20 yıllık AKP karanlığı, mevcut kamuoyu araştırmalarına göre sonuna gelmiş durumda. Bu süreç erken seçimle mi, yoksa zamanında yapılacak bir seçimle mi biter, önümüzdeki süreçte yaşayıp göreceğiz. 20 yıllık iktidar pratiği ciddi anlamda bir enkaz bırakmış durumda. Sonuç ne olursa olsun bu enkazı toparlamak kolay olmayacak.
Kuruluş yıllarında kendince demokratik açılımlar yapan, “Ilımlı İslam”a dayalı bir toplumsal ve siyasal formasyonu vesayetçi sistemden kurtuluş olarak sunan ve peşine kullanışlı liberalleri de takan AKP, sadece siyasal açıdan değil, iktisadi olarak da daha önceki iktidarların başaramadığı neo-liberal dönüşüm politikalarına imza atarak, kamucu anlayışı bütünüyle ortadan kaldırdı. IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleri doğrultusunda hızlı bir özelleştirme politikası uygulandı. Turgut Özal’ın kadük bıraktığı bu politikayı, tek başına iktidar olmalanın verdiği özgüven ve küresel piyasalardaki likidite bolluğunun etkisiyle sorunsuz bir şekilde uyguladılar. Telekom’dan Tekel’e, TÜPRAŞ’tan Sümerbank’a özelleştirilmeyen kurum neredeyse kalmadı.
Bunun yanı sıra düşük kur, yüksek faiz politikasıyla ülkeyi sıcak para cennetine çevirdiler. Kısa vadeli kaynak girişleriyle sanal bir büyüme endeksi sağlandı. İstihdam yaratmayan, reel sektöre, üretime dayanmayan bu sanal büyüme 2007 yılına kadar AKP iktidarının lehine işledi. Özelleştirmelerle birlikte işgücü de bütünüyle güvencesiz, esnek hale getirildi. Taşeronluk sisteminin önü açıldı. Kamudaki asıl işler bile, norm kadro yönetmeliğinde yapılan değişiklikle taşeron şirketlere verilmeye başlandı.
Güvencesizliğin, esnek istihdam biçiminin arttığı denklemde sendikal hak ve özgürlükler daha da geriye gitti. Kayıt dışı istihdam oranları ciddi biçimde yükseldi. Özetle AKP iktidarı, küresel sermayenin dayattığı neo-liberal dönüşüm politikalarını harfiyen uygulayarak, Türkiye ekonomisini yapısal anlamda daha kırılgan ve daha bağımlı hale getirdi.
Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz ortamını, AKP iktidarının son birkaç yıldır uyguladığı politikaların sonucu olarak görmek hayata nereden baktığınızla alakalı bir durumdur. Siyasal açıdan otoriterleşen, Cumhur İttifakı ile birlikte TEK ADAM REJİMİ olarak adlandırılan mevcut sistemi inşa eden AKP, gelinen noktaya piyasa dinamikleriyle iyi geçinerek, onların öngördüğü politikaları uygulayarak ulaşmıştır. İktidar blokunda yer alan başta FETÖ olmak üzere ortaklarıyla yaşadıkları sorunlar ve kopuşlar sonrası, özellikle 15 Temmuz’daki darbe girişiminin akabinde AKP’nin otoriter yönelimleri artmış, nepotizme dayalı, liyakatin hiçe sayıldığı çarpık bir sistem bürokraside ve ekonomi yönetiminde başrole geçmiştir.
Serbest piyasa ekonomisine biat eden ama diğer yandan iktisadi rasyonaliteyi dışlayan politikalar uygulayan AKP iktidarının hiçbir çıkış yolu kalmamış durumda. Türk Lirası’nın değer kaybetmesine karşı yapılan son hamlelerin, asgari ücrete yapılan zammın, asgari ücret üzerindeki damga ve gelir vergisinin kaldırılması gibi politikaların da süregelen krize çare olmayacağı aşikar. Kamuoyu araştırmaları da iktidarın bu süreci yönetemediğini, yönetemeyeceğini gösteriyor. Geleneksel tabanı bile artık Erdoğan’a güvenmiyor. Olası bir erken seçim veya zamanında yapılacak seçimde Cumhur İttifakı’nın büyük bir yenilgi yaşayacağı gözüküyor.
Bu sürece kadar AKP iktidarı, elinden gelen her türlü politik manevrayı yapacaktır. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde yaşadıkları yenilgi bile iktidarın hiçbir şeyden ders almadığını, bildiğini aynen okuyacağını gösteriyor.
Esas tartışılması gereken konu, AKP sonrası Türkiye’nin nasıl olacağı...
Yukarıda da özetlediğimiz gibi, ülke ekonomisinin ve siyasal rejiminin bu noktaya gelmesi 4-5 yıllık bir politikanın sonucu değildir. Liberaller başta olmak üzere, AKP’nın mayınlı arazisine taş döşeyenler, kuruluş yıllarını kutsayarak, Erdoğan’ın son süreçte bozulduğunu, TEK ADAMLIĞA meylettiğini, ekonomik istikrarı sarsan ahbap-çavuş düzenini kurduğunu belirtiyorlar. Yani onlara göre 2002-2012, kimisi içinde 2002-2015 yılları arası Asrı Saadet yıllarıydı. Bu cendereden kurtuluşun tek yolunun AKP’nin fabrika ayarlarına dönmesi olduğunu savunuyorlar.
Diğer bir ifadeyle Erdoğan’sız bir AKP rejimini tek çıkar yol olarak dayatıyorlar. Ne Erdoğan’sız bir AKP rejimi ne de neo-liberal restorasyon projeleri ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan çıkmasını sağlayabilir. Memleketi kurtaracak olan ne Dünya Bankası’nın Kalkınma Programı’na dayalı bir restorasyon projesidir ne de mevcut akıl dışı ekonomi politikalarıdır. Serbest piyasayı kutsayan, eğitim, sağlık, barınma başta olmak üzere herkese ücretsiz olarak sağlanması gereken temel kamusal hakları ticari birer meta haline getiren, iş cinayetlerini bir kader, işçilerin ihmalkarlığı olarak gören, sendikal hak ve özgürlükleri sermaye lehine budayan, aydınlanmayla, Cumhuriyetin kuruluş değerleriyle tarihsel bir hesaplaşma özlemi içinde olan, gerici nüveler barındıran alternatifler memleketin kurtuluşu olamaz.
Üretimi önceleyen planlı bir kalkınma modeli, gelir adaletsizliğini asgari düzeye indirecek orta ve alt gruplara yönelik sosyal politikalar, vergi adaletsizliğini ortadan kaldıracak çok kazanandan çok az kazanandan az düsturuna dayalı bir vergi politikası, öğrencileri özel yurtlara ve sokaklara mahkum etmeyen, kadınlar başta olmak üzere emekçileri kayıt dışı istihdam girdabından kurtaran, bilimi odağına alan, çalışanların başta kıdem tazminatı hakkı olmak üzere en temel haklarını Anayasal güvence altına alan, özetle kamucu, halkçı, emekten yana, kalkınmacı, laik bir alternatifi inşa etmekten başka hiçbir çıkar yol gözükmemektedir.