e306d21_b Cizreli Kürt siyasetçi Şerafettin Elçi'nin oğlu Heja Elçi, ölümünün üçüncü yıldönümünde babasına mektup yazdı. Heja Elçi mektubunda, "Fırtına çocukları geliyor!' demiştin. İşte o da oldu! Zamanında rüzgâr ekenlerin, fırtına biçmeye gittikleri günler bugünler…" diye yazdı. İşte Heja Elçi'nin babası Şerafettin Elçi'ye yazdığı o mektup: Cizre’desin! Aramızda değilsin ama hep bizimlesin bilmeni isterim. Kendini bildiğin günden başlayarak tüm yaşamın boyunca doğru yerde durabilmek için çok dikkatli bir duruş sergiledin. Eğilmedin, bükülmedin ama kırılacak kadar da sert olmadın hiçbir zaman. Yürüttüğün her mesaide belli bir yumuşaklık, nezaket ve istikrar vardı. Bunun hayattaki karşılığı ise toplumda güvenilir bir kişilik olarak tanınman ve bilinmen idi. Seninle mesai içinde olabilmiş her insan bilirdi farklı düşüncelere açık bir yapıya sahip ve konuşulabilir bir şahsiyet olduğunu. Düşünce hürriyeti için yaşamın boyunca mücadele etmiştin. Mazlumun yanında olma tercihin, tüm yaşamın boyunca terk etmediğin en temel özelliğindi. Haksızlığın olduğu her noktada hemen dikilirdin hiç tereddüt etmeden. Seni sen yapan o hakiki duruşundu. İnsanların ruhuyla temas kurardın. O iş öyle herkese nasip olabilecek bir şey değildir. Sahip çıktığın evrensel değerler; özgürlük, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi kavramlar, sen ve senin gibilerin tutarlı duruşları sayesinde ete kemiğe bürünüp umut verdi umutsuzlara. Umutların tükendiği, umutsuzluğun hakim olduğu zor zamanlarda bile umudun asla yitirilmemesi gerektiğini bütün inancınla, o sarsılmaz duruşunla defalarca gösterdin ve anlattın bizlere. Gerekli zamanlarda bulunman gereken yerdeydin hep hiç tereddütsüz. Ölüm, korku ve her türlü haksızlık kol gezerken yurdunda, dik duruşunla örnek oldun toplumuna. Ezber bozmayı severdin. Bunu da üslubundan gelen bir yumuşaklık içinde yapardın. Seni Yüce Divan’da bile yargıladılar ezberlerini bozmak istemeyenler. O ezberlerini bozmak istemeyenler babanı ve dedeni de İstiklal Mahkemelerinde yargılamışlardı. Sıra sana gelmişti artık. 80’de 22 aylık bakanlığının bedelini ödetmek istemişlerdi 30 ay hapiste tutarak. Bütün duruşmalarını izleyen biri olarak o haklılıktan gelen dik duruşuna gözlerimle ve kulaklarımla şahidim ben. 1971’de genç bir avukat iken bu sefer de Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde 8 ayını senden çalmışlardı. Oradaki duruşunun da şahidiyim. Her tarafın buz içinde olduğu o Diyarbakır gününü bugün gibi hatırlıyorum. O hapishanenin içini de ve babamın oradaki duruşunu da tabii. Sekiz yaşımdaydım. On sene sonra, 18 yaşımda, babamı yine hapishanede görecektim. Bu sefer Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde. Gerçekleri gözümüzün içine sokma becerin vardı. "Türkiye'de Kürtler var, ben de Kürdüm" demiştin. (O yıllarda biz Kürtlere, resmi ideolojinin gereği olarak, "yoksunuz" diyorlardı). O sosyolojik gerçeği senin kadar açık, çarpıcı ve anlaşılır bir şekilde kimse dile getirme gücünü kendinde görememişti o güne kadar. O makamda bulunup böyle bir gerçeği dile getirmek sana nasip olmuştu. Bilim namusu olanlar avazlarının çıktığı kadar bağırıyorlardı tabii ki. Ama onların sesini toplumun belli bir kesimi duyabiliyordu ancak. Ret ve inkâr politikalarının revaçta olduğu zamanlardı. (Devlet, pervasız ve acımasız bir asimilasyon politikası güdüyordu. Oluşturdukları potada bizleri de eritmekten bahsediyorlardı). İşte o sürmekte olan politikaları yere çalmıştın ve ülke çalkalanmıştı günlerce ve haftalarca. Sonradan bedelini ödettiler sana ama. Önce Sıkıyönetim Mahkemesi, ardından Yüce Divan. Reva görülen cezanı çektikten sonra dışarı çıkıp özgürlüğüne kavuştuğunda artık 10 yıllık bir siyasi yasaklıydın. Ayrıca mesleğini icra edebilmen için gerekli olan avukatlık ruhsatını da iptal etmişlerdi. Hatta araç kullanma ehliyetini bile elinden almışlardı. Her dönemin Kürtlere özel hediyeleri olurdu. 1980 askeri darbesinin sana düşen kısmı bu şekildeydi. Hemen hemen bütün yaşamın, toplum için verdiğin mücadelenin içinde geçti. Ne mutlu sana. Arkanda dev gibi bir miras bıraktın. Onurlu bir hayatın onurlu mücadelesiyle geçti ömrün. Kendi adıma açıkça söyleyebilirim ki dikkatli bir takipçin olacağım ve seni daima hatırlayacağım. O kıvrımsız ama aynı zamanda tertemiz yolundan ben de büyük bir inanç ve gururla yürüyeceğim. Her yeri ve zamanı geldiğinde mensubu olduğun halkın ne kadar cefakâr ve vefakâr olduğunu söylerdin sen. Bir de ne kadar mazlum olduğunu. Kendini koruma, var olma meselesiydi halkının mücadelesi. Bu gerçeğe sahip çıkardın her zaman. Zalimlere hiç boyun eğmemiştin. O örnek almamız gereken duruşunu da biz geride kalanlara miras olarak bıraktın. Sana bunun için gerçekten de minnet borçluyuz. Allah'ın rahmeti üzerinde olsun sevgili babamız… Kabrinin başında bulunmayı ve seni layık olduğun şekilde anmayı istiyorduk. Ama kendi şehrinde (kimimiz bedenen, kimimiz ruhen) esir olmak da varmış kaderde. Şu an orada, kadim Cizre'de, yaşayanlar dışına çıkamıyor şehrin. Biz de içine giremiyoruz. Cizre halkı orada esir, bizler de burada. "Fırtına çocukları geliyor!" demiştin. O tespitinde de yanılmamışsın. İşte o da oldu! Zamanında rüzgâr ekenlerin, fırtına biçmeye gittikleri günler bugünler.  Mezarındaki kitabeye "Merhamet vicdanı, vicdan adaleti, adalet ise barışı getirir" cümleni yazdırdık. Öylece duruyor ayak ucunda o "değişmez hakikat" cümlesi.