Berfin Özek ismini hepiniz duymuşsunuzdur. Duymayanlar için hatırlatayım. Hani eski erkek arkadaşı tarafından yüzüne 1,5 kilo asit atılan ve yüzü tanınmaz hale gelen o gencecik kız. Birkaç gün önce, Berfin’in kendisine bunu yapan o caniyi affettiğine dair haberler yansıdı basına. Başından beri birçok kadın platformu gibi Berfin’in yanında olan Ayşe Arman bunu hayretler içerisinde köşesine taşıdı. Berfin’in bizler gibi şaşkın olan ailesine ulaştı. Gerçekten durum babanın iddia ettiği gibi akıl kıtlığı ya da tehdit mi? Yoksa uzun süren bir travmanın yarattığı buhran ve çelişki mi? Bir psikolog olarak olayı kendimce ele alacağım ve sizlere çok yönlü bir bakış vermeye çalışacağım.

Gencecik, güzel mi güzel bir kız. Hayatının baharında üstelik. Onun da bizler gibi hayata, mutluluğa, belki evlenmeye, belki de anne olmaya dair bin bir umudu vardı. Bir gün ayrıldığı eski erkek arkadaşının asitli saldırısına uğradı. Hem de canice. Bu saldırının ardından, İskenderun Kadın Platformu gibi birçok kadın kuruluşu devreye girdi, sosyal medya ve birçok tanıdık isim, politikacı, yazar Berfin’i sahiplendi. Alanında başarılı uzmanlar ve Sağlık Bakanlığı, Berfin’in çektiği acıları hafifletmek için el ele verdi. Cani 13 yıl 6 ay ceza aldı. Berfin "Çektiğim acıların karşılığı bu olmaz" dedi. Kadına yönelik şiddetin ‘yakıcı yüzü’ olan bu vakada, caninin daha fazla ceza alması gerekliydi. Bu ceza hiç birimizin vicdanına su serpmedi. Birkaç gün önce Berfin şikayetini geri çektiğini duyurdu. Ardından da sosyal medya her zamanki gibi coştu. Berfin’in ölümü hak ettiğini (!) düşünenler mi ararsınız, daha beter olsun diyenler mi? Sürecin başından beri yanında olan İskenderun Kadın Platformu bile Berfin’in arkasında artık duymayacaklarını (ancak davanın takipçisi olmaya devam edeceklerini) duyurdu. Evet öldüren sevgi istemiyoruz, evet şiddetin hiçbir türlüsünü – ister psikolojik olsun ister fiziksel – kabul etmiyoruz. Peki Berfin’i suçlarken yaşadıklarının ve travmalarının etkisinin aldığı karara etkisini göz önünde tutuyor muyuz? Hangi korku, hangi çaresizlik, hangi umutsuzluk bu kararı ona aldırdı biliyor muyuz? Saçımdaki ilk beyazı gördüğümde büyük bir yıkıma uğramıştım. Alnımdaki ilk çizgiye merhaba dediğimde de. Asla eyelinerımı sürmeden dışarı çıkmam; asla bakımsız olarak dolaşmam. Bir kadın olarak makyaj yapmak ve bakımlı olmak kendimi oldukça iyi hissettiriyor. Hatta bana büyük bir özgüven veriyor! O özgüvenimin tepe taklak olduğunu düşündüm bir günde. Gözlerimin, burnumun, dudaklarımın yani yüzümün tamamen elimden alındığını... İnsanların bana korkuyla baktıklarını bir de. Tüm aynaları kırıp attığımı, herkesten kaçtığımı, yaşadıklarımı bazen kâbus şeklinde bazen ise gün içinde ‘canlı canlı’ tekrar tekrar hatırladığımı. Bunun yanında ameliyat ve iyileşme sürecinde çektiğim fiziksel acıları düşündüm. Boru değil hani, asit yarası! Sürecin hiçbir zaman bitmeyeceğini, hiçbir zaman o eski güzelliğime ya da sevdiğim halime gelmeyeceğimi... Bu suratla bir daha hiçbir zaman birinin sevgilisi, birinin eşi ya da birinin annesi olamayacağımı hayal ettim. İnsanlardan kaçtığım ya da insanların benden kaçtığı yapayalnız bir dünya. Kim benimle gözlerimin içine baka baka kahve içebilecek ya da çalıştığım işlerinde kim gözlerini kaçırmadan bana tüm samimiyetiyle selam verecek? Tüm bunların hepsinin birbirini beslediğini ve Berfin’in psikolojisinin yerle bir olduğunu düşünün şimdi. Tehdit edilme ve aklının kıt olması ihtimallerini yok sayarsak, sizi zamanında sevmiş olduğuna inandırdığınız birine kucak açmanız –ki bana göre olmaz olsun böyle bir sevgi de- ancak sizin ne kadar çaresiz olduğunu gösterir. Ya da devasa bir gelecek korkusunu -ki buna yalnızlık diyoruz- sevgi zannettiğinizi. Bilemiyoruz, belki cani hapisten çıkınca yine tehdit edilmekten korkuyordur; belki de kendini kandırıp bana bu kadar zarar verdiyse beni gerçekten çok sevmiştir diyordur. Savunma mekanizmaları sonuçta bunlar, nerede ne yapacağı belli olmaz. Yaptığını kesinlikle doğru bulmamakla beraber, Berfin’i suçlamak, onu yargılamak ve yalnızlaştırmak yerine ruh dünyasında da neler olabileceğini düşünsek. Yaptığı yanlış bile olsa aldığı kararlardaki etmenleri göz önüne getirsek. Yaşadığı korkunç acının ruhu gibi aklını da bulandırmış olduğunu hesaba katabilsek. Ah bir linç etmesek!