Cumartesi Anneleri’nin, 1990’lı yılların karanlığında onbinlerce insanın gözaltında kaybettirilmesi/katledilmesi ile birlikte başlayan mücadeleleri, bininci haftasına girdi. 27 Mayıs 1995’te kayıpların bulunması talebiyle Galatasaray Meydanı’nda buluşan Cumartesi Anneleri’nin amansız mücadelesi her türlü engelleme, zorluk ve baskıya rağmen devam ediyor. 

20 Kasım 1980’de gözaltında kaybettirilen Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren’de 95’ten bu yana, bir kayıp yakını olarak Galatasaray Meydanı’nda adalet arayanlardan. İkbal Eren, bininci haftasına giren adalet mücadelelerine dair Mezopotamya Ajansı’n (MA) konuştu. 

'FAŞİSTLERİN HEDEFİNDEYDİK' 

İstanbul’un Beyoğlu’na bağlı Hasköy semtinde 4 çocuklu bir ailede büyüdüğünü belirten Eren, 1975 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Eğitim Fakültesi’nde, gözaltında kaybettirilen ağabeyi Hayrettin Eren’in Moda Yabancı Dil Yüksek Okulu’nda okuduğunu söyledi. O yıllarda “faşistlerin” hedefinde oldukları için okula daha güvenli gidebilmek adına babalarının emekli maaşıyla bir araba aldığını ifade eden Eren, “Babamızın derdi bizi korumaktı. İkimizin de araçla okula gidip gelmemizi istiyordu. Ama öyle olmadı. Bir gün bile birlikte okula gidip gelemedik” dedi. 

Ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle birçok şeyi sorguladıklarını ve böylelikle politik bir kimliğe sahip olduklarını anlatan Eren, “Sorgulamalar sizi bir yere kanalize ediyordu. Biz de ülkenin bu gerçeklerini gördüğümüzde kendi yolumuzu bulduk. Şimdi bakınca iyi de yaptık diyorum” ifadelerini kullandı.

'BİRÇOK KEZ EVİMİZ KURŞUNLANDI' 

Ağabeyi Hayrettin Eren’in hümanist, resim yapmayı ve müziği seven, insan ilişkileri iyi olan bir kişiliğe sahip olduğunu sözlerine ekleyen Eren, ağabeyinin öncü biri olduğunu dile getirdi. Bu durumun ağabeyi Eren’i “faşistlerin” hedefinde olmasına neden olduğunu vurgulayan Eren, “Evimiz hedef haline geldi ve defalarca tarandı. Gece yatarken evimizin kurşunlandığı çok oldu” dedi.

Eren, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir gece, evin önünde bir araç ağabeyimi bekliyordu. İçindekilerle göz göze geldik. Daha sonra evimiz tarandı. Sürekli polis ve asker tarafından da evimiz basılıyordu. Evimiz gözetleniyordu. Annem ve babam çiçekleri çok severdi, balkonumuz çiçeklerle doluydu. Dışarıdan geldiğimde balkona çıkıp çiçekler içinde biraz nefes almak istesem, biraz çiçek saksılarının yanında dursam, o gece evimiz saksıların için bir şey sakladığımız iddia edilerek basılırdı. Saksılar ters çevrilirdi.” 

AĞABEYİ SON GÖRÜŞ 

Baskılar nedeniyle evlerini Avcılar’a taşıdıklarını ve 12 Eylül Darbesi’ni burada karşıladıklarını söyleyen Eren, darbe gecesinde ağabeyinin evde olmadığını ve annesi ile birlikte onu aramaya çıktıklarında ağabeyi ile karşılaştıklarını kaydetti. 

Eren, “1980 yılının 19 Kasım günüyü. Ağabeyimle biz Avcılar girişinde karşılaştık. O arabası ile eve doğru geliyordu. O zaman Avcılar böyle değil, girişinde küçük küçük dükkanlar vardı. Küçük bir kasaba gibiydi burası. Orada ağabeyimle karşılaştık ve sohbet ettik. Bize, ‘Eve uğrayacağım, duş alacağım, üstümü başımı değiştirip çıkacağım’ dedi. Ağabeyimi en son orada gördüm. Daha sonra birkaç gün oldu eve gelmedi. Sonra bir arkadaşımız ağabeyimin gözaltına alındığını söyledi” dedi.

GÖZALTINA ALDIKLARINI İNKAR ETTİLER

Ağabeyi Eren’in Karagümrük Karakolu’na götürüldüğünü öğrendiklerini belirten Eren, “Ben de arandığım için karakola gitmedim. Annem ile babam Karagümrük Karakolu’na gittiler. Orada ‘Biz onları Gayrettepe Karakolu’na sevk ettik’ demişler. Bizimkiler aynı gün Karagümrük’ten Gayrettepe’ye gitti. Fakat orada da, ‘Burada Hayrettin Eren diye biri yok’ dediler. Yani gözaltı defterine bakıp da üç dört saat önce biz gönderdik diyenler, üç dört saat sonra inkara başladılar. ‘Size yanlış bilgi verilmiş, biz böyle bir kişiyi almadık’ dediler. Niyet belliymiş ama biz anlayamamışız. İyi niyetli düşünüp hastaneleri arıyoruz, tanıdıklara soruyoruz. Annem zaman zaman Gayrettepe Karakolu’na gidiyor” şeklinde konuştu.

'ARACI KARAKOLUN BAHÇESİNDEYDİ' 

Gözaltına alınan ağabeyenin arabasını karakolun bahçesinde gördüklerini dile getiren Eren, “Arabayı görünce 90 günlük gözaltı süresi dolduktan sonra bırakırlar, diye düşündük. Annem arabamızı gördükten sonra ‘Oğlum burada yok diyorsunuz ama araba burada. Niye yalan söylüyorsunuz’ gibi biraz sesini yükselttiğinde annemi oradan tartaklayarak uzaklaştırdılar. Ondan sonra arabayı da oradan alıp başka bir yere götürmüşler. Araba da yok oldu. 90 gün doldu,  haber yoktu. İstanbul’daki bütün cezaevlerinin önüne gidip ağabeyimin fotoğrafını gösteriyorduk, içeridekilere sormalarını istiyorduk. Süreç çok kötü bir süreç olduğu için, demokrasi yok, sesinizi duyurabileceğiniz hiçbir yer yok. Gazete yok, televizyon yok. Belli bir süre sonra daha fazla telaşlanmaya başladık” diye belirtti.

ANNELERİN CEZAEVİ ÖNÜNDEKİ ÖRGÜTLENMELERİ

1982’de kardeşi Faruk Eren’in de gözaltına alındığını ve 3 yıl Metris Cezaevi’nde tutulduğunu ifade eden Eren, annesi Elmas Eren’in bu süreçte cezaevi önünde sürekli diğer tutsakların anneleriyle bir araya geldiğini söyledi. Annelerin cezaevi önünde kimsenin yapamadığı bir örgütlenmeyi oluşturduklarını vurgulayan Eren, “Anneler kendi aralarında öyle bir örgütlendiler ki ülkenin her tarafına gittiler. O dönemde Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, Emniyet Müdürü, kim varsa kapısını çalıyorlardı. Daha sonra 1986’da İnsan Hakları Derneği kuruldu. Annem de kuruluşunda yer aldı” ifadelerini kullandı. 

'CUMARTESİ ANNELERİ ONLARIN OYUNUNU BOZDU' 

1989’da ağabeyi ile ilgili bir röportaj verdiğini ve bu röportajdan sonra kayıp ailelerinin sayısının fazla olduğunu öğrendiklerini dile getiren Eren, 1990’lı yıllardan sonra “kayıp” ifadesinin daha fazla kullanıldığına tanık olduklarını söyledi. Eren, Hasan Ocak’ın kaybedilmesi ile birlikte Ocak ailesinin başlatmış olduğu eyleme kayıp yakınlarının da yavaş yavaş katılmaya başladığını söyleyerek, “O döneme kadar İHD’de çok sayıda basın açıklaması yapmıştık. Cumartesi eylemleri başladıktan sonra ilk 27 Mayıs 1995’te oturmaya başlamışlardı. Biz de katıldık. Sonra yavaş yavaş Cumartesi günleri Galatasaray Meydanı’na gelen kayıp aileleri ile tanıştık ve ne kadar çok olduğumuzu gördük. O zamana kadar biz kendimizi yalnız hissediyorduk. Birlikte olduğumuzda sesimizi daha çok yükselttik. Cumartesi Anneleri eylemi ile bu ülkede gözaltında kaybetme olgusu ülke gündemine oturdu. Galatasaray Meydanı’nda başlayan eylem yani Cumartesi Anneleri onların oyununu bozdu.”

KARANFİLLERLE DONATILACAK BİR MEZAR...

Cumartesi Anneleri/İnsanları olarak kayıpların akıbeti için bin haftayı geride bıraktıklarını ve bu süreçte birçok kazanım elde ettiklerini dile getiren Eren, en önemli kazanımın kaybetmelerin önünü kesmek olduğunu söyledi. Zaman içinde bazı kayıpların katledildiklerini öğrendiklerini ve kemiklerine ulaştıklarını belirten Eren, taleplerinden birinin kesin olan faillerin yargılanması olduğunu söyledi. 

“Failleri biliyoruz” diyen Eren, “Ben Hayrettin’ in ne zaman gözaltına alındığını, nereye götürüldüğünü biliyorum. Dolayısıyla 20 Kasım’da Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nde görevli olan terörle mücadelede çalışan herkes Hayrettin’in kaybedilmesinden sorumludur. O dönemde Mehmet Ağar Gayrettepe Terörle Mücadelede Şube Müdür Yardımcısı idi. Ben ağabeyimin faillerini biliyorum, diğer failler de biliniyor çünkü tanıklar var. Bu faillerin yargılanmasını istiyoruz. Bizimle yüzleşmesini istiyoruz. En önemli şey biz sevdiklerimizi istiyoruz, kemiklerini istiyoruz. Annelerimiz yavaş yavaş yok oluyor. Benim annem oğlunun kemiklerine razı olmuştu, ona ait bir mezar istiyordu, ‘Karanfillerle donatılacak bir mezar yapmak istiyorum’ diyordu. Bizim mezar talebimiz, Uluslararası Gözaltında Kaybetmelere Karşı Sözleşmelerin imzalanması, faillerin yargılanması” dedi.

'GALATASARAY MEYDANI’NA SAHİP ÇIKIN' 

Eren, sözlerini şöyle noktaladı: “Bizim için 1 hafta da aynı, 10 hafta da aynıdır. Çünkü hepsinde yaşadığımız şey aynı. Titreyerek gidiyoruz, bininci haftada da aynı şekilde gideceğiz. Ama bininci hafta olduğu için biraz daha kamuoyu oluşturmak lazım. Bu önemli bir şey tabi çünkü kitle desteği her zaman demokrasi mücadelesinde en önemli şeydir. Bizim de burada verdiğimiz şey demokrasi mücadelesidir. Bu ülke eğer karanlıktan aydınlığa çıkacaksa bu Galatasaray Meydanı’ndan olacak. Onun için herkesin oraya sahip çıkmasını istiyorum.”