Geçtiğimiz yıl Temmuz ayında "'Doğru Mu?'dan düzenleyici otoriteye" başlıklı yazıda İletişim Başkanlığı’nın odağının sosyal medyada yayılan haber ve bilgilerin gerçek olup olmadığını inceleyecek bir platform kurmak yerine, sosyal medyayı ve internet basınını düzenleyecek yasa hazırlığına kaydığını belirtmiştim. Zaman, bu tespiti haklı çıkardı. ‘Doğru Mu?’ adlı bir “kamu doğrulama platformu” hayata geçirilmedi. Bunun yerine bir dezenformasyon yasası tasarısı Meclis’e sevk edildi.
AK Parti ve MHP’nin ortak imzası ile 26 Mayıs günü TBMM Başkanlığı’na sunulan yasa teklifi, basın, internet ve elektronik haberleşme konulu kanunlarda geniş kapsamlı değişiklikler hedefliyor.
İnternet haber sitelerini de Basın Kanunu kapsamında “süreli yayın” olarak tanımlayıp resmî ilan almalarını sağlamasının ve editoryal işlerde çalışanların basın kartı almalarının yolunu açmasının yanı sıra, 2020 yılı Temmuz ayında kabul edilen sosyal ağ sağlayıcılarına yükümlülükler getiren yasada öngörülen bazı düzenlemelerin kapsamını genişleten tasarının en dikkat çeken yönü, “dezenformasyon” odaklı hükümleri oldu.
Türk Ceza Kanunu’na (TCK) “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu eklemeyi amaçlayan yasa teklifine göre; halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilecek. Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, söz konusu ceza yarı oranında artırılabilecek. “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilecek. Basın Kanunu'nun “Cezai ve Hukuki Sorumluluklar” ile ilgili düzenlemeleri içeren bölümlerine “İnternet Haber Siteleri” de eklenecek.
Yalan haberlerle mücadele elzem. İnternet medyasının kanunî altyapısının da oluşturulması gerek. Ancak mevcut süreç daha katılımcı bir yöntemle yürütülebilirdi. İnternet haber siteleri için önemli düzenlemeler öngören yasa teklifinin hazırlık sürecinde meslek örgütlerinin, internet odaklı haber girişimlerinin ve gazetecilerin görüşlerinin alınmaması büyük bir eksiklik.
“Dezenformasyon yasası” olarak nitelenen teklifi birçok siyasetçi, gazeteci ve meslek örgütü tepkiyle karşıladı. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel yasa teklifini, “basını boğma teklifi” olarak nitelendirdi. Gazetecileri temsil eden 7 meslek örgütü, söz konusu yasa tasarısı hakkında yaptığı açıklamada “Cumhuriyet tarihinin en ağır sansür ve otosansür mekanizmalarından birine yol açabileceği” uyarısında bulundu. Bilişim Hukuku Uzmanı ve İfade Özgürlüğü Derneği kurucularından hukukçu Yaman Akdeniz, yasa tasarısının hükümetin vatandaşın hakkını korumak için değil, kendini korumak için hazırladığı bir tasarı olduğu görüşünde.
Hâlihazırda yürürlükteki sosyal medya kullanıcılarına ve gazetecilere çeşitli yükümlülükler getiren yasal mevzuata ilaveten “dezenformasyon” odaklı düzenlemenin “zamanlaması manidar” bulunuyor.
Yalan haberle mücadelenin cezaî yaptırım yoluyla yürütülüp yürütülemeyeceği hep tartışılagelen bir konuydu. “Halkı yanıltıcı bilgiyi kasten alenen yayma” konusunda bir müeyyidenin TCK’da yer almasını olumlu karşılayanlar olabileceği gibi, dezenformasyonla mücadelenin ceza yerine ancak toplumda eğitimi, eleştirel düşünme alışkanlığını ve medya okuryazarlığını güçlendirmekle yapılabileceğini vurgulayan 2 farklı görüş mevcut.
Dünyada birçok ülkede dezenformasyon odaklı yasal düzenlemelerde hapis cezasına yer verilmiş vaziyette. Ancak, diğer ülkelerdeki benzer müeyyide hükümlerinin yanlış bilgi sorununu “çözdüğü” söylenemez.
Yasa tasarısı hazırlanırken AB üyesi ülkelerde dezenformasyonla mücadeleye yönelik düzenlemelerin incelendiği belirtilmişti. Ancak, sadece kanun lafzının Meclis’te inip kalkan ellerle (ya da basılan tuşlarla) kabul edilmesiyle sorun çözülmüyor. AB’de yürürlükteki aynı yasa metnini kelimesine dokunmadan kabul edip yürürlüğe koysak da, işleyişi zıt yönde ilerleyebilir. Hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, demokratik kurumların varlığı kilit öneme sahip. Siyasi baskı altında yargı mekanizmalarının nasıl işlediği aşikâr.
Dezenformasyon, siyasî görüşünden bağımsız herkesi ilgilendiriyor. Tüm kesimler dezenformasyonun hedefi, aracısı ya da kaynağı olabilir. Bu noktada, yasal mevzuatın eşit ve adil bir biçimde uygulanması önem arz edecek. Yanıltıcı içeriğin hükümet kanadından, bir kamu kurumundan ya da hükümete yakın basın kuruluşu yahut gazeteci tarafından aktarılması durumunda kurgulanan yapının aynı şekilde çalışıp çalışmayacağı hususunda, RTÜK sisteminin çalışma biçimi fikir sunabilir.
Dezenformasyonun Türkiye’nin yargı denetimi kapsamı ve kolluğun erişimi dışında oluşması ve yayılması durumunda, bu düzenleme işlevsiz kalacak. Bu durumda, sosyal medya platformlarının sorumlulukları daha ön plana çıkacak.
Dezenformasyon, yalan haber, sahte haber, yanlış bilgi gibi bilgi düzensizliğiyle ilgili kavramlar girift, karmaşık ve muğlak yapıya sahip. Tanımlanmaları oldukça güç. Bir aktarımın dezenformasyon amacı taşıyıp taşımadığına karar vermek, delillendirmek ve gerekçelendirmek de. Tasarının mevcut hâliyle kabulü karar verici merciye geniş yorum alanı bırakabilir.
Dezenformasyon ile mücadele gibi “halis” bir niyetin yanı sıra yaklaşan seçim sürecinde muhalif gazetecilerin ve siyasetçilerin sindirilmesinin amaçlandığından şüphelenmek oldukça normal. Yanlış bilgi aktarımına dair yaptırımların yasal zemine kavuşarak, siyasi söylem olmanın ötesinde bir suç duyurusu silahına dönüşmesi, basın ve ifade özgürlüğünü tehlikeye atabilir. “Halkı yanıltıcı bilgiyi yayma” suçlamasıyla muhalif kesimin baskılanması, gazetecilerin adli taciz ve keyfi cezalarla adeta boğulması adeta vaka-ı adiye hâlini alabilir.
Sosyal medya paylaşımlarının ve haber içeriklerinin denetiminin adlî birimlere sevk edilmesi, -özellikle yaklaşan seçim sürecinde- giderek daha vahim bir hâl alan dezenformasyon problemine çözüm sağlamak yerine sancılı bir sürece yol açabilir.