Koronavirüs küresel anlamda gerek sosyal gerek psikolojik gerekse ekonomik olarak hepimizi etkiledi. Evlere kapandık çoğumuz. Peki bu illet aşk hayatımızı nasıl etkiledi ya da etkileyecek dersem? Ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim. Okuyalım.
Koronavirüs yayılımını önlemek amacıyla, evlerimize kapanıp, home-ofis (evden çalışma) çalıştığımız bugünlerde Norveç televizyon ve gazetelerinde neredeyse bir haftadır psikologlar bas bas bağırıyor. Neden mi? Evde kalmak zorunda eşlerin, sevgililerin, partnerlerin birbirlerini yememeleri için. Bir psikolog olarak ben de iki satır bir şeyler yazayım. Haklı olup olmadıklarına sonrasında karar verelim birlikte. Doğruluk payı ne kadar bilmiyorum ama sosyal medyada, bu korona illetinden dolayı evde kalan çiftlerin boşanma oranlarının arttığına dair paylaşımlar dönüp duruyor. Doğruluk payını geçtim, evde kendimizi karantinaya aldığımız bir haftadan beri Norveç’te psikologlar açıklama üzerine açıklama yapıyor: Stres ve panikle geçen bu süreçte bir de ilişkilerimizi yıpratmamalı, ev içinde kendi özgürlük alanlarımıza hak tanımalıymışız. Bundan bir ay öncesine saralım efendim. Muhtemelen sabahın erken saatlerinde kalkıp, varsa çocukları kreş ya da okula hazırlayıp kendi işimize, partnerlerimiz de kendi işine doğru yol alırdı. Günde ortalama 8-9 saat boyunca kafa patlatıp, farklı insanlarla sosyalleşip (ki buna iş arkadaşları, müşteriler, danışanlar felen diyoruz) evlerimize dönerdik. Çocuk varsa onların okuldan gelişi, akşam yemeği, biraz ailecek vakit geçirme derken rutin olan hayatımızın sabahına kalkmak için hazırlanır ve yatardık. Bu rutin döngüde belki partnerlerimizle geçirdiğimiz saat bir elin parmağını geçmeyecek kadar olurdu. Zaten yorgunduk, zaten çocukların ardından koşturduk derken bu bir elin parmağını geçmeyen zaman da niteliksiz olurdu hani. Paylaşımlar belki yüzeysel olurdu. Birbirimizin davranışlarını gözlemleyecek kadar da enerjimiz kalmazdı. Tekrar bugüne atlayalım. Sizler de partnerleriniz gibi sabahın erken saatinde kalktınız. Salonun bir köşesine partneriniz, diğer köşesine ise siz yerleştiniz. Okullar kapalı olduğu için evde kalan, gürültü çıkartan ya da bakıma ihtiyaç duyan çocuk ve bebeklerimizden bahsetmiyorum bile. Koca salonun içinde yine 8-9 saat boyunca partnerinizle berabersiniz. Öğle yemekleri araları dahil! İlk birkaç gün nitekim zevkli olmuştur bu deneyim. Karşılıklı oynaşmalar, iş yaparken araya oyun ve heyecan katmalar. Ya sonra… Mesela altıncı güne atlayayım. Maksimum 20 metrekarelik bir alanda, karşınızda bir adam ya da kadın duruyor. 7/24 berabersin ve sadece onunla konuşmak, onunla sosyalleşmek zorundasın. Tiyatroya gidemiyorsunuz; bir kafeye gidip sade kahvenizi yudumlayamıyorsunuz, iş arkadaşlarınızla iki lafın belini kıramıyorsun. Bir de kocanızı/karınızı çekiştiremiyorsunuz. En önemlisi yalnız kalamıyorsun. Şanslıysanız bir başka odaya gidip bir süreliğine kafa dinleyebilirsiniz. O da şanslıysanız. Sonrasında batmaya başlayan davranışlar ve tonda gerilim müziği. Gözünün üzerinde neden kaşın var demeye yakın tartışma ve kavgalar… E, 7/24 aynı evin içindesiniz neticede. Partneriniz tuvalet kağıdını ters takmış olabilir ya da bitmiş kahve fincanını masasında bırakmış. İnsan neticede. Sonrasında ise sorgulamalar: “Aaa şöyle davrandı. Aaa ne garip şöyle de bir huyu varmış. Aaa, bu da her şeye sinirlenirmiş…” Ve gerilim müziğinin zirve yaptığı o anda tılsım birden bozuldu. Asıl virüs, o âşık olduğumuz adam ya da kadın olmadı mı birden bire? Kuru öksürük gibi boğucu, sinirlendirip ateş çıkaracak kadar korkutucu ve nefes aldırmayacak kadar boğucu. Yok yok koronanın semptomlarından bahsetmiyorum; ilişki diyorum aşk diyorum. O zaman ne yapmamız gerek psikolog hanım? Sorumluluklarınızı adil ve ortak dağıtmaya, eviniz küçük olsa bile bireysel alan yaratmaya ve korumaya, evin içinde bütün gün beraber dizi izlemek yerine farklı uğraş ve hobiler bulmaya, izniniz varsa yalnız başınıza yürüyüş yapmaya ve hava almaya (ev karantinasında olduğumuz halde, Norveç’te buna iznimiz var mesela) ve en önemlisi bugünlerin gelip geçici olduğuna odaklanmaya çalışın. Ve aşkın iyi günde de kötü günde de var olmasına uğraşın.