28. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası ve 18. Onur Yürüyüşü, bu sene COVID-19 yüzünden çevrimiçi olarak, “Ben Neredeyim?” temasıyla 22-28 Haziran arasında gerçekleşti. Coşkuyla kutlayanlar ve sosyal medyada destek olanlar kadar yine aşağılayanlar ve yargılayanlar vardı bu yürüyüşü. Hatta LGBT+ haklarını destekleyen şirketlere yönelik boykot çağrılarını duyduk çokça. Bir de üzerine Kızılay Başkanı, LGBT+’lara nefret söylemini dile getirdi. Hadi okuyalım ve tartışalım.

Türkiye’de eşitlikten, özgürlükten, barış ve demokrasiden bahsederken genelde üzerinde durulmayandır LGBTİ+ hareketi. Toplumda hor görülen, adaletin bile tecelli etmediği ya da onlara teğet geçtiği hareketin adıdır hani. Mesela, nefret cinayeti sonucu yakılarak öldürülen transseksüel kadın ve LGBT hakları savunucusu Hande Kader’i düşünün. Bir Özgecan için sesimizi duyurmak ve hakkını aramak için yırtınırken (olması gereken de bu zaten, hiçbir itirazım yok), Hande için ne kadar sesimiz çıktı? Oysaki ikisi de yakılmıştı. Oysaki ikisinin de başına gelenler insanlık dışıydı. Twitter’da nefret söylemleri son birkaç gündür almış başını gidiyor. Bugün #LGBTFaaliyetleriYasaklansın adlı söylem Türkiye’de trend olmuş bile. Yahu bu insanlar ne yaptı size? 9 yaşında çocuklarla evlenebiliriz diye haberleri mi çıktı? Eşlerimizi/ sevgililerimizi canımız isterse dövebiliriz hatta öldürebiliriz diye demeçler mi verdiler? “Hey sen erkeklerden hoşlanan kadın, erkeklerden hoşlanamazsın; hoşlanacaksan kadınlardan hoşlanacaksın” diye baskı mı kurdular? Sizlerin bizlerin kıyafetine, yemesine, içmesine, özel hayatlarına müdahale mi ettiler? Toplumdaki tüm insanları tek tipleştirmeye mi çalıştılar? Hak mı yediler, yalan mı söylediler? Sadece eşit olmak istediler, bir de eşitliği lütuf gibi sunanlarla mücadele ettiler. Sadece toplumda kabul görmek ve toplum hayatına ellerinden geldiği kadar katkıda bulunmak istediler. Karşılığında ne aldılar peki? Aşağılanma, hor görülme, dayak, şiddet, toplum baskısı, iş bulamama, namus cinayeti ve daha niceleri… Yaşadığım ülkenin yani Norveç’in resmi ya da resmi olmayan her bir kurumu, sivil toplum örgütleri, mağazaları, dernekleri, yolları, camları vs. gökkuşağı rengi ile kaplı. Ülkenin başbakanı Erna Solberg Norveç’teki Onur Haftası kapsamında cumartesi günkü kutlamalara katılıyor ve ‘Koşulsuz Aşk’ diyor; ‘Çeşitlilik’ diyor; hem de tüm samimiyeti ve inanmışlığı ile. Bizde ise neler oldu? Yine küfürler, hakaretler, tehditler. Mesela, Onur Haftası kapsamında, Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu’nda bulunan bayrak, Gökkuşağı bayrağı ile değiştirildi. Kalktı biri dedi ki “O bayrağı direğiyle birlikte kı… sokun”. Hadi bu kişisel ve çirkin bir yorum diyelim. Ya amacı, “her nerede görülür ise, hiçbir ayrım yapmaksızın insanın acısını önlemeye veya hafifletmeye çalışmak, insanın hayatını ve sağlığını korumak, onun kişiliğine saygı gösterilmesini sağlamak ve insanlar arasındaki karşılıklı anlayışı, dostluğu saygıyı, iş birliğini ve sürekli barışı getirmeye uğraşmaktır” olan (hani ben demiyorum resmî sayfasında böyle yazıyor) Kızılay’ın başındaki adam ne diyor? “İnsanlık onurunu çiğnetmeyeceğiz. Fıtratı ve çocuklarımızın ruh sağlığını koruyacağız. Sağlıklı yaradılışı bozan ve iletişim gücü ile anormali normal gibi gösterip pedofilik hayalleri çağdaşlık diye gencecik zihinlere zerk eden her kim olursa olsun mücadele edeceğiz. Yok öyle!” Hani nerede ayrım yapmamak, hani nerede kişiliklere saygı duymak, hani nerede karşılıklı anlayış, dostluk, saygı? Neden bu nefret? Hem sana mı düşmüş LGBT+’ye karşı olmak? Sen yok olan deprem paralarından bahset, Ensar Vakfına bağışladığın paraların hesabını ver önce. Hani şu çocuk tecavüzleri ile anılan Ensar Vakfına. Merak ediyorum, acaba fıtratı ve çocuk ruh sağlığını bozan çocukları koruyamayan kanunlar, onların beyinlerini daha küçükken yıkamaya başlayan çarpık müfredatlar, ailelerinin mücadele etmek zorunda olduğu zorlu ekonomik koşullar olmasın? Bir erkeğin bir erkeği aşkla, zarar vermeden sevmesi bir çocuğun ruh sağlığını neden ve nasıl bozar acaba? Bunu bir yazar olarak değil, psikolog olarak soruyorum hani.