Kızmak yok, alınmayın da. Fakat yılbaşı ile ilgili gösterilen hassasiyetin biraz zorlama olduğu kanaatindeyim. Dindarlığımızı yeniden üretmek için seçtiğimiz oldukça konforlu bir alan olduğunu düşünüyorum. Düşünsenize, 31 Aralık gecesi kutlama yapılmasına hararetle karşı çıkıp, ardından sokaktaki mağaza önünde Noel Baba kılığına girmiş o mavi yakalı bile olmayan çalışanlara bağıracaksınız, milli piyangoya ateş püsküreceksiniz ve sonra da en dindar siz olacaksınız.
İslam dininin ne olduğuna ya da nasıl yaşanması gerektiğine dair bir iddiam yok. Eminim ki İlahiyat fakültelerindeki “Kelam” ve “Fıkıh” alanında çalışmaları olan hocalarımızın bu noktada anlatacakları vardır. Din sosyoloğu olarak benim alanım İslam’ın ne olduğundan çok, onun sokakta nasıl yaşandığı ve deneyimlendiği ile ilgili, yani “dindarlık”. Her Aralık ayının son on beş günü, bir telaş alıyor ülkemizdeki bazı dindarları. Yılbaşının kutlanmaması için mücadele ediyorlar. Yılbaşına dair tüm sembollerden nefret ediyorlar. Ya cehennem ateşi ile tehdit ediyorlar, ya da münafık olmakla itham ediyorlar insanları. Hem de oldukça buyurgan ve sert tonlarda. Başkalarına nasıl yaşayacaklarını dikte ediyorlar kendi din anlayışlarını ya da tarikat liderlerinin emirlerini merkeze alarak. Hâlbuki çok zor olmamalı “banane” demek. Zira, bir başkasının şunu sorma hakkı oluyor bu durumda: Yeryüzünde hangi inanç, dostların bir araya gelip eğlenmesini, aile üyelerinin birbirine sarılıp yeni yıldan güzel şeyler dilemesini, bunları yaparken de diğer günlerden farklı olarak daha özenli yemekler yapmasını ve eğlenmesini yasaklamak ister ki? Eğer inancınız bunu yasaklamak istiyorsa, bu çok davetkâr bir din olmayabilir. Böyle bir dindarlık da çok sevimli görünmeyebilir. İster istemez sormak zorunda kalıyoruz: “Sahip olduğumuz inancımızın en dert ettiği konulardan biri bu mu? İnancımızın on iki ay içerisinde yaşanan yüzlerce toplumsal olaydan en hassasiyet göstereceği şey ‘yılbaşı kutlamaları’ mı? Cemaatimiz/tarikatımız böyle şeylerle mi uğraşıyor gerçekten?” Başkalarına zarar vermeden, onların hakkına girmeden eğlenilen bir günü niye yasaklamak ve başkalarını cehennem ateşi ile tehdit etmek isteriz ki? Eğer üyesi olduğunuz cemaatin ya da tarikatın lideri yılbaşını haram olarak görüyor ise, siz tabii ki liderinize uyarak kutlamayın. Ama “dindarlık” adı altında bu liderin inancını buyurgan ve yaftalayan bir tonda dayatmak istediğinizde, sadece uzaklaşmıyor insanlar sizden ve temsil ettiklerinizden, aynı zamanda şaşırıyorlar da! “TÜM DERTLERİ BU MU GERÇEKTEN?” Kızmak yok, alınmayın da. Fakat yılbaşı ile ilgili gösterilen hassasiyetin biraz zorlama olduğu kanaatindeyim. Dindarlığımızı yeniden üretmek için seçtiğimiz oldukça konforlu bir alan olduğunu düşünüyorum. Düşünsenize, 31 Aralık gecesi kutlama yapılmasına hararetle karşı çıkıp, ardından sokaktaki mağaza önünde Noel Baba kılığına girmiş o mavi yakalı bile olmayan çalışanlara bağıracaksınız, milli piyangoya ateş püsküreceksiniz ve sonra da en dindar siz olacaksınız. Eh, çok zor görünmüyor değil mi? Bu gibi konular üzerinden, dindarlığımızı oldukça kolay, hızlı ve derin sulara girmeden üretebileceğiz. Bu kafa rahatlığıyla 11 buçuk ay geçirip, sonra tekrar Aralık ayının son 15 günü dindarlığımızı haykıracağız. Halbuki dışardan bakıldığında görünen şey şu değil, “Ah ne kadar hassaslar, yılbaşı kutlamalarına dahi tahammülleri yok?” Aksine, dindarlığımızı hapsettiğimiz bu alanın oldukça sığ olduğunu anlamak için derin İslam bilgisine de sahip olmaya gerek yok. Zira “kim ne istiyorsa ve nasıl istiyorsa o şekilde kutlasın ya da kutlamasın, bu benim alanıma girmiyor” diyen dindarlıklar da var. Ve toplumsal barış için, bir arada yaşama kültürünü yaygınlaştırmak için ihtiyacımız olan dindarlığın da sizinkisi değil de, daha bireysel olan olduğunu düşünüyorum. Aslında çok karmaşık ve anlaşılması zor bir ilke de değil. “BİREYLER KENDİLERİNDEN SORUMLUDUR” Eğer tarikat lideriniz yılbaşını kutlamayın diyorsa size, kutlamayın tabii ki. Ama izin verin 31 Aralık gecesi toplumun diğer bileşenlerinin ne yapacaklarına siz ya da lideriniz değil, bireyler kendileri karar versin. Demem o dur ki, kendinden çok başkalarının günahları ve sevapları ile ilgilenen bu dindarlık anlayışı bize mutluluk getirmeyebilir. Hatta size de getirmeyebilir. Zira özellikle 2000’den sonra doğan kuşaklar, sizin sahip olduğunuz hassasiyetlerden gün geçtikçe uzaklaşıyorlar. Eğer günaha giriyorlarsa, tahmin ediyorsunuz ki bu onların kendi derdi. Sizler Allah’ın yeryüzü temsilcisi olmadığınızdan, en azından size öyle bir yetki verilmediğinden, belki dindarlığınızı kendi çeperinizle sınırlandırmanız toplumsal barış için daha iyi olabilir. İhtiyacımız olan dindarlığın ne olduğunu söyleyemeyecek olsam da, sizin dindarlığınıza ihtiyacımız olmadığını ifade edebilirim.