20 Kasım, günümüzde Evrensel Çocuk Günü (Universal Children’s Day) veya Çocuk Hakları Günü olarak kabul edilmiştir. Bunun dışında çeşitli ülkelerde farklı günlerde çocuk günü kutlanmaktadır. Türkiye'de Çocuk Hakları Günü özelikle çocuk haklarına yönelik ihlallerle daha çok konuşuluyor.

#dokuz8HABER Çocuk Hakları Günü özel yayını yapıldı. Gazeteci Nagihan Alan Yiğit'in sunduğu programda İst. Barosu Çocuk ve Kadın Hakları Merkezi Üyesi Av. Süreyya Kardelen, Klinik Psikolog Özge Özdemir Köz, Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği ( UCİM) Başkanı Saadet Özkan Efe ve Ankara Barosu Çocuk Hakları Kurulu başkanı Avukat Türkay Asma çocuk hakları ve çocuklara yönelik istismarları değerlendirdi.

https://www.youtube.com/watch?v=l-7El35IU_0

Pandemi süreci çocukları nasıl etkiledi?

Dokuz8TV’de gerçekleştirilen 20 Kasım Çocuk Hakları Günü özel yayınında Gazeteci Nagihan Alan Yiğit’in sorularını yanıtlayan; İstanbul Barosu Çocuk ve Kadın Hakları Merkezi Üyesi Av. Süreyya Kardelen, Klinik Psikolog Özge Özdemir Köz, Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği (UCİM) Başkanı Saadet Özkan Efe ve Ankara Barosu Çocuk Hakları Kurulu Başkanı Avukat Türkay Asma pandemide çocukların durumunu değerlendirerek çocuklara yönelik istismarlara dikkatleri çekti. Pandemi döneminde çocuk olmak başlığıyla gerçekleştirilen ve pandemi sürecinden çocukların nasıl etkilendiği konusunda birçok soruya yanıt arayan 60 dakikalık programın dikkat çeken başlıkları şöyle oldu:

“ÖĞRETMENLER BİLİNÇLİ OLURSA ÇOCUĞA DA IŞIK OLUR”

Görev yaptığı İzmir’in Menderes ilçesinde bulunan bir okulda müdürün altı kız öğrencisine yönelik cinsel istismar suçunu ortaya çıkaran ve müdürün yargılanmasını sağlayarak seksen iki yıl altı ay hapis cezası almasını sağlayan Saadet Özkan Efe verdiği mücadeleden şöyle bahsetti: “Ben görev yerine gittiğimde yirmi iki seneden beri aynı okulda görev yapmış bu istismarcının ki bu kişiye öğretmen diyemiyorum dört kuşağın elinden geçtiğini fark ettim. Maalesef ki çocuklarım zincirleme istismara maruz kalmışlardı ve bu çocuklar altı yaşlarındaydı. Çocukların yaşadığı ihmal, istismar ve fiziksel istismarın dışında cinsel istismar çok ağırdı. Bu çocuklar bu durumu anlattıklarında onlara öncü oldum, onların yanında oldum. Aslında yapmam gerekeni yaptım. O yüzden çocukların acılarını dindirmek için öğretmenlerin de bilinçli olması lazım ve o liyakat sisteminin de değişmesi gerekiyor. Yani öğretmenler gittikleri yerde evim olsun, arabam olsun diye kredi çekerlerse ve kendilerini bir şeylere bağlarlarsa çözüm bulamayız. Öğretmenler bu bilinçte olursa biz birçok çocuğa da ışık olur, toplumu koruruz.”

“ÇOCUKLARA ÖZEL BİR HAT AÇILMASI İÇİN YAPTIĞIMIZ BAŞVURUDAN DÖNÜŞ ALAMADIK”

Süreyya Kardelen Yarli çocuğa karşı özellikle de pandemi döneminde artan istismar suçuna karşı Alo 155, 156, 183 gibi numaralar dışında çocukların yedi yirmi dört ulaşabilecekleri aktif ve derhal yanıt veren bir hattın oluşturulmasına yönelik Türkiye’de bir çalışma yapılıp yapılmadığı konusunda şu bilgileri verdi: “Ne yazık ki bizim pandemi döneminde  183, 155 ya da  156 Alo Jandarma  gibi spesifik, çocuklar için bir hat oluşturmadık, oluşturamadık ama kadın örgütlerinin, çocuklarla ilgili çalışan STK’ların, bu konuda büyük mesai harcayan baroların, çocuk merkezlerinin ve kadın hakları merkezlerinin bu yönde çok talepleri oldu ve bu yönde bir sürü farklı STK rapor hazırlayıp, çözüm önerilerinin içerisinde bunu da Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’na iletti ama ne yazık ki olumlu bir dönüş alamadık.”

“BİR İSTİSMARI ALO ÇOCUK HATTA SAYESİNDE ÇÖZMÜŞTÜK”

Türkay Asma ise çocuğa özel olarak oluşturulacak hatlar konusunda şunları söylüyor: “Çocuğa yönelik çocuğun istismarı durumunda onu destekleyecek, senin arkandayım, haklarını koruyacağım, gizliliğini koruyacağım diyebilen, bilgi verebilen bir hatta çok büyük ihtiyaç var ama bu hat kurulmuyor. Genel hatlarda da çocuğa hemen geri dönüş yapılması lazım, arkandayım mesajı verilmesi lazım ki çocuk bu hattın kendisini koruyabileceğine güvensin. Biz baroda çalışırken çocukların ulaşabildiği Alo Çocuk Hattı’nı kurmuştuk, onu yaymıştık. Şu anda işlemiyor sanıyorum. Burada mesela okula gitmeyen, okulundan alınan çocukların bile çocuklar tarafından bize ihbar edildiğine tanık olmuştuk ve çok duygulanmıştık. Yine bu hat sayesinde Gölbaşın’da üvey babası tarafından cinsel istismara uğrayan, öğretmenine bilgi vermesine rağmen arkasında durulmayan bir çocuğun sorununu çözebilmiştik. Çocuğun direkt başvurması o kadar önemli ki ama bu direkt başvuruya bu konuyu bilen kişilerce, içten, samimi inanan kişilerce yanıt verilmesi de bir o kadar önemli.”

 “PANDEMİDE EN BÜYÜK SORUN EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTSİZLİĞİ OLDU”

Pandemide yaşanan en büyük sıkıntılardan birinin de eğitimde fırsat eşitsizliği olduğuna dikkat çeken Kardelen Yarli sözlerini şunları söyledi: “Ne yazık ki online eğitime geçtiğimizden beri eğitimde sorunlar büyüdü. Bırakın köy, kasaba, mezrayı aslında İstanbul dahil olmak üzere büyük metropollerin birçok yerinde zaten çocukların bilgisayarı, tableti hatta internet bağlantısı bile yok üstelik ne yazık ki bir evde bir çocuk da yok. Yani biz aynı anda birden fazla çocuğun online eğitim görmesi ihtimalini hiç düşünmediğimiz için eve bir tane laptop bir de internet bağlantısı götürdüğümüzde bütün problemi çözdüğümüzü sanıyoruz fakat aynı anda online eğitim alması gereken birden fazla çocuk var. Bu ihtimaller hiç düşünülmüyor.

“ÇOCUĞU BİR BİREY OLARAK GÖRMEK KENDİSİNİ İLGİLENDİREN KONUDA GÖRÜŞLERİNİ ALMAK ÖNEMLİ”

Özge Özdemir Köz yaşadığı ülke olan Norveç’te çocuğa birey olarak bakıldığından bahsederek şunları söylüyor: “Burada yedi yaşından itibaren çocuğu birey olarak görmeye, onun fikirlerini almaya on iki yaşından itibaren ise çocuğun kararların arkasında durmaya ve onun kararlarına saygı göstermeye dikkat edip bunu da çocuklara empoze ediyoruz. Aksi bir durumda devlet sosyal bir hizmet olarak çocuğa ulaşabileceği kanalları, yolları, yöntemleri sunabiliyor. Aslında böyle bir model hem devletin rolü açısından hem de kişisel anlamda özellikle de istismar ve çocuk hakları çerçevesinde güzel bir çare sunabiliyor.” Türkay Asma ise benzer bir sistemi Türkiye’de yerleştirmeye çalıştıklarını söyleyerek şunları ekledi: “Katılım hakkının bir sonucu olarak çocuğun görüşünün alınmasını mahkemelere taşıdık. Mesela çocuğun kendisini ilgilendiren bütün konularda sekiz yaşından itibaren görüşünü alalım dedik. Bunu yargıya da taşıdık, üst yargı kararlarına da onattık. Anne baba boşanıyor, çocuk kimin yanında kalmak istiyor? Velayet hakkı kullanırken, evlat edinirken ve buna benzer olaylarda çocuğun görüşünün önemli olduğunu ve bu görüşü gerçekten bağımsız organlar sosyal hizmet uzmanları aracılığıyla çocuğun anne babasının olmadığı bir ortamda ve çocuğun baskı altında olmadığı bir ortamda aldırarak kararları çok etkili bir şekilde kullanılmasını sağladık. Bu çok güzel bir şey. Bunu yerleştirmeye çalışıyoruz ama çok zorlanıyoruz.”

“HİÇBİR ÇOCUĞUN FOTOĞRAFI DİJİTAL ORTAMLARDA KENDİSİNDEN İZİN ALINMADAN PAYLAŞILMAMALI”

Süreyya Kardelen Yarli özellikle de dijital platformlarda artan çocuklara ait görsellerin izinsiz kullanımına yönelik şu eleştirileri getirdi: “Burada bir özeleştiri getirmemiz lazım. Çünkü bu görselleri paylaşan bir sürü avukat, çocuk hakları savunucusu, aktivist gördüm. Öncelikle bunu bir konuşmamız gerekiyor. Biz iyi niyetle paylaştık, insanlara umut vermek istedik gibi savunmalar yersiz. Çok açık ve net şunu söylememiz gerekiyor ki konu veya sebep ne olursa olsun hiçbir çocuğun fotoğrafı kendisinden, ailesinden izin alınmadan ve konunun bağlamıyla ilgisi olarak paylaşılamaz. Birincisi bu bir kişisel veri ve yarın bu çocuk reşit olduğunda kişisel verinin ihlalinden dolayı ki bizde bu artık tanınan ve korunan bir hak, size kişilik haklarının ihlalinden dolayı tazminat davası açabilir. Aynı zamanda buna göz yuman anne babaysa velayet hakkının kötüye kullanılmasından dahi dava edilebilir. Kendisi şikayetçi bile olabilir çünkü anne babanın da velayet hakkını kullanırken çocuğun yararına ve sınırlı hukuka uygun bir şekilde kullanması gerekiyor. Bu paylaşımları anne baba da kafasına göre yapamaz. O yüzden ne travmatik dönemlerde ne pandemi döneminde ne de sonrasında çocukların özel ya da özel olmayan hiçbir fotoğrafının tanınan ya da tanınmayan kimseler tarafından amaç ne olursa olsun paylaşılmaması gerekiyor.

“KENDİNİ KORUYACAĞI MEKANİZMALARI ÇOCUĞUN ELİNDEN TAMAMEN ALDIK”

Türkay Asma: Mağdur çocuk sayısında düşme mümkün değil, tam tersine çok büyük artış var. Hele pandemi döneminde.Şimdi bu çocukların ulaşabileceği hiçbir mekanizma yok yani anne babalarıyla doğru düzgün iletişim kuramıyorlar, okulda öğretmenleriyle iletişim kuramıyorlar, arkadaşlarıyla bile iletişim kuramıyorlar, mesela arkadaşları tarafından bize ulaşan çok ihbar vardır. Çocuk arkadaşına güvenerek anlatıyor, arkadaşını biz… Okullara verdiğimiz eğitimde arkadaşlarının… Bunun bir şey iftira ya da şey değil, çocuğa destek olmak, yardım olmak ve her zaman çocuğun yani arkadaşının kimliğinin, kişiliğinin haklarını korunacağını ama onun korunması için bu bildirimi, şiddet görüyorsa şiddeti, istismara uğradıysa istismarı ve yanlış yoldaysa uyuşturucu vesaire kullanmaya yöneliyorsa bu bilgileri paylaşmasını istiyorduk ve de orada da çok başarılı oluyorduk. Şimdi çocuk nereye başvuracak ? Anne baba işte geliyor, zaten bir de ekonomik sorun var. Anne baba can derdinde, ekmek derdinde ve bu da bir şiddeti arttırıyor yani en çok başvurabileceği yer neresi ? Çaresizliği en zayıf organdan çıkaracak, çocuktan çıkaracak ama çocuğun kendini koruyabilecek mekanizmaları tamamen elinden almış durumdayız.

“AİLELERE VE ÇOCUĞA DESTEK OLMAK İÇİN KAPI KAPI GEZİLMELİ”

Pandemi döneminde maddi manevi sorunlarla evde daha fazla vakit geçiren ve sorunları çocuğa şiddete varacak düzeyde yansıtan anne babanın farkındalık kazanması, psikolojik anlamda destek görmesinin de öneminden bahseden Türkay Asma, “Çok fazla sosyal hizmet uzmanımız, hukukçumuz psikoloğumuz da var. Bence kapı kapı dolaşabiliriz, şu anda öğretmenlerimizin büyük bir kısmı okula gitmiyorlar. Bence sistemli bir örgütlenmeyle, Milli Eğitim’in destek vereceği, yöneteceği ya da sosyal hizmet kuruluşlarının destek vereceği bu gençler görev başına alınabilir, ailelerle görüşebilirler, sorunlarını paylaşabilirler. Çocuğun sorunu nedir birebir görüşerek çözebilirler. Çocuk da ben kıymetliyim, bana değer veriliyor diyerek özgüveni yükselir. Aile için de geçerli, biz kıymetliyiz, bu devlet bize değer veriyor der. Benim sorunumu parasal olarak çözemiyor ama hiç olmazsa manevi olarak çözüyor, bana yol gösteriyor diyebilir. Bütün bunlar yapılabilecek şeyler ve yapılması gerekli şeyler” diyor.

“AİLELERLE TEMAS İÇİN ONLİNE EĞİTİMLER İYİ BİR YOL OLABİLİR”

Özge Özdemir Köz ekonomik sorunlar, işsizlik ve bunun yanında koronavirüsün belirsizliğinin, anne babalar üzerinde birçok strese neden olduğunun altını çizerek şunları ekliyor: “Tabii Türkiye’nin ekonomik koşullarını da göz önünde tutarsak iş kaybından dolayı da sorunlar yükselebiliyor. Bu noktada gibi anne babanın destek alması çok önemli ama nereden ve nasıl alacak bu desteği? Şu anda normal psikiyatri hizmetleri bile virüs nedeniyle azaltılmışken, sağlığa erişim birinci basamak dahil olmak üzere ve koruyucu basamak dahil olmak üzere sınırlandırılmışken anne babanın psikolojik anlamda destek alması çok zorlaşıyor. Belki şöyle bir model sunabiliriz. Belli bir hafta hem hukukçuların hem sosyal hizmet uzmanlarının hem ruh sağlığı uzmanlarının hem eğitimcilerimizin oluşturduğu paneller, seminerler en azından online bir şekilde düzenlenebilir. Akşam eğitimleri olabilir işten geldiklerinde, çocuk ne yapmalı, aile ne yapmalı gibi bilgiler verilebilir. Şu an online eğitimlere erişmeyi bırakın internet ve bilgisayara erişemeyen binlerce aile varken bu fikir mümkün de görünmüyor ama uygulamaya geçebilse yararlı olacaktır.

“MEDYA ŞİDDET DİZİLERİ YERİNE AİLE VE ÇOCUĞUN FAYDASINA YÖNELİK İÇERİKLERE YÖNELMELİ”

Birçok sorunu medyadaki şiddet içerikli yayınların tetiklediğini ifade eden Türkay Asma bu konu hakkında şunlara değiniyor: “Mesela çok fazla medya kuruluşumuz var o kadar gereksiz silahlar, şiddetler, entrikaların dolaştığı diziler yapıyorlar ki… Oysa çocukların sevdiği programlar yapılsa, anne babaların bilinçlendirileceği yayınlar yapılsa şu an belki başka şeyler konuşuyor olurduk. Çocukların haklarını, başvurabilecek yolları anlatan yayınlar yapılmalı. Çocuk böylece bütün risklerden korunmuş olacak, haklarını bilecek ve bir sorunda nasıl davranacağını nereye gideceğini bilecek. Medya bu tür programlar koyarak bu konuda çok büyük hizmet verebilir diye düşünüyorum.”

“ÇOCUĞA HAKLARINI KULLANMAYI ÖĞRETİRSEK ÇÖZÜME YAKLAŞABİLİRİZ ”

Süreyya Kardelen Yarlı  çocukların kendilerini ilgilendiren konularda özne konumunda olmadıklarını belirterek, “Çocukla ilgili bir şey konuşurken mutlaka çocuğu da oraya davet etmemizi, dahil etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çocuğu aşırı derecede korunması gereken bir insancık olarak düşünüyoruz ve bütün yöntemleri de ona göre uyguluyoruz halbuki böyle bir şey yok. Çocuğa haklarını kullanmayı düzgün bir şekilde öğrettiğimiz zaman çocuk, yetişkinler gibi hatta bazen yetişkinlerden daha başarılı bir şekilde mekanizmalara ulaşabiliyor ve kendisini ifade edebiliyor, kendisini koruya da biliyor. Yani olay sadece aslında çocuğa bir şeyi bağırmayı öğretmekte. Çocuğa belli bölgelerini genelde koruması öğretiliyor, cinsel bölgeler olarak tanımlanan bölgeler fakat cinsel istismar sadece her zaman o bölgelere yönelik olarak gerçekleştirilmiyor. Çocuk diğer bölgesine başka bir hamle olduğunda onun cinsel istismar olduğunu anlayamıyor. Cinsel istismarı böyle gördüğümüzde çocuğun beden algısında, beden bütünlüğünde bir karmaşa yaratıyoruz. Çocuk şöyle düşünüyor: Belli bölgelerim özel, demek ki diğer bölgelerim özel değil, demek ki diğer bölgelerime insanlar dokunabilir. Annem babam istediği gibi orada bir şey yapabilir. Çocuğun kafasında bir karmaşa yaratıyoruz halbuki çocuk fiziksel şiddete uğradığında bedenini koruması gerektiğini bir bütün olarak bilmeli. Yani biz o eğitimi verirken evet cinsel istismarı odak olarak almalıyız beden üzerinde fakat sadece mahrem bölge tanımlamasını da bence gitmemeliyiz çünkü olay sadece artık mahrem bölgelere karşı gerçekleştirilmiyor” diyor.

 “MÜLTECİ ÇOCUKLARI HİÇ GÖRMÜYORUZ AMA EN DEZAVANTAJLI GRUP İÇİNDE ONLAR VAR”

En dezavantajlı gruplar içinde göçmen çocukların, mülteci çocukların yer aldığını belirten Yarli bu süreçte bu çocukların unutulduğunu ifade ederek konuşmasını şöyle sürdürüyor: “Hele bir de üstüne pandemi dönemi girince, göçmen olmayan çocuklar bile sağlık hakkına, eğitim hakkına, barınma hakkına erişemiyorken bir de mülteci olan veya göçmen statüsünde olan çocukların siz maskeye erişebildiğine, sağlık hakkına erişebildiğini, test olabildiğini, güvenli ve sağlıklı gıda yardımı alabildiğini düşünüyor musunuz ? Düşünemeyiz çünkü böyle bir şey yok. Çünkü biz önce kendi vatandaşımız olan çocukları korumaya bakıyoruz, milli duygularla. O çocukları hiç görmüyoruz. Bu yüzden en çok etkilenen gruplardan biri oluyor. Sahada onlarla ilgili çok fazla STK çalışıyor ama ne yazık ki devletle iş birliği yapamadıkları için devlet bu konuda aktif bir işbirliği STK’larla götürmediği için göçmen STK’ları sadece kendi ulaşabildikleri çocuklara yardımcı olabiliyor. Bu da çocuklar arasında çok büyük bir ayrımcılığa ve eşitsizliğe yol açıyor.

“ENGELLİ ÇOCUKLARA VE AİLELERİNE YÖNELİK EĞİTİM VE ULAŞTIRMA İMKANLARII SAĞLANMALI”

Pandemi döneminde bir başka görünmeyen grubun da engelli çocuklar olduğunu söyleyen Yarli, “Biliyorsunuz özellikle otizmli aileler ve çocukları özel eğitim konusunda çok hassaslar. Özel durumlarda olan çocukların böyle dönemlerde çok arka planda kaldığını görüyoruz. Hele ki otizm gibi eğitime, özel eğitime çok yoğun bir şekilde dahil olması gereken çocuklar ve aileleri hiç düşünülmüyor. En son kısıtlamalar getirildiğinde de düşünülmedi. Otizmli çocukların aileleri feryat edince kısıtlamada düzenlemeye gidildi. Yani bu bence korkunç bir şey. Bu ülkede binlerce otizmli çocuk ve ailesi var ve senelerdir seslerini çıkartıyorlar. Ama kısıtlama getirirken bu çocukları düşünmüyoruz. Bu çocuklarla ilgili de mesela ailelerle ilgili hiçbir çalışma, hiçbir maddi ya da manevi destek yok zaten normal zamanda da bu sağlanmıyordu, şimdi daha da azaldı. O yüzden burada yapmamız gereken dezavantajlı çocuklara yönelik eğitimleri ve ulaştırma imkanlarını arttırmak, bunu sözde bırakmamak, gerçekten bir faaliyet ortaya çıkarmak ve sadece pandemi döneminde değil her zaman bu çocukların kullanabileceği bir mekanizma yaratmak. Bu Alo 183 gibi bir şey olabilir, bir ihbar hattı olarak tanımlanabilir, çocukların en rahat kullanabileceği şekilde ve bu kamu spotlarıyla yaygınlaştırılabilir” şeklinde konuştu.

“ÇOCUĞUN UNUTULMA HAKKI GÖZETİLMELİ”

Çocuk hakları sözleşmesiyle de koruma altına alınan çocuğun unutulma hakkının özellikle de deprem yayınlarında çocukların mağdur görüntülerinin paylaşılarak ihlal edildiği konusuna değinen Özge Özdemir Köz bu konu hakkında şunları söylüyor: Özellikle travma anında ne yaptığımızı kestiremiyoruz çünkü can kurtarma derdinde olduğumuz için bazı noktalarda eksiklerimiz oluyor. Ama özellikle çocuktan bahsediyoruz. Çocuk dönemi yani çocukların travma sırasında fotoğrafının çekilmesi, haberlere çıkması kurtarılmasının bir minnet, bir şükür olarak ortaya konulması kesinlikle çocuk haklarını ihlale giriyor. Bu noktada bununla ilgili de bir duyarlılığın, bir bilinçlendirilmenin olması gerektiğini düşünüyorum. Hepimizin bildiği vakalar var, televizyonda doksan saat sonra, kurtulan çocuklarımızın resimlerinin, görüntülerinin ifşa olması acayip derecede rahatsız etti. Bu hem unutulma hakkını ihlal ediyor hem de çocuğun yaşadığı ya da yaşayacağı travmayı tetikliyor çünkü çocuk yaşının ilerleyen zamanlarda veya yaşadığı ortamda bu görüntülerle, bu haberlerle tekrar tekrar karşı karşıya kalacak ve bu da belki üstesinden gelebildiği sıkıntılarını, streslerini, travmalarını tekrardan nüksettirebilecek. Bu konuda zaten hukukçularımızın da dediği gibi çocuk hakları ihlali söz konusu. Yani birinin izni olmadan hele ki çocuğun izni olmadan o travma, o dehşet görüntüleri içerisinde hangimiz acaba fotoğrafımızın çekilmesini ya da haberlerde görülmeyi isterdik! Bir yetişkin olarak bile bize çok ağır geliyorken, böyle bir duruma düşmeyi istemezken masum bir çocuğun, çaresiz, toprak altında kalmış bir çocuğun iyi niyetle de olsa asla sunulmaması gerekir.”