Heyeti Tahrir Şam’ın (HTŞ) başlattığı saldırıyla Suriye yeniden bir çatışma merkezi haline geldi. Zamanlama bir tesadüf olmayıp, Ortadoğu’daki dengelerin geleceğiyle doğrudan ilişkilidir. İsrail-Hizbullah ateşkes ilanından iki gün sonra ve Esad’ın Moskova’da Putin ile yaptığı görüşme sürecinde Heyeti Tahrir Şam, Halep’e saldırmaya başladı. İki zamanlama da oldukça önemlidir. Süreç yeniden 2017 yılındaki duruma dönüşüyor. Hem küresel hem de bölgesel güçler yeniden pozisyon almak zorunda kalacaklar.
Hamas ve Hizbullah, hem lider kadrolarını kaybetti, hem de askeri olarak önemli ölçüde zayıfladı. Ortadoğu’daki dengelerde ve ilişkilerde artık etkili bir rolleri olmayacaktır. ABD ve Fransa’nın baskısı sonucu İsrail, Hizbullah ile ateşkes yapmak zorunda kaldı. Bu durum ne kadar sürebilir, kestirmek zor. Ancak Lübnan'ın doğrudan bir savaş merkezine dönüşmesi riski en azından bugün için ortadan kalktı.
İsrail, Lübnan'dan askeri güçlerini çekse de, 50 yıldır işgal ettiği Golan tepeleri üzerinden Suriye'ye doğru askeri müdahalelerini genişletmesi hiç kimseye sürpriz gelmemeli.
Belirli bir süredir Suriye'nin iç dinamikleri nispeten sakin görünüyor. Şam-Qamışlı-İdbil dengesi stabil bir durumdaydı. Heyeti Tahrir Şam’ın başlattığı saldırıyla iç çatışmaların yeniden alevlendirilmesi bilinçli bir politika olarak benimsenmiş görünüyor. İsrail, Suriye'de birçok bölgeye istediği şekilde saldırmakta ve operasyonlar yapmaktadır. Heyeti Tahir Şam'ın İsrail ile Hizbullah arasındaki ateşkesin hemen ardından saldırıya geçmesi bir tesadüf değil. Bu saldırı önceden planlanmış bir hareket gibi gözüküyor. Bu saldırı her ne kadar ‘Heyeti Tahrir Şam’ tarafından başlatılmış olsa da esasen onu aşan bir durum olduğu açıktır.
İran ve Hizbullah Şam rejimine eskisi gibi destek vermekte zorlanabilir
Hizbullah'ın bugünkü pozisyonu dikkate alındığında, binlerce askerini Şam'ın denetimine verme koşulları da önemi ölçüde ortadan kalkmış durumda. Hizbullah’ın askeri güçlerini Lübnan’dan Suriye’ye kaydırması oldukça zor görünüyor çünkü askeri olarak çok ciddi darbeler aldı. Öte yandan Lübnan hükümeti bu süreçten sonra Hizbullah’ın böyle bir adımını kabul etmez, İsrail de buna hiçbir şekilde izin vermez. Hizbullah’ın yeniden Suriye’ye askeri güç göndermesi, İsrail için yeniden Lübnan’ın vurulması demektir.
İran’ın uluslararası güçlerin yoğun baskısı nedeniyle bölgedeki askeri gücünü nispeten sınırlamak zorunda kaldığı biliniyor. Suriye'deki milis güçleri üzerinden müdahalesi belirli ölçülerde devam etse de, Şam rejimine daha aktif bir destek vermesi giderek zorlaşıyor. Ancak sayıları on binlerle ifade edilen Şii Milisleri, halen Esad’ın askeri gücünün önemli bir parçasını oluşturuyor. İran’ın Suriye’deki sürece hangi düzeyde dahil olacağı ABD ile kuracağı yeni diplomatik ve politik ilişkilere ve aynı zamanda Rusya’nın Suriye’de kalma kararlılığına bağlıdır.
Rusya, Esad’ı desteklemeye devam edecek
Rusya, Esad rejimine verdiği desteği devam ettirtmek zorunda. Çünkü Suriye, Rusya'nın bölgesel stratejisi bakımından son derece önemlidir. Esad rejimi olmaksızın, Rusya'nın Suriye'de varlığını uzun süre devam ettirmesi pek mümkün görünmüyor. Özellikle Tartus limanı ve Latikye hava üssü, Rusya'nın Ortadoğu'da varlığını devam ettirmesi bakımından hayati dereceden önem arz ediyor.
Moskova, stratejik öneme sahip Halep'i radikal İslamcı güçlerin elinden alarak önemli bir sonuç elde etmişti. Bugün ise ciddiye alınabilecek bir karşılık vermeden Esad güçlerinin çekilmesinin arka planda ne olabilir? Rusya’nın HTŞ’nin böyle bir saldırı başlatacağını bilmesi yüksek bir olasılıktır. Bilmemesi ciddi bir hata olurdu. Putin, Esad’ı Moskova’ya davet ederek, Suriye için yeni bir planlamayı mı konuştu? Çünkü Ortadoğu’nun önemli ekonomik merkezlerden biri olan Halep’in yeniden El Nusra’nın yada Heyeti Tahrir Şam’ın eline geçmesi, Esad’ın Suriye’deki etki gücünü önemli oranda kaybetmesine yol açacağı bilinen bir durum.
Esad güçleri, 2017 yılında aylarca kuşatarak aldıkları Halep’i neden ciddiye alınabilir bir direniş göstermeden bıraktı. Geri çekilme fikrinin Esad’dan ziyade Rusya’ya ait olduğu açık. Rusya, Suriye’deki Radikal İslamcı Örgütlerin bir kısmının Rus vatandaşı İslamcı güçler olduğunu da biliyor.
Putin, bütün bunları görerek nasıl bir karar verdi. İlk akla gelen şu: Ukrayna’ya karşılık Suriye’yi terk etme kararı aldı. Bu pazarlık ancak ABD ile olabilir. Rusya, böyle bir pazarlığı kabul etmişse, bütün Ortadoğu’dan ve Akdeniz’den vazgeçeceği anlamına gelir. Bunun pek mümkün olmadığını düşünüyorum, İkincisi, Halep’i radikal İslamcı güçlere bırakarak ABD’nin Suriye’de bu güçlerle yeniden çatışmasına zemin hazırlamış olabilir. Böylelikle ABD dikkatini Ukrayna’dan yeniden Suriye’ye çevirmek zorunda kalabilir. Bu olasılık da mümkün. Hem ABD’nin, hem de Rusya’nın iki farklı bölgede eş zamanlı savaş sürdürecek kapasitesi var. Bize gerçekçi gelmeyen en basit planlar dahi küresel güçler tarafından kullanılabileceği pek ala mümkündür. Bütün olasılıklara rağmen Rusya’nın Halep’i yeniden kontrol altına alması ve savaşı doğrudan İdlib’e taşıması yapılan planların bir parçası olabilir.
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin Türkiye Ziyareti
NATO Genel Sekreteri Rutte, Türkiye'ye geldikten sonra yaptığı değerlendirmeler ve açıklamalarla radikal İslamcıların Esad rejimine karşı başlattığı saldırı arasındaki ilişki dikkatle takip edilmelidir. Heyeti Tahrir Şam’ın Halep üzerinden Esad rejimine saldırmasında NATO merkezli uluslararası güçlerin çıkarları bulunuyor. Özellikle Rusya’yı Suriye’de yeniden çatışmalarla meşgul ederek, Ukrayna için bir avantaj yakalamak istiyorlar. Rutte, NATO’nun Rusya’ya karşı doğrudan savaşa girmesini ve hatta gerektiğinde nükleer silah seçeneğinin de masaya konulmasını savunuyor. NATO, Esad’ın kaybetmesinin Rusya’nın kaybetmesi ve yenilmesi anlamına geleceğini düşürüyor. Bu nedenle NATO Genel Sekreteri, Ankara’yı ziyaret ederken, iktidarın HTŞ’nin yani radikal İslamcı örgütlerin Şam rejimine karşı harekete geçmesine ve özellikle Halep’i ele geçirmesine yeşil ışık yaktıkları anlaşılıyor.
ABD, ortaya çıkan denklemde nasıl bir pozisyon alır?
ABD, Esad rejiminin mutlak bir şekilde yıkılması gerektiğini belirtiyor. Pentangon’un Ortadoğu stratejisinde Esad’a yer yok. Bu nedenle Esad ile yakınlık kurmak isteyen bütün güçlere yönelik ciddi uyarılar yaptı. ABD, Suriye’de var olmasını IŞİD, El Kaide, HTŞ gibi radikal islamcı örgütlerin varlığıyla gerekçelendiriyor. Oysa bugünkü tabloya bakıldığında radikal islamcı örgütlerin çok daha güçlü bir şekilde geri döndügü görülüyor. Bunun bir başka anlamı da Pentangona bağlı askeri güçlerin Suriye’de kalmasının ve savaşı sürdürmesinin gerekçesi çok daha fazla artmış olmasıdır. ABD, bundan sonra istese de Suriye’den özellikle Kuzeydoğu Suriye’den çıkamaz. Hatta askeri gücünü arttırması ve önümüzdeki süreçte Halep dahil Suriye’nin birçok bölgesinde İslamcı Örgütlerle yeni bir savaşa girmesi kimseye sürpriz gelmemeli. Önümüzdeki yakın dönemde IŞİD’ın askeri faaliyetleri bir anda en üst düzeye çıkması ve yeniden kapsamlı saldırılara yönelmesi mümkün. Özellikle Suriye Demokratik Güçlerinin kontrolünde olan Holl Kampında ciddi gelişmeler yaşanabilir. Buradaki IŞİD militanlarının harekete geçmesi kimseyi şaşırtmamalıdır.
ABD, Suriye Demokratik Güçlerine daha fazla destek verecektir. Suriye’nin şuanki durumuna baktığımızda en disiplinli, organize ve kapsamlı bir savaşa hazır gücün SDG birlikleri olduğu görülüyor. ABD’nin Suriye’de savaşmak için askere ihtiyacı yok. Şu ana kadar ABD tarafından eğitilen ve askeri olarak donatılan 100 binin üzerinde SDG’linin askeri teknolojiyle desteklenmesiyle Suriye’de ciddi sonuçlar alabileceği biliniyor. Bu nedenle ABD, SDG üzerinden Suriye’de radikal islamcı örgütlere karşı operasyonları başarılı bir şekilde yapabilir. ABD’nin, Suriye’de ortaya çıkan yeni denklemde müttefik olarak gördüğü SDG ile ilişkilerini daha üst boyuta çıkartacak kararlar alması olasılığı artıyor.
Ankara, Heyeti Tahrir Şam’ın Saldırısına Onay verdi mi?
Bölgede askeri güç olarak etkin olan ve radikal islamcı örgütlerle kurduğu ilişkilerle ön plana çıkan Ankara'nın HTŞ’nin başlattığı operasyondan haberdar olmaması hiçbir şekilde mümkün değil. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Türkiye'nin Suriye'deki askeri güçlerini çekmeyeceğini açıklamasından birkaç gün sonra HTŞ’nin öncülüğünde başlayan saldırının, Türkiye'nin Suriye'deki politikalarıyla uyumlu olduğu söylenebilir. Ankara hem kendi açısından bir krize dönüşen Suriye'deki varlığına yeni bir gerekçe yaratacaktır, hem de Esad rejimi ile pazarlık yapmak için elini güçlendirmiş olacaktır. Bu bakımdan İdlib'deki bütün gelişmelerden haberdar olan Ankara, HTŞ’nin bu saldırıyı yapacağını çok önceden bildiği kesindir. Ankara bu saldırıyı engellemek için hiçbir girişinde bulunmadığı gibi dolaylı olarak desteklediğini söyleyebiliriz. Böylelikle Astana süreci fiilen bitmiş oldu. Bu durumun Rusya ve İran tarafından çok ciddi olarak eleştirilmesi bir yana Suriye'de artık Türkiye ile ittifak yapmalarının koşulları ortadan kalktı. Yani Moskova ve Tahran artık hiçbir şekilde Ankara'ya güvenmeyeceklerdir. Ankara'nın NATO'nun ve ABD'nin isteklerine uygun olarak, Rusya'nın Suriye'de yeniden bir krizle meşgul olabilmesi için radikal islamcı örgütleri harekete geçirdiği söylenebilir. Bunun NATO’da karşılığı olumlu olabilir ama tersine Rusya ile ilişkilerde ciddi sonuçlar doğuracaktır. Moskova’nın, Ankara’nın bu tutumunu açıktan bir düşman tavrı olarak değerlendireceği ve buna denk gelen önlemler alacağı söylenebilir.
Ankara, taktiksel olarak Suriye’de denklemi kendi lehine dönüştürdü ama orta vadede ciddi risklerle karşılaşması kaçınılmazdır. Birincisi, Ankara’nın IŞİD, El Kaide, El Nusra, HTŞ gibi radikal islamcı örgütlerle olan ilişkisinin yeniden uluslar arası ilişkilerin gündemine gelecektir. Bunun sanıldığından daha ciddi siyasal yansımaları olacaktır. İkincisi, Rusya ile ilişkiler hiçbir şekilde eskisi gibi olmayacaktır. Üçüncüsü, ABD’de beklenen desteği göremeyebilir. Özellikle Washington’un SDG politikasının değişmeyeceği teyit edilmiş olacak. Dördüncüsü, Ankara’nın, iç politikaya yönelik söylemlerde dile getirildiği gibi SDG’nin kontrolünde olan bölgelere saldırması bu dönemde pek mümkün görünmüyor.
Halep’in radikal İslamcı örgütlerinin eline geçmesi
Belki de en önemli sorulardan biri budur. Halep, Heyeti Tahrir Şam merkezli ama aynı zamanda Türkiye'nin desteklediği tüm radikal İslamcı örgütlerin eline geçti. Bunun geçici mi yoksa kalıcı bir durum olacağını önümüzdeki haftalar içerisinde göreceğiz. Halep'in kalıcı bir şekilde radikal İslamcı örgütlerinin eline geçmesi demek, Suriye'nin önemli bir kesiminin El Nusra/Heyeti Tahrir Şam, El Kaide, IŞİD, Özgür Suriye Ordusu gibi radikal İslamcı örgütlerin eline geçmesi anlamına gelir. Suriye'nin yeniden geleceği belirsiz olan askeri ve politik bir kaosun içerisine sürüklenmesi, uluslararası ve bölgesel güçler için de ciddi bir tehlike oluşturacaktır. Halep üzerinden çatışma alanlarının yeniden tanımlanacağı bir süreç başlıyor. Bunun ne kadar süreceğini de güç dengeleri belirleyecek.
Suriye Demokratik Güçleri’nin tutumu
Suriye Demokratik Güçleri gelişmeleri çok yakından takip ediyor. Şu ana kadar herhangi bir açıklama yapmamış olması ve çatışma alanlarına müdahil olmaması SDG-ABD arasındaki ilişkilere ve ortak karara bağlıdır. Bu nedenle SDG tek başına doğrudan müdahil olmaz. Bu noktada Pentangon’nun belirleyeceği yol haritası önemli olacaktır. Ancak SDG’nin Halep'te Kürtlerin yaşadığı ve Kürt güçlerinin denetiminde bulunan Şeyh Maqsud'da mahallesine ve Tel Rıfat bölgesinde müdahalede bulunma kararı aldığı anlaşılıyor. Bölgeye ağır silahların da olduğu önemli bir gücün gönderilmesinde, ABD’nin bölgedeki askeri güçlerinin dolaylı bir onayı olduğu söylenebilir.
SDG için ortaya çıkabilecek olasılıklar:
Birincisi SDG, Menbiç’e. El Bab’a ve Tel Rıfat’a sınır olan ve Esad güçlerinin terk ettiği bazı bölgeleri kontrol altına alabilir. Böyle bir adımın radikal islamcı örgütlerle çatışma olasılığı yaratabileceğinden ABD’nin bölgedeki birliklerinden onay veya destek alması gerekir.
İkincisi. Radikal islamcı örgütlerin başlattığı saldırı Şam rejiminin çok hızlı bir şekilde Suriye Demokratik Güçleriyle yakınlaşmasına bir zemin hazırlayabilir. Bu durumda SDG’nin talepleri çok daha farklı olacaktır.
Üçüncüsü, Radikal islamcı güçlerin Halep’e girmiş olsalar da orta vadede bir yenilgi almaları, El Bab, Afrin, İdlib gibi bölgelerde otorite boşluğune yol açabilir ve SDG bu sürece doğrudan müdahale edebilir.
Dördüncüsü, Rusya ve İran, Türkiye’ye karşı açık pozisyon alırlar, Suriye’ye daha güçlü bir müdahalede bulunabilirler ve SDG’yi bu sürece dahil etmek isterler. Böyle bir olasılıkta, Rusya ve İran ile yapılacak görüşmelerde Serikaniye ve Afrin’in hatta El Bab’ın SDG’ye teslim edilmesi gündeme gelebilir.
Beşincisi, Eğer Rusya, İran ve Şam askeri güçleri Halep çevresini yeniden kontrol altına alırsa, doğal olarak savaş, Ankara’nın kontrolünde olan Özgür Suriye Ordusunun bulunduğu El BAb ve Afrin bölgelerine yayılacaktır. Bu durumda Ankara için yeni sorunların gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Ankara oluşabilecek olumsuz bir denklem içerisinde, ABD’nin inisiyatifinde SDG ile bir ortak uzlaşıya gidebilir.
Beşincisi, Radikal islamcı örgütler ve Özgür Suriye Ordusu, SDG’nin kontrol ettiği alanlara saldırabilir. Böyle bir durumda SDG, doğrudan savaşa dahil olmak zorunda kalacaktır.
Sonuç: Halep saldırısının ortaya çıkartacağı askeri ve politik sorunlar Suriye’deki dengeleri ciddi oranda etkileyecektir. Bu süreçte herkes yeniden pozisyon alacaktır. Suriye’de kaybedenler ve kazananlar artık tümüyle netleşecektir ancak bugünden net cümleler kurmak oldukça zordur.