CHP, 100 yaşında bir delikanlı. 4-5 Kasım günleri, her zamanki gibi çekişmeli fakat herkesin kabul ettiği üzere demokratik kongre geleneği ile genel başkanını değiştirdi. Yine her zamanki gibi, herkesin ve hiç kimsenin partisi olduğundan ne öncesi ne de sonrası gündemden düşmüyor. Kongreyi basın tarafında izlemiş bir emekli ve parti üyesi olarak, üç günlük yazı ile anlatmaya çalışayım.
Kongre öncesi ve kongre günleri
Kongre; öncesi, kongre günü ve sonrası olarak ilgiyi hak ediyor. Çünkü, ülkede tüm siyasi kanatları birleştirme yolunu açan ve son anda Akşener’in “devlete karşı son görevi” ile sekteye uğrayan Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi fakat aynı yoldan dönülmeyeceğini belirten genç liderin kazanması ile sonuçlandı. İttifak görevinin sürdürülmesi, normalde yaşananları anlatması gerekenleri, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere, suskunluğa itti. Parti içi hesaplaşma ile sınırlı kaldı. Sonuçta lider değişse de buna yol açan cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmenin temel nedenini, Kılıçdaroğlu’nun “sırtımdaki bıçaklar” diye tanımladığı ellerin sahipleri ne yazık ki öğrenemeden sona erdi. Gelelim kongrede olanlara.
Seçimden hemen sonra, başta Erdoğan olmak üzere yandaş ve yalaka kalemlerin, “istifa” çağrısına cevap vermeyen Kılıçdaroğlu’nun hedefi yarı yarıya gerçekleşti. İlk yarısı devrin kongre yolu ile olmasıydı ve oldu. İkinci kısmı, kendi ya da istediği bir adayın seçilmesiydi ve gerçekleşmedi. Bu süreç CHP’de ilk defa bürokrasi ya da hukuk kökenli olmayan bir liderin kazanması ile bitti.
Mücadele de bu iki görüşün çarpışmasıydı aslında. Bir yanda ticaretten gelen iki cumhuriyet çocuğu Özel ve İmamoğlu, diğer yanda devlet bürokrasisinden yetişen Kılıçdaroğlu. Bugünkü siyasal sistemde iletişim dilleri daha bağımsız ve reklam-pazarlama yetenekleri daha yüksek olan Özel-İmamoğlu ikilisi kazandı.
İlk adımı atan Kılıçdaroğlu ekibinin en büyük hatası da zamanlama beceriksizliğiydi. 29 Ekim kutlamalarının İmamoğlu ve ekibi için nasıl büyük bir fırsat olduğunu görmeden, hemen sonrasına kongre tarihi belirlemek bir çeşit kırık kolla yarışa başlamaktı. İmamoğlu, olağanüstü hazırlığı ile Erdoğan’ın “artık militarist kutlamalardan vazgeçtik” sözüne rağmen satmaya çalıştığı askeri kutlamasını silindir gibi ezdi geçti. Hele Vahdettin Köşkü’nü mekân olarak seçmesi kendi ayağına sıkmaktan başka anlam taşımadı. Özel-İmamoğlu karşısında yer aldığı bilinen ekibin yüzbinlerin katılımı ile yapılan Kadıköy yürüyüşü katılımı azaltsa da tanıtımın gücüne engel olamadı. Kendini kongreye kaptırmış, en ufak bir hazırlık yapmamış, gündelik kutlama törenleri ile geçiştiren merkez, bir anda gündemi “becerikli” değişimcilere kaptırdı.
İkinci adımda “beceriklilik” yeteneği etkisi kongre günlerinde de görüldü. İmamoğlu aldığı Divan Başkanı görevini son derece iyi kullandı. Tarafsızlığına gölge düşürecek hareketlerden kaçındı ama Özel ekibinin kongre salonunu kullanmada merkezi yaya bırakması ile taraftarını çok kolay yönetti. Gece 2’den itibaren şehir dışından gelen taraftarlar salonda tam da değişimcilerin istediği gibi yerleşmişlerdi. Divan başkanlığının olduğu köşenin hemen arkasında konumlanan, hazırlıklı değişim yanlıları hem mikrofonlarla artan sesleri hem de salonu baskı altına alan konumları ile ikinci aşamada da başarılıydı.
Ve merkezin kongre açan konuşması ile sona eren hakimiyeti
Kılıçdaroğlu’nun iyi başladığı fakat her serbest konuşmacının planlı itirazlar içeren konuşmaları ile unutulan, “sırtımdaki bıçaklar” ile herkese soğuk duş aldıran açılış konuşması, taraflı tarafsız bütün delegenin ayakta alkışları ile tamamlandı. Pek de dikkat çekmeyen o “delegenin gücünü, üyeye transfer etme” bölümünü atlarsanız harikaydı. Sıcağı sıcağına kime sorsanız, kaybetmesini çok zor görürdü. Ve fakat kime, “gücünüzü üyeye vereceğim” deniyordu? Oy kullanacak delegeye. Kendi kendilerini yok edecek bir kararı onaylamalarını istiyordu Kılıçdaroğlu. Hataydı, Özel bunun cevabını sert verecekti. Verdi de!
Yarın: Değişimcilerin eline geçen kongre!