“alışılan hukuksuzluk, hukuksuzlaşan alışkanlık” yazımda bahsetmiştim, modern devlet çizgisinden çıkalı çok oldu. Peki bunu kabul edecek miyiz?
Hayır, kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz.
BAKILAN KUSURLAR
Yeni normalleşmeler açıklanırken bir anda “kusura bakmayın ama” meşruiyeti altında yeni bir kısıtlama karşımıza çıktı: 00.00'dan sonra her türlü müzik yasak. Hatta, bu sefer pandemi bile bahane edilmedi, çünkü kimsenin kimseyi rahatsız etmemesi gerekiyor ve bu anayasal bir ilke(?). 1.5 yıldır kafe-bar ve müzik sektörü sistematik olarak bitirilmeye çalışılıyor. İntihar eden, kiralarını ödemek için enstrümanlarını satan müzisyenlerle yüzleşiyoruz. Yurttaşların dilediği meslekte çalışma özgürlüğü devlet tarafından korunması ve desteklenmesi gereken bir durum olmasına rağmen, bu özgürlük devlet eliyle alınıyor. Sektör öyle bir hale geliyor ki kafe-bar çalışanları, müzisyenler hayatta kalmak için istemedikleri işlerde çalışmak istiyorlar. Çalışanlara karşı oluşan bu sistematik baskı bir yana, yurttaşların da elinden diledikleri standartlarda yaşama hakları alınıyor.
Dün onur haftası dolayısıyla LGBTİ+ bireyler Maçka Demokrasi Parkı’nda piknik yapmak istedi. Bir grup polis parkın girişlerinde bekleyerek üzerinde gökkuşağı deseni olan nesnelerle içeri girilemeyeceğini bildirdi. “Gökkuşağı olan maskeler çıksın! Pandemideyiz, maskesiz gir yeter ki gökkuşağını üzerinde barındırma!” dendi. Laik bir ülkede iktidardaki insanların inançları doğrultusunda Anayasal ilkeler çiğnendi. Anayasa madde 10, uzun zamandır teorik bir metin olarak orada duruyor. Varlığını hissedemiyoruz.
KADIN OLMAK!
Eşitsizliğin içine düştüğünde insan neye ses çıkarması gerektiğini daha iyi öğreniyor, kavrıyor ve susmuyor. Kadınların hayatı mücadeleyle geçti. Bu mücadele ise haklarımıza ve başkalarının haklarına aynı anda sahip çıkmaya öğretti.
Ataerkil ve geleneksel bir topluma doğmanın bedeli ve öğrenimi çoktur. Doğduğunuz evde kendinizi yabancı hissedersiniz mesela. Sığamadığınız köşeleriniz olur. Kendi evinizde erkek kardeşiniz otururken siz iş yaparsınız. Erkeklerin cinsel organı kesilir düğün yapılır, kız çocukları regl olur aman saklanır. Kız çocuklarının her şeyi mahremken, erkekler için “erkeklik” bir onurdur öylece sergilenir. Önce ebeveynlerinize karşı bir mücadele verirsiniz. Ses çıkarmak da feminen bir eylem değildir. Onun için de yargılanırsınız kimi zaman. O mücadele verilir ama… O evde o mücadele verilir.
Okula başlarsınız. “Kız gibi” olmak için etek zorunluluğu vardır, pantolon maskülendir çünkü. Kız çocukları her şeyi sevemez. Erkek çocukları kadar özgür olamaz ve çok konuşamaz. Büyüyünce ne olacaksın sorusuna verilecek cevaplar da seçilmiş olmalıdır. Bir kız çocuğu mühendis olmak istediğini gerçekten kanıtlamak zorundadır. O mücadele verilir ama… O okulda o mücadele verilir.
Sokaklar ve kafelerde bir kadın için yeterince eşit değildir. Güvenilir değildir. Bu güvensizliğin sebebi ise bir kez daha eşitliği kanıksayamamaktır zaten. Sokaklar tedirginliktir kadınlar için. Yine de inatla o mücadele verilir.
KESİNTİSİZ MÜCADELE
Bir ilişkiye başlarsınız. İlişkide de yeterince eşit olamazsınız. Sevgiliniz sizden daha ön planda olmak ister mesela. Daha çok şey bildiğini iddia eder. Kıyafetlerinize karışmaya başlar. Sizi kısıtlar. Erkek olmanın ona verdiği iktidarı sürdürür. O mücadele verilir ama… O mücadele aşkın içinde de verilir.
İş hayatı ise tam bir hayal kırıklığıdır. Bunca okumuş yetişkin insanın nasıl bu kadar medeniyetten yoksun olduğunu görünce şok olursunuz. Eşitlik biraz medeniyettir aslında. Bunun eğitimle de yaşla da alakası olmadığını görürsünüz. Mobbinge erkekten daha çok uğrarsınız. Cam tavanlar size sürekli kendini hatırlatır. Terfi aldığınızda patronla ilişkiniz sorgulanır. Eteğinizin boyu dedikodu konusu olur. Sevgilinizle ciddiyetiniz sorgulanır, çocuk düşünüp düşünmediğiniz sorulur. Özeliniz deşilir, çalışabilen bir kadın olabilir misiniz ona bakılır. O mücadele verilir ama… İş yerinde de o mücadele verilir.
NEDEN KADINLAR VAZGEÇMİYOR?
İçiniz sıkıldı di mi? Kadınlar buna doğuyor işte. Sürekli kendilerini açıklamak, kanıtlamak zorunda kalıyorlar. Hayatları boyunca eşit olmak için hakları için mücadele veriyorlar. Kadın hareketinin yılmadan sokaklarda oluşu, ezilen konumundayken haykırması, sürekli yeni kanaat önderleri oluşturmasının ve her türlü hak mücadelesinde özne ben miyim diye sormadan en önde yer almasının sebebi budur. AKP iktidarıyla gelmeyen, hep olan, içine doğulan bir eşitsizliğin sonucu bu.
Kadınlar bu yüzden şunu biliyor, haksızlıklara karşı öyle “bana zarar gelmedi daha susayım”, “şimdi benlik bir durum yok”, “ama onlar da abartıyorlardı azıcık kısıtlansın” diyip kenara çekilmak olmaz! Haksızlığa susan herkes bugün olan haksızlıklara dolaylı yoldan da olsa katkı sağlamıştır. Hak, bir olgu olarak ele alınmalı ve bir hakka yapılan ihlalde hakkın öznesine bakılmadan fiil üzerinden değerlendirilmelidir. Böylece içki içmeyen, içki kısıtlaması olduğunda haksızlığa karşı dik durur; emin olur ki onun ibadet özgürlüğüne de sahip çıkılacak. Sağ olsun iktidar öyle kutuplaştırdı ki hak kavramı bile mahallelere göre korunur oldu. Kadın olmak bu yüzden böylesine değerli, biz mahallelere bakmıyoruz. Kadın olmayı siyaset üstü tutuyoruz. Bu yüzden biliyoruz birimizin hakkına zarar gelmesi demek diğerinin hakkına oluşan bir tehdittir. Toplumsal muhalefetin kadın hareketinden öğreneceği birçok şey var ama en önemlisi: hak kavramını siyaset üstü tutmak.
Kabul etmiyoruz, haklarımızdan vazgeçmiyoruz. Herkesi de buna çağırıyoruz.