Son günlerde sosyal medyada kendini "Kemalist" olarak tanımlayan, 68 kuşağı devrimci önderlere "terörist”, “eşkıya”, “soyguncu” gibi sözlerle hakaret eden, Zafer Partisi ekseninde siyaset yapan gençler türedi. Nasıl bir kafanın ürünü oldukları belli değil. Mümkündür, bunlar yaşasa İlhan Selçuk'u, Doğan Avcıoğlu'nu, Uğur Mumcu'yu, İlhami Soysal'ı, Ahmet Taner Kışlalı'yı, Muammer Aksoy'u, Mümtaz Soysal’ı bile linç ederlerdi. O kadar cahiller. O kadar lümpenler. Eylülist fırtınanın eserleri. Kemalizm ile Kenanizm'i karıştıran tipler.
Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve 68 kuşağının önde gelen diğer devrimci önderleri elbette Kemalist değildi, ama 1923 paradigmasının tarihsel olarak devrimci rolünü asla inkar etmeyen, 1923'ün gerisine düşmeden ileriyi hedefleyen gençlerdi. Devrimci örgütler ve önderler arasında tabi farklı düşünenler, Kemalizm konusunda daha katı düşünceye sahip olanlar vardı. Bu ayrı bir tartışma konusu ama genel itibariyle dönemin şartlarının da etkisiyle, öne çıkan Kemalist aydınların büyük bir kısmı, 50’li yıllarda Forum ve Akis gibi dergilerde savunulan görüşlerin aksine, kendini solda tanımlayan, anti-Amerikancı, kamucu ve planlamacı bir anlayışı savunan, yükselen işçi sınıfı mücadelesine ve gençlik hareketlerine sempatiyle yaklaşan görüşlere sahipti. Mihri Belli’den Mahir Çayan’a, Hikmet Kıvılcımlı’dan Deniz Gezmiş’e, Behice Boran’dan Mehmet Ali Aybar’a sosyalist solun önemli bir kesiminin Kuvâ-yi Milliye hareketi, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet devrimi, Mustafa Kemal ve Kemalizm’e bakışı son derece olumludur. Devrimci demokrasiyi, milli demokratik devrim tezlerini savunan sosyalistler, Kemalistleri siyasi müttefik olarak görmektedirler. Siyasi mücadelelerinde Mustafa Kemal’i bayraklaştırmaları, toplumsal mücadeleyi İkinci Kurtuluş Savaşı olarak nitelendirmeleri bu yaklaşımın bir sonucudur.
İlk olarak Yön dergisi, sonrasında Devrim dergisi etrafında kümelenen, Doğan Avcıoğlu’nun liderliğini yaptığı sol Kemalistler, yöntem, eylem ve söylem bazında Leninist bir örgütlenme biçimini benimseyen, kendilerini Marksist olarak tanımlayan bir kesim değildi. Küçük burjuva halkçılığı olarak da değerlendirebileceğimiz, Türkiye’ye özgü bir sosyalizm modelini (sui generis) savunan bu kesim, birçok açıdan Marksistlerle ciddi olarak ayrışsalar da birbirleriyle taktik ve strateji temelinde bir araya gelebilecek bir ilişki içindeydiler. Yani birbirlerini karşı mahallede görmüyorlardı. Yayın organlarında çoğu zaman gençlik liderlerine yer veriyorlardı.
Dönemin Kemalistlerinin sosyalizme bakış açısını yansıtmasını bakımından Uğur Mumcu’nun şu sözleri önemlidir: "Sosyalizm ile Kemalizm, tarihsel gelişimleri ve kurup geliştirdikleri siyasal iktidar yapıları açısından, hiç şüphesiz ayrı ayrı kavramlardır. Ancak, bu iki kavramın birleştikleri bir nokta vardır. O nokta, her iki kavramın da antiemperyalist nitelikte oluşudur. Her iki kavrama bu noktadan bakarsanız, Kemalizm ile sosyalizm arasında aşılamaz ‘Çin Seddi’ yoktur. Tersine, her iki kavram, ayrı ayrı yöne akan taşkın sular gibidir. Zaman zaman birleşen, zaman zaman ayrılıp, aynı yönde başka denizlere akan bu nehirleri, bu taşkın suları, birbirlerine birleştiren köprüler ve yollar da vardır." (Cumhuriyet, 23 Nisan 1980)
Kemalizm’in, sosyalizme birleştiği ayrıştığı noktalar, Kemalistlerin sınıf mücadelesiyle, emek hareketiyle ilişkisi, Kemalizm’in tarihsel olarak durduğu yer ayrı bir tartışma konusudur. Yazının amacı Kemalizm’in yönünü tayin etmekten ziyade, kendini Kemalist olarak tarif edip, 68 kuşağı devrimci önderlerine hakaret eden, elle tutulur hiçbir teorik zemini olmayan, reaksiyoner bir parti olan Zafer Partisi’nin söylemlerinin etrafında kümelenen gençlerin acziyetini ortaya çıkarmaktır.
Bugün Kemalizm deyince akla ilk gelen isimlerin hemen hemen hepsi ne Denizler için ne de diğer devrimciler için hakaret içeren hiçbir söylemde bulunmamıştır. Hatta Denizlerin idamının durdurulması için Uğur Mumcu, Altan Öymen, Ahmet Taner Kışlalı gibi isimlerin imza kampanyaları düzenlemiş, idamlara karşı kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır.
Uğur Mumcu’nun devrimci gençlere adadığı Sesleniş şiirinin ile aşağıdaki kısmıyla yazımızı bitirelim: "Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, prangalar vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere. Asıldık ey halkım, unutma bizi..."