TÜİK'in bugün açıkladığı işsizlik rakamlarını ve kabine toplantısında dün alınan ekonomiye yönelik kararları dokuz8GÜNDEM Özel'de değerlendiren iktisatçı Mustafa Sönmez yüzde 13,2 olarak açıklanan işsiz sayısının fiili olarak bunun üç katı olduğunu söyledi.

TÜİK, Mart ayında işsizlik oranının yüzde 13,2 olarak açıkladı. TÜİK'in verilerine göre Şubat ayında yüzde 13,6 olan işsizlik oranının Mart ayında resmi olarak düşmüş olmasını  dokuz8HABER'e değerlendiren iktisatçı Mustafa Sönmez, bu durumun ölçme yönteminden kaynaklandığını ifade ederek "Şu anda İŞKUR'da 4 milyon kişi günlük 39 lira harçlık alıyorlar, bunlar işsiz ancak resmi olarak istihdamda görünüyorlar. Bugün TÜİK'in açıkladığı işsizlik rakamlarında bu 4 milyon kişi yok" dedi. Sönmez, en az bir aydır iş aramayı bırakan 4 milyon kişinin daha işsizlik rakamlarına dahil edilmediğini hatırlatarak fiili işsiz sayısının 12 milyonun üzerinde, oranının ise yüzde 30-35'lerde olduğunu vurguladı.

"ÜCRETSİZ İZİN ÖDENEĞİ ALANLAR FİİLEN İŞSİZ"

dokuz8GÜNDEM Özel programında dokuz8HABER Genel Yayanı Yönetmeni Gökhan Biçici'nin konuğu olan İktisatçı Mustafa Sönmez TÜİK'in sabah açıkladığı Mart ayı işsizlik rakamları ve dün toplanan kabine toplantısında ekonomiye ilişkin alınan kararları değerlendirdi. Erken seçim tartışmalarını, ABD'de başlayan ve Avrupa'ya da yayılan halk hareketlerini, iktidarın CHP'ye ve muhalefete karşı tutumunu da değerlendiren Sönmez "İnsanlar sandığı bekliyorlar, o sandık gelecek, üç yıla da kalmayacak, gelince de tıpkı 31 Mart'ta olduğu gibi sonucu muhalefet alacak. Bunu sabırla, akılla muhalefeti doğru bir şekilde örgütleyerek yapanlar kazanırlar" dedi. https://soundcloud.com/dokuz8haber/dokuz8gundem-ozel-mustafa-sonmez

dokuz8GÜNDEM Özel'in deşifresini röportaj formatıyla ilginize sunuyoruz. 

Dün ve bugün ekonomiyi sosyal boyutlarıyla ilgilendiren gelişmeler oldu. İlk olarak TÜİK'in bugün açıkladığı işsizlik rakamlarıyla başlayalım. Buna göre işsizlik düşmüş Türkiye'de çünkü TÜİK tarafından Mart ayı işsizlik rakamı olarak yüzde 13.2 açıklandı. Tabi günlük hayatta başka bir tabloyla karşılaşıyorken TÜİK'in işsizlik rakamını düşmüş olarak açıklaması vatandaş tarafından da şüpheyle karşılandı. Bu rakamı nasıl yorumlamak lazım.  Bugün açıklanan rakamların tuhaflığı sadece işsizlik düşmemiş, istihdam da düşmüş, iş gücü de düşmüş. Üçü birden düşmüş, pandemi dönemi ortaya böyle tuhaf hal çıkardı. Bu durumda alışıldık tanımlarla bu nasıl ölçülecek, işte bunun zorlukları konuşuluyordu, hatta Bahçeşehir Üniversitesi BETAM, önceki gün İstanbul Politika Enstitüsü'yle bir bülten çıkardı, bu nasıl ölçülecek diye. Burada bir kavram sorunu var bunu tarif edelim. Gökhan Biçici: Kavram sorununun kaynağı nedir, neye göre ölçüyor bugün TÜİK? Kavram şöyle, kimi işsiz sayacağız, kimi saymayacağız. Bir kere pandemi dönemi olağanüstü dönem, bir takım işyerleri İçişleri Bakanlığı tarafından sosyal mesafe önlemleri çerçevesinde kapatıldı, kapatılınca fiilen bir insanlar işsiz kaldı, talep kesildi, ekonomi çöktü, bunun üzerine hükümet bir karar aldı ve "Kimse işten çıkarılmayacak, herkes istihdamda olacak ancak ücretsiz izin vereceksiniz" dedi. İzin verdiklerinin de durumularına göre de ya kısa çalışma ödeneği ya da nakdi ödenek adı altında günlük 39 TL bir para vereceğiz denildi.

SÖNMEZ: "FİİLİ İŞSİZLİK 12 MİLYON, YANİ YÜZDE 35"

Şu anda İŞKUR'da 4 milyon kişi kısmi çalışma ödeneği veya nakdi ödenek olarak günlük 39 TL bir harçlıklı istihdamda gözüküyor. Bu insanlar fiilen işsizler ama kayıtlarda çalışıyor gözüküyorlar. Böyle bir anomali var. Bugün TÜİK'İn açıkladığı 4 milyon işsiz içinde mesela bu 4 milyon yok. Oysa bunlar birlikte ele alındığında 8 milyon işsiz oluyor. Ona göre de işsizlik oranı katlanıyor. Bir de Pandemi öncesinde başlayan bir eğilim var insanlar iş aramaktan yorulmuş, umutsuz hale gelmiş durumda. Şubat verileri bunu ortaya çıkardı; hem işgücü azalıyor, hem istihdam azalıyor, dolasıyla öyle umudunu yitirmiş ancak TÜİK'in tanımlarına göre son dört hafta içinde iş aramadığı için işsiz sayılamayacak bir 4 milyon nüfus da orada var. Dört milyon resmi işsiz, dört milyon umutsuz işsiz, dört milyon da harçlığa bağlanmış işsiz. Bunları alt alta topladığınızda 12 milyon insan ediyor, iş gücünü de 33 milyon diye tanımlasanız aslında fiili işsizlik TÜİK'in açıkladığı gibi 13.2 değil fiili işsizlik yüzde 35. GB: Açıklanan rakamların ötesinde ekonominin gerçek dengelerinde Türkiye'yi nasıl bir tablo bekliyor, çünkü dünyada da yapılan tüm açıklamalar 1929 buhranından daha büyük bir buhran beklendiği yönünde yine sadece ABD'de 40 milyon işsiz var ve bunun sosyal sonuçları da görülüyor. Peki Türkiye'yi nasıl bir tablo bekliyor? 

"İMF VE DÜNYA BANKASI HEM DÜNYA, HEM TÜRKİYE İÇİN KÜÇÜLME ÖNGÖRÜSÜNDE BULUNUYOR"

Ekonomide bir canlanma emaresi yok. Küresel boyutta İMF Türkiye için yüzde 5 küçülme, dünya için yüzde 3 küçülme öngörmüştü. DB yeni bir analiz yaptı, dünya küçülmesini 2.2 puan daha arttırdı ve yüzde 5.2 küçülme öngörüsü açıkladı. Demek ki daha dehşetli bir daralma yaşanıyor ve yıl böyle tamamlanacak. Türkiye için de DB yüzde 4'e yakın bir küçülme öngörmüş. Dolasıyla TR ekonomisi ister 4 ister 5 kaçınılmaz olarak bir küçülme yaşayacak, küçülme ortamında istihdam olmasını beklememek lazım. Buradaki işsiz sayısı 9-12 milyon arasında yüzde 30 bandında dolaşacak. Bir kere yaz aylarında turizm sektörü çökmüş durumda, turizmde iç turizmden ufak tefek katkı varsa var yoksa bir dışardan bir turist akışı söz konusu değil, uçakların dış seferleri başlamış değil, otellerin doluluk oranı Nisan ayında yüzde 3, İstanbul'da yüzde 7. Ağustos sonuna kadar böyle gittiği takdirde hizmetler sektöründen kaynaklı bir katma değer kimse beklemesin. Bundan kaynaklanan çok ciddi bir talep düşüşü de var. işsizlik demek insanların harcama güçlerinin, gelirlerinin de düşmesi ve talebin düşmesi demek. Bugün insanlar paralarını gıda, sağlık gibi şeylere yetiriyorlar, onun ötesinde bir harcama yapamıyorlar, yapmak istemiyorlar.

"2020'DE BİR İYİLEŞME BEKLEMEK MÜMKÜN DEĞİL"

Dış talep keza kesik Türkiye'nin giyim ve otomobil gibi iki önemli ihraç kalemi yüzde 45'lerin aylık düşüş gösterdi. Dolasıyla hem iç talepte büzülme, hem dış talepte büzülme var, öte yandan bir açılma yok, turizmde bir talep yok. Buna bağlı olarak ekonominin kendisini üçüncü ve dördüncü çeyrekte toparlaması çok kolay görünmüyor. Bu konuda hükümet kredi musluğunu açabildiği kadar açıyor, kamu bankalarını ucuz kredi vermeye memur tutuyor, özel bankaları zorluyor, böyle kredi pompalamasıyla canlanabilecek bir talep henüz gözükmüyor. Bundan kaynaklı olarak da istihdam göstergelerinde 2020 yılında bir iyileşme beklemek çok mümkün değil. 2021'de ne olur, 2021 için de DB ve İMF bir "Dibe vurup çıkar" diyor ama bekleyip görmek gerekiyor. GB: Anlattığınız tablo hep kısa vadeli tedbirlere işaret ediyor. İŞKUR, kredi muslukların açılması gibi tedbirler, taksit sayısının 12'den 18'e çıkarılması. Tüm bu hazırlıklar sanki önümüzdeki altı aya ilişkin bir hazırlık. Bunlar da insanın aklına son iki haftada iyice yoğunlaşan erken seçim tartışmalarını getiriyor. Siz bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz, erken seçim bekliyor musunuz?

"EKONOMİDEKİ GİDİŞAT HÜKÜMETİ BİR ERKEN SEÇİME ZORLUYOR"

Ekonomideki gidişat hükümeti erken seçime zorluyor, seçmen memnun değil hayatından, fiili işsizliğin yüzde 30'lara ulaşması, gelirlerin düşmesi seçmende çok ciddi bir rahatsızlık yaratmış durumda. Küçük esnaf ciddi mağduriyet yaşadı ve yardım paketlerinde bir destek görmedi. Firmalar da zor durumda, onlar da aldıkları kredileri geri ödeyemiyorlar, döviz kredileri çok ağır kur zararları yazmış durumda ve dışarıdan kaynak temininde ciddi sorun var. Bu zorluk da doğrudan iktidarın mali itibarsızlığı ile ilgili. Böyle bir hükümet tarafından yönetilmek istenmiyor çok farklı sınıflardan seçmenler. O nedenle daha güven veren, önünü görebilecek, dış dünyayla destek görebilecek bir iktidar değişikliğini isterler. Ama hükümet buna cesaret edemiyor, hem şimdiye kadar yapılan anketlerden ortaya çıkan sonuçlar, hem kendi içlerindeki nabız yoklamalarından anlıyorlar ki bugün de seçime gitseler hüsran çıkacak ortaya ve AKP kaybedecek. Ama öbür taraftan bunu uzattıkları takdirde bir düzelme olmuyor, çığ gelmeye devam ediyor. Erken seçim yapmasalar da kayıp, yapsalar da risk. Burada hükümette "Acaba ibreyi memnuniyetten yana kırabilir miyim ve kırdığımı hissettiğimde bir erken seçime gidebilir miyim" arayışı olabilir ancak böyle bir memnuniyet yaratacak enerjisi, barutu yok, çünkü 2018-2019 krizinde bütün hazine kaynaklarını çok hızlı tüketti ve şimdi de onun üzerine pandemi geldi.

"EKONOMİ DIŞI BİR TAKIM POLİTİKALARLA SEÇMENİ OYALAMAYA ÇALIŞIYOR AMA İŞE YARAYACAĞINI SANMIYORUM"

Bu nedenlerle hükümetin çok ağır bir basınç altında olduğunu, erken seçime de yanaşamadığını ama uzatmaya da gidemediğini görüyoruz. Bundan iktidar ekonomi dışı bir takım politikalarla korkutma sindirme, mecliste adam dövme, Ayasofya'yı açma gibi hamlelerle seçmeni oyalamaya çalışıyor ama ben bunların çok işe yarayacağını sanmıyorum, üstlerindeki basınç giderek daha da artacaktır. Özellikle kendi içlerinde doğurdukları iki partinin yavaş yavaş palazlanmasının da endişelerini ayrıca not edelim. GB: Metropoll Araştırmanın Mayıs ayı sonuçları yayınlandı. MedyaScope'da da Ruşen Çakır ve Özer Sencer uzunca bir röportaj yaptı ve Sencer, seçmen açısından ekonomi belirleyici dinamik bu noktada Beka ve Ayasofya tartışmalarının hiç bir karşılığı kalmadı dedi. Ancak muhalefet açısından da bu erime muhalefete yönelmiyor, "İktidar kaybediyor ama muhalefet kazanmıyor." dedi. Bu tespite katılıyor musunuz. Muhalefet ne yapmalı?  31 Mart'ta muhalefet kazandı niye kazanmasın. Türkiye'nin milli gelirinin üçte ikisinin yaratıldığı bölgelerde yerel iktidarları aldı. Biri kaybederken diğeri kazanır. Burada muhalefeti tek parti olarak görmemek lazım. Zaten muhalefet ana muhalefet kendisini odaklamıyor bir cephe kurmaya çalışıyor haklı ve doğru şekilde, yerel seçimlerde de bunları yaptık. Millet ittifakı oluşturdu, HDP fiili olarak katıldı. Şimdi de aynı iktidarı deva m ettirip buna Babacan ve Davutoğlu'nu da katmaya çalışıyor.

"AKP VE MHP KAYBEDİYOR, ZAMAN MUHALEFETTEN YANA"

Ve burada amaçlanan şey Cumhur İttifakı'nın karşısında Millet İttifakını iktidara getirmek, esas olarak da Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin yerine güçlendirilmiş bir parlamento, bağımsız tarafsız bir yargı, özgür medya bu asgari müştereklerde bir dönüşümü gerçekleştirmek, şimdi bunu ana muhalefet kendi başına yapamaz, yapmak da istemiyor zaten buna gücünün yetmeyeceğini görüyor. Ama 'Millet İttifakı' adı altındaki partiler grubu ve buna girecek olanlar bunlar kazanıyorlar, AKP ve MHP kaybederken seçmen bu tarafa doğru gidiyor ortada kalan ve kafası karışık bir seçmen kaldığını sanmıyorum, herkesin mutlaka bir fikri vardır, bunları beyan etmiyordur o başka ama özellikle Millet İttifakı güçlendikçe kararsızların da o tarafa yönelmesiyle bence AKP ve MHP'den oluşan Cumhur İttifakı'nın kayıpları daha da artacak. Önümüzdeki zaman diliminde iyileşme değil, sorunların biraz daha köpürmesi, çözüm bulunamaması karşısında infiallerin artması çok muhtemel görünüyor İnsanlar altı ay günde 39 TL'yle geçinemez 4 milyon insan. bir dizi insan hiç yardım göremedi, firmaların bu iklimde ayakta kalması olası gözükmüyor, uzak olsun ama bir de ikinci dalga gelirse herkesi işi daha da zor olacak. bunu analiz dışı bıraksak bile iktidarın önümüzdeki günlerde daha da kan kaybedeceğini ve muhalefetin daha da güçleneceğini düşünüyorum, zaman muhalefetten yana, iktidar daha da zayıflayacak. GB: İnfial vurgusu da yaptınız, insanlar bunu uzunca bir süre götüremezler dediniz. ABD'ye bakarsak 68'ten bugüne en büyük halk isyanı söz konusu, Avrupaya da yayılıyor bu ırkçılık karşıtlığı üzerinden ama hareket içinde sosyal ve sınıfsal dinamikler de öne çıktığını görüyoruz. Salgın öncesi de dünya hareketliydi, İran'dan Lübnan'a, Şili'den Hong Kong'a güçlü sosyal hareketler söz konusuydu. Şimdi kaldığı yerden hatta belki daha güçlü şekilde devam edecek gibi gözüküyor dünya ölçeğinde bir hareket, Türkiye'de pek ses çıkmıyor. Oysa Türkiye tarihsel olarak sosyal muhalefetin her zaman güçlü olduğu bir ülke olmuştur. Tüm tartışmaları da seçim üzerinden, oy dağılımı üzerinen yapıyoruz, oy dağılımı üzerinden yapıyoruz, Millet İttifakı artı HDP veya Cumhur İttifakı üzerinden konuşuyoruz ancak sendikalar, işçi hareketi, sokak muhalefeti analizlerde denkleme dahil edilmiyor. Sizce bu doğru bir tutum mu yoksa Türkiye bu alanda da sürprizlere açık bir ülke mi?

"BAŞKA COĞRAFYALARDA OLMADIK ÖLÇÜDE BASKI VAR VE BU KİTLELERDE YILGINLIK, KORKU YARATIYOR"

Türkiye'de başka coğrafyalarda olmadık ölçüde bir baskı var bunu yaşayarak görüyoruz hem yargı sopa olarak kullanılıyor, hem de hükümet otokratik, despotik, faşist siz ne derseniz diyin, yönetimlerin cümle aracını kullanıyor. Bu tabi kitlelerde belli bir yılgınlık ve korku yaratıyor, bunu teslim etmek lazım. Ancak böylesi bir iklimde Gezi gibi dünyayı da şaşırtan çıkışlar da yaşandı. Hala benzer şekilde tepkiler de oluyor, bunlar bazen sandıkta oluyor, 31 Mart seçimleri gibi, ondan önce 7 Haziran 2015 seçimi gibi; Adalet Yürüyüşü gibi...buna tabi bir önderlik gerekiyor. Tabi sokak hareketlerini canlandırmamak üzere CHP akıllı ve doğru bir tercih yapıyor.

"SOKAK HAREKETLERİNİ CANLANDIRMAMAK YÖNÜNDE CHP AKILLI VE DOĞRU BİR TERCİH YAPIYOR"

Bugün tepkileri sokağa dökmenin bir manası yok, insanlar zaten tepkili ve yine insanlar oturdukları yerden sosyal medya üzerinden de tepkilerini ortaya koyabiliyorlar. Tersine belki de iktidar sokak muhalefetini kışkırtmaya çalışıyor ki sindirebilsin, korkutabilsin, kendisine bir takım gerekçeler üretebilsin. Ben mecliste son olarak Özgür Özel'e yönelik saldırıyı ve muhtelif İzmir'de, Adana'da CHP'ye yönelik komplo hareketlerini bunun uzantısı olarak görüyorum.

"İNSANLAR SANDIĞI BEKLİYORLAR, O SANDIK GELECEK VE SONUCUNU MUHALEFET ALACAK"

Burada sokak hareketi gereki değil çünkü insanlar yeterince ajiteler ve yaşıyorlar sorunları. İnsanlar sandığı bekliyorlar, o sandık gelecek, üç yıla da kalmayacak, gelince de tıpkı 31 Mart'ta olduğu gibi sonucu muhalefet alacak. Bunu sabırla, akılla muhalefeti doğru bir şekilde örgütleyerek yapanlar kazanırlar, iktidarın artık kazanabilme opsiyonu çok zayıflamış durumda.