"Bu konuyla ilgili çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, Hong Kong’da akut kalp krizi olgularına bakım hızının COVID-19 sonrası ciddi şeklinde etkilendiğine ilişkin veriler paylaşmıştır. Hong Kong’da çağrı sonrası ambulansın hastaya ulaşma sürelerinde ortalama 80-90 dakikadan 318 dakikaya hızlı bir yükseliş olmuştur. Bu da COVID-19’un sağlık kurumlarına getirdiği yüklenme ve kaos sonucunda acil kalp krizi olgularının ‘bile’ yeterli bakım alamaması yönünde bir endişe oluşturmaktadır."
Pandeminin başladığı Aralık 2019- Ocak 2020 döneminden beri veri akışını sağlayan birkaç internet sitesi sayesinde dünyayı izlememiz oldukça kolaylaşmıştır. Worldometers.info, ourworldindata.org, https://gisanddata.maps.arcgis.com/ gibi siteler aracılığıyla neredeyse gerçek zamanlı olarak global ölçekte birçok ayrıntılı değişken izlenip yorumlanabilmektedir. Mart başından itibaren giderek daha fazla yeni tanı alan olgu olduğu, dalgalı seyir izlenmekle birlikte Nisan- Temmuz ayları arasında trendin yukarıya doğru olduğu, birkaç günde bir yeni rekorlar kırıldığı görülüyor. https://dokuz8haber.net/kose-yazilari/temmuz-2020-itibariyle-covid-19-verileri-1-dunya-ve-turkiye-ne-durumda/ Temmuz ayı itibariyle normalleşme sürecinde hastanelerin Covid-19 doluluğu hakkında bilgi verir misiniz? Mart-Mayıs döneminde İstanbul ve İzmir’de yaşanan aşırı yoğun hasta yatışları bu dönemde Ankara, Konya, Şanlıurfa, Diyarbakır, Batman, Gaziantep’e doğru yer değiştirmiştir. Salgında ülkece en büyük şansımız İran ve bazı Avrupa ülkelerinin Mart-Nisan aylarında yaşadığı aşırı olgu sayıları ve hastanelerin buna yanıt verememe durumunun yaşanmamasıdır. Şu an için bu durumun devam ettiği görülmektedir. Zaten hep afetteydik! Ülkemiz sağlık kurumları pandemi öncesindeki dönemde oldukça antrenmanlıdır. Örneğin acil servislerine günde 1000’den fazla hasta başvurusu olan onlarca 3. Basamak hastanemiz olması bunun sayısallaştırılmış hali olarak düşünülebilir. Bu haliyle bakıldığında ülkemiz sağlıkçıları ve kurumlarının “zaten hep afet ve pandemi koşullarının içinde olduğunu” söylemek abartılı olmayacaktır. Yine yoğun bakımlar hızlı hasta sirkülasyonuna alışıktır. Diğer bir etken, ülkemizde onlarca yıllık tıp eğitiminin teorik gelişmelerle tıp pratiğini harmanlamış olarak yüksek nitelikli denebilecek bir eğitim verdiği, hekim ve hemşirelerin yeni koşullara adapte olmakta becerikli olduğu gerçeğidir. Pandemi döneminde buna somut örnek verecek olursak, hekimlerimiz hasta kliniği-PCR ikileminde kalan batılı meslektaşları gibi tutuk davranmamış, kiniği önde tutarak agresif tedavileri öngörü ve cesaretle başlamışlardır. PCR testinin çok yüksek bir yanlış negatiflik oranına sahip olduğunun bilinmesi de bu kararda etkili olmuştur. Tomografi ve diğer yardımcı hizmetlerin önceki dönemdeki ‘afete yakın’ durum nedeniyle çok rahatlıkla kullanılması da bunda etkendir. Tüm bunların hastaların kötüleşmesini ve yoğun bakımları doldurmasını engellediğini düşünüyorum. Yine sivil toplum kuruluşları, meslek odalarımız ve bakanlık tarafından sık sık bilgilendirmelerin ve kılavuz güncellemelerinin yapılması ile hekimlerin gelişmeleri yakından izlediğini söyleyebiliriz. Sağlık sistemi COVID-19’a odaklanmışken diğer bazı hastalıkların gölgede kaldığı, yeterli bakım alamadığı doğru mudur? Sağlık kurumlarında Ocak 2020’den beri, hatta özellikle Mart sonu- Haziran arasında pandemiye odaklanan çalışma nedeniyle, acil dışındaki hastaların sağlığı üzerindeki olumsuz etkiler sadece ülkemizde değil, dünyada üzerinde durulan, tartışılan bir konudur. Örneğin düzenli yakın izlem gereken diyabet, tiroid sorunları, kalp yetmezliği, KOAH, nörolojik ve onkolojik hastalıklar gibi kronik hastalıkların izlemlerindeki eksikliğin nasıl bir sonuç doğurduğu bilinmemektedir. Evlerde karantina süreçlerinde immobilite veya hareketsizliğin yaşlılarda, gebelerde, çocuklarda oluşturduğu sorunlar, yine psikolojik sorunlar konusunda araştırmalar yapılmalıdır. Benzer şekilde aile sağlığı, toplum sağlığı merkezlerindeki etkilenmenin de üzerinde durulmalıdır.
Bu konuyla ilgili çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, Hong Kong’da akut kalp krizi [ST elevasyonlu miyokard infarktüsü (STEMI)] olgularına bakım hızının COVID-19 sonrası ciddi şeklinde etkilendiğine ilişkin veriler paylaşmıştır (Tam vd., 2020). Hong Kong’da çağrı sonrası ambulansın hastaya ulaşma sürelerinde (Symptom onset to first medical contact) ortalama 80-90 dakikadan 318 dakikaya hızlı bir yükseliş olmuştur. Bu da COVID-19’un sağlık kurumlarına getirdiği yüklenme ve kaos sonucunda acil kalp krizi olgularının ‘bile’ yeterli bakım alamaması yönünde bir endişe oluşturmaktadır.
Tam, CF., Cheung KS., Lam S., Wong A., et al. (2020). Impact of Coronavirus Disease 2019 (COVID-19) Outbreak on ST-Segment-Elevation Myocardial Infarction Care in Hong Kong, China. Circ Cardiovasc Qual Outcomes. Mar 17: CIRCOUTCOMES120006631. doi: 10.1161/CIRCOUTCOMES.120.006631. [Epub ahead of print]
COVID-19 aşısını geliştirmek uzun sürer mi? Evet, en basit aşıyı geliştirip kullanıma hazır hale getirmek yılları bulur. Günümüzde COVID-19 pandemisine karşı bağışıklık sağlayabilecek herhangi bir aşı henüz geliştirilebilmiş değildir. Bu alanda dünya çapındaki çalışmalar, büyük bir hızla devam etmektedir. Aşı geliştirme aşamaları da yıllar boyu devam edebilecek bir süreç gerektirmektedir. Tablo 1’de aşı geliştirme aşamaları gösterilmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere bir aşının çok hızla (örn. 2021 sonundan önce) uygulanabilir hale geleceğini düşünmek yanlış olacaktır.
TABLO 1. AŞI GELİŞTİRME AŞAMALARI:
Stage I (Deneysel laboratuvar çalışmaları aşaması, virüsü tanıma, in-vitro testler) | Hedeflenen etkene karşı aşı üretiminde kullanılabilecek suş ve antijenlerin üretilmesi aşamasıdır. Aşı formülasyonları kullanılarak, aşılarda kullanılacak suş ve antijenler, uluslararası standartlara uygun üretilir. | 2 yıl | |
Stage II (Hayvan deneyleri, klinik öncesi incelemeler) Hayvan etik kurulların izniyle bu çalışmalar yapılır. | Klinik öncesi hayvan deneyleri yapılır. Eğer bu fazda olumlu veriler elde edilirse çalışmalara Faz I ile devam edilir. | 1-2 yıl | |
Stage III Sağlık bakanlığı ve insan etik kurulların izniyle bu çalışmalar yapılır. | Faz I | Bu fazda aşının güvenirliliği ve bağışıklık durumu tespit edilir. | Birkaç ay-1 yıl |
Faz II | Faz I’e ek olarak aşının etkinliği ve optimal dozu belirlenir. | 1–2 yıl | |
Faz III | Faz II’e ek olarak aşının etkileri belirlenir. | 3–5 yıl | |
İzin (Ruhsatlandırma) | |||
Pazarlama Sonrası Denemeler (Faz IV) | Aşılar ruhsatlandırıldıktan ve piyasaya sürüldükten sonra, daha büyük popülasyonlarda aşı güvenliğini ve etkinliğini izlemek için gözetim çalışmaları yapılır | Herhangi bir sabit süre yok |
Normalleşme sürecinde vatandaşın yaptığı hatalar nelerdir? Vatandaş, eksik sağlık bilgisi ve ekonominin normalleşmesine dönük motivasyonu birleştirdiğinde hızla normalleşmeye doğru bir eğilim göstermiştir. Toplu taşım araçlarındaki kalabalığa sıradan vatandaşın tepki gösterdiği neredeyse hiç görülmemiştir. Bunda bazı bilim insanları ve siyasetçilerin yaptığı gibi halkı suçlama kolaycılığına gidilmesini doğru bulmuyorum. Günümüzde hala büyük oranda geçerliliğini koruyan “Maslow’un gereksinimler sıralaması” şemasına baktığımızda bunu anlayabiliriz. Yaşamda kalma, beslenme, çocuklarını besleyip soyunu sürdürme güdüsü fizyolojik gereksinimler başlığı altında en önceliklidir. Sağlık konusu bile bundan sonra gelmektedir. Bu nedenle insanlar eğitim durumundan, kendisine söylenenlerden bağımsız olarak sağ kalma ile ilişkili etkinlikleri sağlıkla ilgili soyut tehlikelerin, yani virüs ile enfekte olma riskinin önün koyarlar. Ancak fizyolojik gereksinimlerle ilgili sorununuz yok, yani gelecek güvenceniz olduğuna inanmışsanız sağlık konusu diğerlerinin önüne geçebilir. Bu da semtler, mahalleler arasında, sosyoekonomik veya kültürel altyapısı farklı gruplar arasında COVID-19 ile ilgili neden bu kadar farklı davranışlar görülebildiğini açıklamaktadır. Başka bir deyişle, sosyoekonomik olarak ‘rahat’ ya da gelecek güvencesi olanların çoğunlukta olduğu bir bölgedekilerin diğer bölgedekileri anlamaması aşağıdaki şemaya göre doğaldır.
İnfografik: “Maslow’un gereksinimler sıralaması” şeması kişilerin davranış ve motivasyonlarını anlamamıza yardımcı olur. Burada öncelikler fizyolojik gereksinimlerden kendini gerçekleştirmeye doğru, yani tabandan tepeye doğru gitmektedir. Sonuç: Halkımız, maske, fiziksel uzaklık (sosyal mesafe diye zihnimize kazınmaya çalışılan kavram), sıkı hijyen kurallarına uymakta zorlanmıştır. Kültürel kodlarda ‘sıkıya gelmeme’, disiplini sevmeme özelliğinin baskın olduğu Akdeniz ve Ortadoğu alışkanlıkları bunu kısmen açıklayabilmektedir. Bunu anlamak için maskenin zorunlu olduğu taşım araçları ve AVM’lerdeki oranda dışarıda, “sokakta” kullanılmamasını görmek, yine taziye, kutlama, asker uğurlama gibi ritüellerden fazla ödün verilmemesini anımsamak yeterlidir. Devletin de kitle iletişim araçlarını, eğitim kurumlarını ve diğer araçları daha etkin kullanarak, etkin bilgilendirme ile konuyu vurgulaması daha yerinde olacaktır. Geleceğe yönelik mesajlar neler olabilir? Bu son salgın değil, olmayacak. Bu salgın bir süre sonra bitse bile yeni salgınlar gelecektir. Maskeler, el dezenfektanlarıyla geçirecek uzun yıllarımız, yeni kuşaklarımız olacağı ortadadır. O nedenle sosyokültürel kodların uzun vadeli olarak evrilmesi düşünülmelidir. Bunun için okul-öncesi ve okul çocukları ile kadınların eğitimi kilit rol oynar. Soyut bir tehlike olan virüs enfeksiyonun kişilerin yaşamlarını değiştirecek düzeyde somutlanması ciddi bir pedagojik çaba ve organizasyon becerisi gerektirecektir. Sivil toplum kuruluşları, odalar ile devlet demokratik zeminde, halkın sağlığı hedefiyle işbirliği yaparak uzun erimde planlamaya çalışmalıdır. Not: COVID-19 salgınına ilişkin bu yazı ve benzeri bilgileri, tanı ve tedavi süreçleri, yayılım, bulaş, korunma ve tedavi yöntemlerini bulabileceğiniz ‘COVID-19 TANI VE TEDAVİSİ’ başlıklı kitabımız Ematip kitabevi tarafından basılmıştır. https://www.ematip.com/urun/saglik-profesyonelleri-icin-covid-19-tani-ve-tedavisi web sitesinden ulaşabilirsiniz.