Kapitalizm ve küresel düzen: Krizler, çatışmalar ve sermayenin rolü

Kapitalizm ve küresel düzen: Krizler, çatışmalar ve sermayenin rolü
Abone Ol

ABD lideri Trump'ın kameralar önünde Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky ile atışması, ardından Avrupalı liderlerin Zelensky’e destek açıklamaları ve İngiltere’de gerçekleşen Ukrayna zirvesi, diplomaside bazı yerleşik ezberlerin bozulduğuna dair önemli işaretler sunuyor. Bu gelişmeler, uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin kapısını aralıyor. Öte yandan, ABD’nin öncelikli hedef olarak Çin’i çevreleme politikasına yönelmesi ve bu strateji doğrultusunda Rusya ile yakınlaşma çabaları, Soğuk Savaş dönemindeki Nixon Doktrini’nin tam tersine bir tablo çiziyor. Bilindiği üzere Nixon Doktrini, Sovyetler Birliği’ni çevrelemek için Çin ile yakınlaşmayı öngörüyordu; şimdi ise ABD, Çin’i dengelemek adına Rusya ile iş birliği sinyalleri veriyor. Bu tersine dönüş, küresel güç dengelerinde alışılmadık bir kaymayı gözler önüne seriyor.

Dünya siyasetindeki ezberlerin bozulması, evet, şu an için izlemesi keyifli bir tiyatro sahnesi gibi. Ancak bu kaosun içinden kapitalist nizamın güç kaybettiği sonucunu çıkarmak, fazla iyimser bir yorum olur. Tam aksine, kapitalizm, tarih boyunca krizlerden beslenerek kendisini yeniden inşa etmeyi başarmış bir sistem. Ortadoğu’daki işgaller, NATO’nun genişleme hamleleri ya da demokrasi kisvesi altında yürütülen saldırgan politikalar, özünde sermaye birikim rejiminin sürekliliğini sağlamak için atılmış adımlardan başka bir şey değil. Barış ve insan hakları söylemleri, bu rejimin meşruiyetini korumak için kullandığı birer ideolojik aygıtken, asıl motor her zaman kâr maksimizasyonu ve kaynakların kontrolü oldu.

Avrupalı liderlerin ‘ABD’den bağımsızlaşma’ çıkışları da bu bağlamda ele alınmalı. Evet, Trump’ın öngörülemez politikaları ve ABD’nin içe kapanma eğilimi, Avrupa’yı bir ölçüde köşeye sıkıştırdı. Ancak bu, sermaye birikim rejiminden kopacakları anlamına gelmiyor. AB’nin ABD hegemonyasından kurtulma çabası, olsa olsa küresel sermayenin yeni bir coğrafi düzenlemesi, yani pastadan daha büyük bir pay kapma mücadelesi olarak okunabilir. Savunma ve ordu meselesi ise bu işin sadece görünen yüzü; asıl mesele, iktisadi bağımlılığın ötesinde, sermayenin dolaşımını ve birikimini garanti altına alan kurumların hâlâ büyük ölçüde ABD merkezli olması. NATO’nun varlığı ya da doların küresel rezerv para statüsü, bu rejimin temel taşları olmaya devam ediyor.

Dolayısıyla, Avrupalı liderlerin ‘deeply concerned’ çıkışları, yüzeysel bir hoşnutsuzluktan ibaret. Pratikte, sermaye birikim rejimi kendi dinamikleri içinde dönüşerek yoluna devam ederken, bu söylemler sadece bir tür politik pozisyon alma çabası. Barışseverlik maskesiyle gizlenen şahinlerin dünyaya verdiği zarar, bu rejimin doğal bir sonucu; zira kapitalizm, krizleri ve çatışmaları birikim için bir fırsat olarak görüyor. Ortadoğu’nun yağmalanması, enerji koridorlarının kontrolü ya da NATO’nun sınırları zorlaması, hep bu amaca hizmet etti. Ezberler bozuluyor gibi görünse de, asıl oyun hâlâ aynı sahnede oynanıyor; sadece oyuncuların replikleri değişiyor. Sermaye, birikim rejimini korumak için gerekirse anti-Amerikancı bir Avrupa’yı bile finanse eder, yeter ki kâr akışı kesintiye uğramasın.