dokuz8/Gürkan Özturan
2013 yılında gerçekleşen Gezi Parkı Protestolarından bu yana yeni kamusal alan olarak rüştünü ispat eden dijital mecralar, Türkiye'de uzun bir zamandır küresel gelişmelere adapte olmak ve dünya kültürünün bir parçası olarak yaşamak için bir fırsat olmaktan ziyade, fazlasıyla siyasallaşmış ve hükümetin 'benim sözüm geçmeyecekse kapatırım' yaklaşımıyla ele aldığı bir karşıtlık ortamına dönüştü. Son günlerde sıklıkla gündeme gelen veri yerelleştirme hedefli sosyal medya düzenlemeleri planları da bu serinin yalnızca bir adımı.

YASAKLAR DİYARI

2007 yılında Youtube'a getirilen erişim engellemesiyle dünya çapında değişken yönlerle çevrimiçi kanallar açıp yepyeni bir dijital kültür ve buna bağlı bir dijital ekonomi yaratan akımı kaçırmıştı Türkiye. Dijital kültürü etkileyen bir diğer yasak ise 2017'de başlayıp 2019'un sonuna kadar devam eden Wikipedia yasağı oldu. İnternet üzerindeki kitlesel portallara Türkiye'den erişim engellerini listelemeye başlasak, uzun bir liste görmemiz mümkün olurdu. Hali hazırda var olan kısıtlayıcı 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un yıllar içinde kapsamının git gide daha da genişletilerek bir sansür ve gözetim haricine gelmesi sayesinde 408 bin 494 internet sitesi 2019 sonu itibariyle engelli halde bulunuyor.

10 YILLIK MEVZU

Youtube yasağının kaldırılması için şirketin Türkiye'de bir ofis açarak, ülke içinde edindiği reklam gelirlerinden vergi ödemesi gerektiği dile getirilmişti. 2019 yılında Rekabet Kurumu'nun Google'a verdiği ilk seferinde 93 milyon TL, daha sonrasında günlük 1,5 milyon TL ve ardından da açıklanan yaptırımlar mektubu nihayetinde teknoloji devinin Türkiye'de faaliyet gösterecek android işletim sistemine sahip telefonlara teknoloji desteğini keseceğini açıklamasını getirmiş, fakat nihayetinde Google'ın Türk Telekom ile yerli sunucu anlaşması imzalaması ile sonuçlanmıştı. Anlaşma kapsamında Habertürk'ten Necdet Çalışkan'ın haberine göre Türkiyeli kullanıcıların ürettiği verileri işlemek ve depolamak için sekiz farklı noktada Google sunucular kuracak ve yerel düzeyde iş yaptığı için de içerik anlamında Türkiye yasalarına tabii olacak ve vergi ödeyecek. Aynı haberde belirtildiğine göre, Türkiye'de internet trafiğinin yüzde 75'ine tekabül eden Google ve Facebook kullanımına dair çalışmalar uzun zamandır devam ediyordu, ve Facebook -ve bağlantılı hizmetleri olan Messenger, Instagram ve Whatsapp- kullandığı sunucu hizmetinin yüzde 60'ını Türkiye'de bulunan merkezlerden sağlıyor. Şimdi de Cumhurbaşkanı yaptığı konuşmada sosyal medya ve çevrimiçi video platformlarının bir düzenlemeyle kontrol altına alınacağını açıklaması üzerinden yeni bir engel dalgasının yükselişe geçtiği kaygıları yaygınlaşıyor.

"YERLİ VE MİLLİ İNTERNET"

Kısıtlayıcı düzenleme taslağı hem geleneksel hem de sosyal medya üzerinde, özellikle hükümete yakın isimler tarafından "yerli ve milli internet" denebilecek bir söylem üzerinden savunuluyor ve destekleniyor. Yoğunluklu bir şekilde "Türkiye'nin verisi Türkiye'de kalır" biçiminde gelişen söylem, bu yöntemin ilerleyen dönemlerde dijital saldırılara karşı daha güvenli ve dayanıklı bir yöntem olacağı algısını yaygınlaştırmaya çalışsa da bunun nasıl sağlanabileceğine dair nitelikli bir yöntemden bahsetmiyor. Sıklıkla "milli ve manevi değerlerin korunması" söylemine yönelen "dijital güvenlik" meselesi, aslen ne dijital ne de güvenlikle alakalı, fakat genel itibariyle oldukça ahlakçı bir baskı yöntemininin sinyallerini veriyor.

DİJİTAL PİYASALARA VERGİ

Hali hazırda yayıncıların lisans almak için ödediği ücretler üzerine Mart 2020'den bu yana ödenen Dijital Hizmet Vergisi ile birleştirildiğinde, Türkiye'de dijital piyasaların aslında zaten vergilendirildiğini görmek mümkün. Şimdi hükümet yasa tasarısına dair muhalefet partilerinin desteğini ararken, "yerel ofisler" üzerinden yeniden tüm mecralara yeni koşullar sunulurken, mecraların kazançlarından vergi ödemesinin gerekliliği sıklıkla dile getiriliyor.

NELER ENGELLENECEK?

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkan Yardımcısı İbrahim Uslu, veri yerelleştirme yasası ile ilgili düzenlemeye dair "Netflix'in gerek Avrupa gerekse de diğer ülkelerde her anlamda layüsel bir yayıncılık politikası yürütmesi söz konusu değildir. Bu bağlamda platformun kendisi de ülkelere özel belli yükümlülüklere uyma gerekliliğini teyit etmektedir. Netflix 'Yaşayan Ölülerin Gecesi' isimli filmi çocuk ve gençlerin psikolojisini bozucu içerik olması nedeni ile Almanya'da platformdan kaldırılmıştır. 2017 yılında Alman Gençliğini Koruma Komisyonu’nun Yaşayan Ölülerin Gecesi (Night of the Living Dead) filmini Netflix hizmet içeriğinden kaldırılmasını içeren yazılı talebi üzerine içerik Netflix Almanya kataloğundan çıkarılmıştır. Zombi konulu korku türünde ve birden fazla serisi olan film, içerdiği aşırı şiddet sahnelerinden ötürü Almanya’da erişime kapatılmıştır. Bu sadece bir örnek, farklı çarpıcı ülke örnekleri de var. Netflix, yapımlarında ülkelerin hassasiyetlerini gözetmek zorunda. Bu sadece ülkemiz için değil, tüm dünyada böyle iken ülkemize yönelik eleştirileri haksız bulmamak elde değil." açıklamasını yapmıştı. Ücret ödenerek talep edilen içeriğin izlenebildiği bir dijital mecrada neyin izleneceğine müdahale etme girişimlerinde bulunan yetkililerin hedefi daha önceki internet yayınları düzenlemelerinde de bahane edilen "çocukların ve gençlerin psikolojisi" ile başlayan, fakat hızla "aile yapısı ve toplum ahlakının korunması" şeklinde ahlakçı bir duruma evrilen söylemlerle donatılıyor. Özellikle LGBTI+ kişileri hedef alan söylem ve uygulamaların çokluğu düşünüldüğünde, veri yerelleştirme düzenlemesinin uygulanmasıyla birlikte ilk hedefin içeriğinde LGBTI+ herhangi bir tema bulunduran yayınlar olacağını söylemek şüpheden öteye gidecektir. Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz günlerde AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Tanıtım ve Medya Başkanı Mahir Ünal, Netflix üzerinde yayınlanan Aşk 101 adlı dizinin senaryosuna eşcinsel bir karakter bulunması nedeniyle müdahale edildiğini açıklamıştı. Daha önce de 'Designated Survivor' adlı dizinin Türkiye'yle ilgili kurgusal başkanın hikayesinin konu edildiği bir bölümün Türkiye'de gösterimden çıkarılması istenmişti. RTÜK başkan yardımcısının vermiş olduğu örneğe değinecek olursak, 2015 yılından bu yana Yeni Zelanda, Vietnam, Almanya, Singapur, Suudi Arabistan'dan olmak üzere toplam 7 içeriğin bölgesel olarak -genellikle dini ya da siyasi nedenlerle- kısıtlandığı Netflix'te, 2020 yılında şimdiye dek bilinen en az iki müdahale bulunuyor bile.

VERİ YERELLEŞTİRME BAŞKA NELER GETİRİYOR?

Yasa tasarısı medyada ilk yer bulmaya başladığında, kullanıcıların sosyal medya mecralarına TC kimlik numaraları ile kayıt yaptırmalarının önemine atıfta bulunarak, bunun sahte hesaplarla saldırgan içeriklerin paylaşılmasının önüne geçileceği belirtiliyordu. Son zamanlarda gerçek adını kullanarak internet ortamında eleştirilerini dile getirenlerin hükümet-taraftarı anonim hesapların ihbarları sonucu gözaltına alındığını göz önünde bulundurursak, ironik görünen bu öneri başlı başına Avrupa Konseyi'nin de atıfta bulunduğu "anonimlik hakkı" ihlalini kurumsallaştıran nitelikte görünüyor. İfade hürriyetini ve bilgiye erişimi tümden engelleyici olabilecek bu öneri, dijital kamusal alanda söylemlerin bir otorite kontrolü gözetiminde sürmesini ve iktidar için huzursuz edici herhangi bir söylemin de çeşitli gerekçelerle suçlu gösterilerek içerik engelleme, içerik kaldırtma ve hatta kullanıcıların kişilik bilgilerinin paylaşılması ile bu kişilerin adli süreçlere konu olmasının önünü açabilecek bir nitelik barındırıyor.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE ETKİSİ

Toplumsal tartışma ortamı oluşturulmadan aceleyle komisyon ve genel kurul süreçlerine götürülmesi hedeflenen bu tasarıya toplumun şimdi boyun eğmesi durumunda, yalnızca bireysel kullanıcıların eleştirel ya da siyasi söylemi değil, aynı zamanda basın organlarının da dijital faaliyetlerinin tehlikeye girmesi işten bile değil. Hali hazırda bağımsız medya kuruluşları, RTÜK, Basın İlan Kurumu, haberlere getirilen erişim engellemeleri gibi birçok kısıtlayıcı uygulamaya maruz kalıyor. Özellikle de "önce sosyal mecralar" ilkesi çerçevesinde Twitter, Facebook, Instagram, Youtube gibi sosyal medyayı haber yayıncılığı amacıyla kullanan haberciler, bu yasanın kabul edilmesi durumunda, şu ana dek küresel yayın mecraları tarafından uygulanmayan "habere erişim engeli kararları" zorunlu olarak uygulanarak dijital ekranlara da karartma uygulamasına maruz kalacaklar.

DİJİTAL EKONOMİYE TEHDİT

Türkiye'de e-ticaret başta olmak üzere dijital girişimler ve finans alanındaki dijitalleşme, dünya sıralamasına bakıldığında potansiyelinin yeterli kısmını henüz kullanamıyor ve gelişim için önünde oldukça büyük bir alan bulunuyor. Bunu desteklemek adına her yıl farklı alanlarda kod yazarları yetiştirilip, dijital okuryazarlık adına faaliyetler yürütülürken, e-ticaret alanında girişimlerde bulunmak üzere gençlere çağrı yapılırken bir anda karşınıza "dijital korumacılık" olarak algılanabilecek dijital serbest piyasaya koruma duvarları ören bir yasa tasarısı geliyor. Hükümeti destekleyen yazarların anlatımından "küresel teknoloji devlerinin milyarlarca dolarlık 'yatırım' getireceği" anlaşılırken, bunun aslında bir yatırımdan ziyade zorla yerelleştirme girişimleri ile hizmetten önce vergi duvarları inşa ederek dünyanın en büyük bilişim-teknoloji alanında faaliyet gösteren firmaların zorunlu olarak Türkiye'de harcama yapmasının sağlanması ile yereldeki fiyatların artışına giden yol hazırlanıyor. Şu an için dijital bir girişimci farklı ülkelerde bulunan dijital hizmetlerden faydalanarak katma değerli bir ürün ortaya çıkarmak istediğinde zaten Dijital Hizmet Vergisi ile dünyadaki akranlarından bir adım geride başlıyor. Bunun üzerine bir de "yerli sunucular" kullanma zorunluluğu getirilip dünyada bulunan verimlilik/fiyat endeksinde kendisine en uygun ürünü kullanması engellendiğinde, bu girişimlere henüz başlamadan elveda denebilir. Bir ekonominin büyümesini sağlayabilecek olan girişimciler, böylesi bir ortamda henüz fikirleri proje aşamasına gelmeden cezalandırılmış olur, ve önceki onyıllarda engellenen yaratıcı zihinlerin yönünü takip ederler.

BEYİN GÖÇÜ VE TEKNOLOJİK DENEYİMSİZLİK

söyleşinin makalesini okumak için tıklayın...