Her Cuma günü olduğu gibi yine darlıyayım sizleri. Kızılcık sopası tadında zamların ardından, geleneksel sokakta protesto talepleri, "Kazakistan’da bile oldu, bizde neden olmuyor?" Feryatları, yeri göğü inletiyor. Ölçüt demokrasi olmadığına göre, ülkelerde ekonomik gerekçelerin yarattığı tepkileri sınıflandırmanın, siyasal davranıştan öteye, toplumsal yapı ile ilişkili olduğunu görmek gerekiyor galiba.
Türkiye’de demokrasi; toplum tabanından gelen taleplerle değil, yukarıdan aşağıya doğru şekillenmiş bir kurum. Tabi ki her dönemde bunu dillendiren dar bir çevre oldu, bu çevreler bugün de büyüyerek gelişiyor fakat biraz sakin düşünürsek, hiçbir dönemde, demokratik taleplerin, ekonomik refah taleplerine baskın çıktığını göremiyoruz. Üstelik demokratik yoksunluğun, ekonomik refah önündeki en önemli engel olduğunu bilmemize rağmen.
Yapılan araştırmalar; seçmenin %40’ının (ki bu devasa oranın %75’ini kadınlar oluşturuyor) herhangi bir kazanç getirici işte (esnaf, memur, işçi vb) çalışmamış olduğunu, grup için tercihlerin, ekonomik olmaktan çok; ırk, kan bağı, aşiret, din, mezhep ile belirlendiğini gösteriyor. Seçmenlerin %55’inin “parti tuttuğu” ve dünyayı onun gözlükleri ile algıladığı da elde edilen verilerden anlaşılıyor.
Örgütlenme özgürlüğünün olmadığı ülkede; ekonomik değil sosyal değerlerin ürettiği bir seçmen grubundan ortak güç oluşturma zorluğu açıktır. Üstüne; siyasal partilerin de bu baskın yapının ürünü olduğunu eklersek, toplu hareket etmenin olanaksızlığını anlayabiliriz.
Mevcut muhalefetin önemli bir bölümünün içinde de üretim ilişkisinden ziyade, sosyal yapının etkin olduğunu kabullendiğimizde, ekonomik refah gibi ortak çıkarlarda buluşmak pek olası görülmemektedir. Ekonomiden ortak şikâyet yok denemez belki fakat şikâyetin, sosyal kaygıdan bağımsız tepkiye dönüşmesini beklemek pratikte mümkün değil.
Türkiye seçmeni, demokrasinin temel göstergesi olarak, örgütlenme ya da protesto etme hakkını değil, seçimi kabul etmekte, tepkisini oy ile göstermekte. Bunun pratik örneği İmamoğlu’nun seçim tekrarında, tercihine gösterilen saygısızlığa verdiği sert karşılıktır. Oy farkı 13 binden, 803 bine çıkmıştır.
Gezi pratiğinin, örgütlü bir hareket olmadığını, tam tersine; sahiplenmek isteyen partilerin ve grupların tepki gördüğünü, halkın kendi iradesini adeta kıskançlıkla organizasyonlardan uzak tutmaya çalıştığını unutmamak gerekir.
Bunlar olayın muhalif yönü. İktidarın ve sempatizanlarının bu konudaki olası tavrını, korkularını, açıklamaya kalkmak bile gereksiz.
Veriler hakkında, ülkede bu konuda en çok kafa yoran, SBF’den hocam, Profesör Ersin Kalaycıoğlu’nun; söyleşi, kitap ve makalelerini şiddetle tavsiye ederim.