezi olacaktır. Peki, gerçekten gerekiyor mu? Yönetim değişikliğine bağımlı bir pozisyonda mı Türkiye? Mülteci barajı olma, tahıl geçişini kontrol etme, NATO üyeliği, AKP'ye mi bağlı? Tam tersine, ittifak adayı Kemal Kılıçdaroğlu ‘nun, bu konularda, AB ve ABD'ye açık uyarıları var ve helalleşme listesinde yerleri hazır.
RTE ve çevresinin, karıştıkları birçok uluslararası olay nedeniyle, baskı altında tutulduğunu onlar da biz de biliyoruz. Nasıl ki bizde 20 yıl öncesini hatırlamayan bir nesil varsa, onlarda da 20 yıl öncesi becerikli diplomatları tanımayan bir nesil var. Alıştıkları Halkbank, ÖSO, Zarrab dosyaları(!) ile yürüttükleri diplomasinin ilk bedel ödeyeni Türkiye oldu fakat karşı tarafın sırası da geliyor.
Kavakçı hanım kızın(!) ağzından verilen sözlerin ortaya çıkması zorunlu ama yeni yönetime bir sorumluluk yükleyebilecek özellikte değil. “Diktatör İslamcı, mecburen kabul ediyoruz" reel-politik söylemi altında, mevcut yönetimle giriştikleri hukuksuzluklar önlerine konacak. Uzatmaya gerek yok. Hem bize hem de kendi halklarına yedirdikleri sistem değişecek.
Kılıçdaroğlu ‘nun "418 m. $ geri gelecek, sözleşmeler iptal edilecek" iddiası çok iddialı ve arkası dolu bir iddiadır. RTE'nin panikle gelen "tahkimde söke söke alırlar" feryadı ise o kadar desteksizdir. Bireysel ve uluslararası ilişkilerde “adalet duygu”, “hukuk tekniktir”. Ukrayna savaşı sonrası Rus devletinin el konan varlıkları, oligarkların boşaltılan banka hesapları hukuk tekniğinin nasıl adaletten bağımsız işleyeceğinin göstergesidir. Kısacası kaynak var hem de tahminimizin üstünde. Geriye "doğru kullanım" kalmaktadır.
Türkiye tam anlamı ile değişime, rekabete aç bir ülkedir. Eğitilmişi, üretimcisi, tüketicisi kaliteye açtır.
İthalat yolu ile sistemin kâr aracı haline getirilmiş devasa bir tarım sektörü; işgücü, ürün kıtlığı, azalan hayvansal ürünleri, sanayisi ile bomboş duruyor. Bozulan ilişkileri ve ticari belirsizlikleri nedeni ile Doğu Avrupa ve Orta Doğu’ya sıkışmış tekstil sektörü; eleman eksikliğini tamamlayıp, çekildiği batı pazarına dönmeye hazırdır.
İthalatla kuşatılmış; kimya, ilaç sektörü çok iyi yetişmiş işgücü ile her pazarla başa çıkabilir. Bugün baş belası gibi görünen inşaat sektörü yabancıya konut satışı, komisyonlar(!), şişirilmiş maliyetler gibi nedenlerle bir yanda 8-10 firmanın elinde kalmışken, diğerleri sadece onlara taşeronluk hizmeti vermektedir. Önümüzde devasa bir kentsel dönüşüm zorunluluğu var. Yalnız Türkiye'de değil dünyada da sayılı güce sahip sektör, hem üretim hem de iş kaynağı olarak istikrara kavuşacaktır.
Eğitim, sağlık, turizm, eğlence... Akla gelen her alan; rekabete, gelişime, çalışmaya aç. Kaynak kullanımı, koalisyon sayesinde, birbirini kontrol eden bir mekanizmanın eliyle yapılacaktır. Sonuç itibariyle; Türkiye rahatlıkla bu işlerin üstünden gelecek; kaynağa, işgücüne, bilgi birikimine sahip. Akıl da geldi mi düzelecek.