"Çok aday"dan, "yok aday"a doğru uzun ve sıkıntı verici bir yolculuk oluyor bizim seçim maceramız. 20 yılda; ekonomik, sosyal neyi varsa çökmüş, elinde kalan son değeri insan sermayesini de kaybetmek üzere olan ülkemizde, "Odunu koysan kazanır" denilen bir seçimle belirlenecek kaderimiz. Yaşadıklarımızın en büyük nedeninin; gerek parlamenter, gerekse ucube Türk tipi başkanlık döneminde hüküm süren "lider sultası" olduğunu; biri cumhurbaşkanı, biri rütbesi belirsiz yönetim ortağı iki partinin genel başkanları ile sen-ben-bizim oğlandan oluşan kabine üyeleri dışında herkes kabul ediyor.
Her devlette olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nde de sorunların kaynağının Anayasa olduğuna inanılır, yenisi yapılır ve bunlar "tepki anayasaları" olarak tanımlanır. Misal 12 Eylül Anayasası… Azınlıkta fakat hızla yükselen sol seçmenin sesini kısmasını sağlayacak tek parti yönetiminin sorunları çözeceğini düşünüp koalisyonları engelleyen anayasa, baskı altında bir oylama ile kabul ettirildi. Peki, sonuç? 40 yılda, her geçen gün daha baskıcı, daha otokrat, daha kontrolsüz bir yönetim ve çökmüş bir devlet.
Son dönemde muhalefetteki bütün partilerden ve seçmenlerinden yine bir tepki anayasası talebi yükseliyor. Tek adam yönetimine değil, parlamento içinden seçilmiş, kontrolü, bağımsız yargı ve Meclis denetimine açık bir anayasa isteniyor. Tu kaka edilen koalisyon dönemlerinde iç ve dış politikada yaşanabilecek çalkantıların nasıl engellendiği, dengelenen gücün tek elde toplanmasının nelere yol açtığı her kesimde konuşularak hayırla yâd ediliyor.
Kimseye yaranamayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun çabası ile yerel seçimlerde AKP-MHP ikilisini dize getiren "parlamenter sisteme dönüş" stratejisi, Millet İttifakı adı altında kurumlaştı. Bugün kolay görülen bu birlikteliğin; yolculuk boyunca karşılaştığı engeller ve bozma çabalarına rağmen yaşaması, yalnızca seçimde değil seçim sonrasında da en önemli zorunluluk.
Bir onarım dönemi beklenirken, ortaya konacak anayasanın yalnızca tek adam yönetimine tepki olması, onarımın, yeni zararlardan başka sonuç doğurmamasına neden olur. Evet, parlamenter rejime dönülmeli ama tek adam dönemine destek verilmesine neden olan parlamenter sistemin kusurları engellenerek. Silahlı Kuvvetler bir daha Cumhuriyet’in bekçiliğine soyunmamalı. Hükümet ve devlet çok kesin çizgilerle ayrılmak zorunda. Liyakatin, seçilmişin eline kaldığı bir ortamın maliyetini bu dönem kadar anladığımız bir Cumhuriyet dönemi olmadı. TRT, RTÜK, üniversiteler gibi özerk kurumların yok edilmesinin sonuçları birçok alanda görülüyor.
Bütün bunlar onarılsa bile, yaşayabilmeleri için bağımsız, evrensel hukuk kurallarına bağlı bir yargı oluşturulmak zorunda. Cumhuriyetin yeni bekçisi ancak yargı olabilir. Temelinde insan hakları olan bir düzeni ancak yargı koruyabilir. Siyasi görüşünün, aile düzeninin, dininin, mezhebinin, kökeninin önem taşımadığı, tek bağlılığının Cumhuriyet ve insan haklarının olduğu bir yargı ordusu.
Peki, nasıl yapılabilir? Bütün kadro nasıl değişebilir? Belki de geçici bir dönem için geçici bir çözüm gerekebilir. İlçe bazından itibaren, hâkim ve savcıların 5 yıllığına baro mensupları arasından oylama ile seçildiği, bu süre içerisinde yeni kadroların oluşturulduğu bir yöntem.
Mantıksız mı? Olabilir ama birileri nasıl yapılacağını söylemezse, nasıl bileceğiz?