Ölümünden sonra yakınınızın sosyal medya hesabını kullanır mıydınız? Ölümünün üzerinden yıllar geçse bile mi? Evet diyorsanız, sürpriz! “patolojik bir vaka” olma ihtimaliniz var! Hayır diyorsanız “mahremiyete saygınızdan” tebrik edebilirim. Burası Sosyal Medya Mezarlığı! Yeni gerçekliğinize, dijital ahirete hazır mısınız?

Siz hiç ölen birinin sosyal medya hesabı tarafından takip edildiğinizi keşfettiniz mi? “Nasıl yani?!” diyorsunuz değil mi? Aynen düşündüğünüz gibi. Bir süre önce kaybettiğimiz, kaybı beni oldukça etkileyen bir meslek büyüğümün sosyal medya hesabı geçtiğimiz gün instagram profilimde geziniyordu. Fotoğraflarımı beğeniyor, storylerimi izliyordu. Tüylerim bir an diken diken oldu. Anlık bir sürreal deneyim yaşadım desem yeridir. Bu gerçekten çok rahatsız edici bir deneyimdi. Belli ki aile üyeleri hala ölen yakınlarının sosyal medya hesabını kapatmamış, üstelik ölen birinin hesabından onun arkadaşlarını, dostlarını takip ediyor, fotoğrafları beğenerek takip ettiğini hissettiriyor belki de kendince hala ölen yakınının manevi varlığını dijital dünyada da olsa yaşatmaya çalışıyordu kim bilir. Bu deneyim üzerine bir anda gerçeklik kavramını ve bu gerçekliğin anlık bir deneyimle bende yarattığı gerçeklik algısına yönelik değişimi sorgulamaya başladım. Sahiden yeni gerçekliğimiz bu olabilir mi? Ölümden sonra dijital ahirete doğru, sosyal medya mezarlığında mı alacağız yerimizi? Peki biz buna hazır mıyız? Dijital klonumuz, hologramımız, hipergerçeklikteki yansımamız, dijital ikizimiz, biz göçüp gidince “o” mu yaşatacak gerçekliğimizi? Adına ne derseniz deyin yaşadığım deneyim de gidişat da bunu gösteriyor ve ben burada çok sevdiğim Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ı onun hipergerçeklik ve simülasyon kavramlarını anmadan geçemem. Belki konuya biraz ilgiliyseniz Baudrillard’ın Simülakralar ve Simülasyon kitabını duymuşsunuzdur. Simülasyon ve hipergerçeklik kavramları özelinde bir baş yapıttır adeta. Ben sizlerle yukarıda paylaştığım ve sürreal nitelendirdiğim bu deneyimin alt metninde yatanları bu vesileyle biraz irdelemek istiyorum. Kitapta Baudrillard “Simülasyon her zaman gerçeğe saldırmaktan yanadır” der. Evet çünkü, kendi varlığını gerçeğine saldırarak görünür kılar. Öyleyse sosyal medyası hala yakınları tarafından kullanılan ve fiziksel olarak hayatta olmayan bu kişi için adeta “gitmesine izin verilmiyor” ve “ölüm gerçeği inkâr ediliyor” kişinin bir simülasyonu-dijital klonu yaşatmaya çalışılıyor diyebilir miyiz? Neden olmasın! Çünkü “Asıl lider ölmüş olduğundan sadakat gösterisi benzerine yapılır” der Baudrillard. Söz konusu olayda da yapılan bu. Fakat bu ölen kişinin “gerçekliğine” yapılmış bir ihanettir diye düşünüyorum. Neden mi? Bir nesne bir başka nesnenin tıpatıp aynısıysa bu o nesnenin kusursuz bir benzeri olduğu anlamına değil ondan daha da kusursuz bir şey olduğu anlamına gelir. Kesinlik gibi birebir benzerlik de yoktur, birbirinin tıpatıp aynısı olabilen hiçbir şey yoktur ve holografik yeniden üretim, tıpkı bir sentetik gerçek ya da gerçeği diriltmeye çalışan gelip geçici istek gibi gerçeğin kendisi olmaktan vazgeçerek hipergerçek olmayı yeğlemektir. Burada aslında ailenin ölü bireyin sosyal medya hesabını kullanma kararı bir zamanlar bu dünyada yaşamış olma gerçekliğini kırıp dökerek onun varlığını bir hipergerçek düzleme aktarmaktan onu kod dünyasına sıkıştırmaktan öteye gitmemektedir. Çünkü hipergerçek, gerçeğin yeniden yine ve yeniden üretilip farklı bir boyuta taşınması, kendisinden sıyrılmasıdır en basit tanımıyla. Biliyorum kavramlar denizinde boğulur gibi oldunuz. Ama Baudrillard üzerinden bu olayı aydınlatmaya çalışmak beynin gri hücrelerini zorluyor biraz. Şöyle bir örnekle biraz daha açarsam, orijinalini koruma bahanesiyle Lascaux mağazasının ziyareti yasaklanmış ancak beş metre öteye aynı mağaranın tıpatıp benzeri inşa edilerek kopyası ziyarete açılmış. Ziyaretçiler önce gerçek mağaraya dikiz deliğinden bir göz atıp ardından kopyanın tamamını ziyaret etmeye başlamışlar. Baudrillard burada “Orijinal mağarayı insanların belleğinden silip atmanın bir yarar sağlayacağını sanmıyorum” diyor, “çünkü gerçeği ile kopyası arasında hiçbir fark yoktur. Bir kopya her ikisini de yapaylaştırmaya yetmiştir.” Bu konuda kitaba referansla bir örnek daha vererek daha açıklayıcı olmak isterim. “Ramses’i yok edebilmek için onu gün ışığına çıkartıp, bir müzeye yerleştirmek yeterli olmuştur. Mumyaları kemirip yok eden şey o küçük kurtçuklar değil, simgesel düzeni yer değiştirmeye zorlayan, hiçbir konuda yetkin olmayan ve kendinden önce var olmuş kültürleri çürümeye ve ölüme mahkûm etmekten başka bir şey bilmeyen, onları önce öldürüp sonra bilimsel yöntemler aracılığıyla diriltmeye çalışan bize özgü bir tarih, bilim ve müze anlayışıdır. Tüm bu sırlara karşı yapılan bir saldırı, sırdan yoksun bir uygarlığın saldırısıdır. Bu, üstüne oturduğu temellerden nefret eden bir uygarlıktır.” Muazzam bir tespit! Günümüzde sosyal medya hesapları aracılığıyla da “ölülere” yapılan tam olarak böyle bir şey değil mi? İnsan gibi, hayata gelişi sırlarla dolu bir değeri tamamen simgesel dünyada değersizleştirmeye çalışmak O’nun benliğine yapılmış bir ihanet olduğunu düşünüyorum. Bu yapılanın, O’nun gidebilme özgürlüğüne, unutulma hakkına vurulan bir zincirden başka bir şey olmadığını düşünüyorum.

Loud Ailesi, 1971

LOUD AİLESİ VE -MIŞ GİBİ YAŞAMAK

Amerikan televizyonu TV-Vérité 1971 yılında Loud ailesini televizyona taşımıştı. Kanal, yedi ay aralıksız şekilde 300 saat boyunca ailenin ev içindeki hallerini ham görüntü şeklinde milyonlarca izleyiciye sunmuştu. Program bittiğinde ise geriye darmadağın olmuş bir aile kalmıştı. Burada Baudrillard bu ailenin seçimini hipergerçek bir olay olarak tanımlar. Çünkü 7/24 kayıt altında olduğunu bilmek bireyi -mış gibi yapmaya iter. Sizin gerçek olarak gördüğünüz, hakikatin aslında bir parçası ya da deforme olmuş hali. Ölen birinin sosyal medya hesabının kullanılması da onu yaşatıyor-muş gibi yapma girişimi. Her ki örnek de insanı hem yabancılaştıran hem gerçeklik algısını değiştiren, aşırı saydamlık sonucunda ürperti yaratan bir durum. Yazının başında da söylediğim şey, ölü biri tarafından fotoğraflarımın beğenilmesi bende tam olarak bu ürpertiyi hissettirmişti. Diğer yandan hipergerçekliği sizlerle paylaştığım bu olayla deneyimlemiş olmak ya da böyle hissetmek bile belki biraz komplo teorisi görünecek ama bir Matrix evreninde yaşadığımızın göstergesi gibi. Buradan sizi 2016’da yayınlanış bir habere götüreceğim. Şöyle; ABD’nin önemli bankalarından Bank Of America’nın yatırım kuruluşu Merrill Lynch, insanlığın şu anda Matrix’te yaşıyor olma olasılığının yüzde 50 olduğunu öne sürmüştü bundan dört yıl önce. Independent sitesinde yer alan Jacob Furedi’nin haberine göre Merrill Lynch tarafından hazırlanan raporda bu iddia daha önce de bir takım bilim insanları ve felsefeciler tarafından da dile getirildi. Raporda, “Yapay zekada, sanal gerçeklikte ve bilgisayar gücündeki gelişmelerle birlikte, gelecek uygarlıkların üyeleri, atalarının simülasyonunu yapmaya karar vermiş olabilir” diyor, insanların algıladığı dünyanın bilgisayar kontrolündeki sanal bir dünya olabileceği iddiası bir kez daha anımsatılıyordu. William Gibson tarafından yazılmış, 1984 yılında yayımlanmış Neuromancer kitabında ilk kez kullanılan ‘matrix’ kavramı hepinizin bildiği Wachowski Kardeşler’in 1999 yapımlı ünlü The Matrix filmine kaynak oluşturmuş. Matrix filminde insanlar, insan popülasyonunu kontrol etmek için makineler tarafından yaratılan simüle edilmiş bir gerçeklikle yaşıyorlar. İşte raporda bu filme de değiniliyor ve Matrix’ten alıntılar yaparak günlük yaşamla arasındaki benzerliğe dikkat çekiliyor. Analize göre insanlar halihazırda herkesin aynı anda katılabileceği fotogerçekçi üç boyutlu simülasyonlara yaklaşıyor. Aslında 16. yüzyıl filozoflarından da benzer görüşleri okuyoruz. Özellikle de René Descartes, dünyayı algılamak için duyu deneyimlerimize güvenemeyeceğimizi öne sürmüştü. Günümüze bakılırsa pek de haksız sayılmazlar ne dersiniz?

MAHREMİYETİN İHLALİ

Biliyorum yazı uzadı ama tek yönlü değerlendirmek istemiyorum çünkü bu husus da çok önemli. Öldüğünüzü varsayın. Tüm sosyal medya hesaplarınızın anlık güncellendiği, iletişimin zamansız düzlemde kesintisiz sürdüğü şahsi telefonunuzun başka biri tarafından yönetilmesini ister miydiniz? Bence bu soruya herkes “Elbette hayır!” yanıtını vermiştir. İşte burada da karşımıza “mahremiyet” kavramı çıkıyor. Aslında ölen yakınlarının tüm özel alanını işgal eden aile bireyleri özel hayatın gizliliği kapsamında onun mahremiyetini de ihlal etmiş oluyor. “Ölen birinin özel alanından, mahremiyet kavramından bahsedilebilir mi?” Mahremiyet alanımız öldükten sonra ortadan kalkar mı sizce? diyeceksiniz belki. Eskiden kalkıyorduysa da artık bu maalesef paylaştığım deneyimin nezdinde hayatımızda sosyal medya var oldukça mümkün görünmüyor. Siz bu dünyadan göçüp gitseniz de dijital klonunuz hesaplarınız aktif kalmaya devam ettikçe sözüm ona yaşamaya devam ediyor. Merak ettim, “Bu konuyla ilgili bir yasal düzenle var mıdır?” diyerek değerli dostum Av. Esma Çömelek’i aradım bakın neler dedi:

“KANUNDA BOŞLUK VAR”’

 “Ölen kişinin sosyal medya hesabının hala kullanılıyor olmasıyla alakalı maalesef kanunda bir boşluk var ve bu konuda yasal düzenleme yok. Ama diyelim ki siz ölen kişinin hesabı tarafından takip ediliyorsunuz veya bu hesabın hala etkileşimde olmasından rahatsızsınız, kişilik haklarına zarar getiren bir eylemi söz konusu olduğunda bu konuyla alakalı ihbarda bulunma hakkına sahipsiniz. Ölen kişinin yakınları ise hala açık olan hesaba yönelik maneviyata zarar verici paylaşım gerçekleştirenlere karşı yine dava açma hakkına sahiptir. Ya da vefat edenin yakınları hesabın anıtlaştırılması veya silinmesi için taleplerde bulunabilirler. Ama dediğim gibi bu konuda yasal bir düzenleme olmaması konuyu maalesef yoruma da açık hale getirmektedir.”

SERAP ALTEKİN: “BİR ÖLÜNÜN HESABINI KULLANMAK, YASI PATOLOJİK BİR SÜRECE SOKABİLİR”

Peki insan neden ölen yakınının sosyal medya hesaplarını kullanır? Bu yas sürecinin bir parçası mıdır? Aradan 4 yıl geçmiş olmasına rağmen hala bu hesap üzerinden etkileşimde bulunmak patolojik bir durum mudur? Konunun psikolojik boyutunu danışmak üzere Türk Psikologlar Derneği İstanbul Şubesi eski başkanı Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin’i aradım. Altekin tabloyu şu şekilde yorumladı: “Sevilen bir yakının ölümünün ardından, acı, keder ve özlemle birlikte kaybedilen kişiyle ilgili yoğun bir zihinsel meşguliyet olması son derece doğaldır. Ölen bir yakınının sosyal medya hesabına girmek, duvarına bir şey yazmak, hayattayken yapamadığı veya hayatın fırsat vermediği vedalaşmayı yapabilmenin bir aracı olur bazen. Çünkü günümüz koşullarında sosyal medya mecraları kayıpların ardından hem yasın yaşandığı hem de yası yaşama araçlarından biri haline gelmiş durumda. Eskiden gazeteye verilen ölüm ilanları artık Facebook ve Instagram üzerinden veriliyor, eskiden evlere yapılan taziye ziyaretlerinin yerini sosyal medya postunun/paylaşımının altın yazılan taziye içerikli yorumlar alıyor. Meydanlara yapılan anıtlar, heykeller, duvarlar kadar, artık Anıt Facebook hesaplarından söz ediyoruz. Birinci derece yakınlara miras bırakılabilen sosyal medya hesaplarının yönetiminin hukuksal ve etik kurallarını tartışıyoruz. Ama bu tabloyu geride kalanın yasın hangi evresinde olduğu üzerinden görmek ve açıklamak daha uygun olacak. Nasıl ki inkâr aşamasında takılı kalmak gittikçe yası sağlıklı yastan patolojik yasa dönüştürüyorsa, ölenin sosyal medya hesaplarını yıllarca açık tutup, hatta onun hesabı üzerinden sosyal medya etkileşiminde bulunmak da benzer şekilde süreci sağlıklı olmaktan uzaklaştırır ve patolojik bir sürece sokabilir. Ayrıca, bir insan öldüğü zaman onun hakları bitmiyor, bunu da unutmamak gerek. Hiç kimse ölen birinin ardından -ne uğruna olursa olsun- ona ilişkin bilgileri, onun mahremiyetini kamusal alanda veya sosyal medyada paylaşma hakkına sahip değil. Bu, temel bir insan hakkı ihlali öncelikle.”

SOSYAL MEDYA HAYALETİ OLMAMAK İÇİN YAPMANIZ GEREKENLER

Peki öldükten sonra bir “sosyal medya hayaleti” olarak kalmamak için mahremiyetimizi nasıl koruruz? Yazının son bölümünde, öldükten sonra sosyal medya hesaplarınızın aktif kalmasını ve yakınlarınızca yönetilmesini istemiyorsanız neler yapabileceğinize bir göz atalım dilerseniz: FACEBOOK: Vefat etmeniz halinde hesabınızın kalıcı olarak silinmesini tercih için bir yakınınızın vefat ettiğinizi Facebook’a bildirmesi gerekiyor. Facebook bildirimin ardından tüm mesaj, fotoğraf, gönderi, yorum, ifade ve bilgilerinizi derhal ve kalıcı olarak kaldırmayı temin ediyor. Öldükten sonra hesabınızın silinmesini talep etmek için: Facebook'ta Ayarlar'a gelin. Anıtlaştırma Ayarları'na tıklayın. Sayfanın altında yer alan, “Vefat ettikten sonra hesabının silinmesini talep et” butonuna ve Ölümden Sonra Sil'e tıklayın. TWİTTER: Bir Twitter kullanıcısının vefatı durumunda, vefat eden kişinin hesabının devre dışı bırakılması için kişinin yasal mirasçısı veya onaylanmış birinci derece aile üyesi vefat eden bir kullanıcının hesabının kaldırılmasını isteyebiliyor. İsteği gönderdikten sonra, vefat eden kişi hakkında bilgiler, kimliğinin kopyası ve vefat eden kişinin ölüm sertifikası gibi ek ayrıntıları sunmak için gereken talimatlar twitter tarafından e-posta ile gönderiliyor. Bu, yanlış veya yetkisiz bildirimleri engellemek için gerekli bir adım. Bu bilgilerin gizli tutulduğu ve incelendikten sonra silineceği konusunda Twitter garanti veriyor. Vefat eden kişinin hesap erişimini, yakınlık derecesi ne olursa olsun kimseye vermiyor. Fakat Facebook gibi siz henüz yaşarken bunun kararını verebilmenize olanak tanıyan “Ölümden sonra sil” butonundan bahsedemiyoruz. INSTAGRAM: Instagram, Facebook ile aynı prosedürleri uyguluyor. Dilerseniz hesabın anıtlaştırılmasını isteyebilir dilerseniz de silinmesini talep edebilirsiniz. Tabii bunu yaparken ölüm ilanını yine ibraz etmeniz gerekiyor. Instagram bunun için bir de şöyle bir not düşüyor: Anıtlaştırılmış bir hesabın giriş bilgilerini veremeyeceğimizi lütfen unutmayın. Birinin hesabına bir başkasının giriş yapması, ilkelerimize kesinlikle aykırıdır.” YOUTUBE: Pek çok kişinin, vefat ettiklerinde çevrimiçi hesaplarının nasıl yönetileceğiyle ilgili açık talimatlar bırakmadığını söyleyen Youtube, vefat etmiş bir kişinin hesabını kapatmak için birinci dereceden akrabaları veya temsilcileriyle birlikte talebi değerlendirmeye alacaklarını belirtiyor.  Belirli durumlarda, vefat etmiş bir kullanıcının hesabından içerik sağlayabileceğini de belirten Youtube, her durumda birincil sorumluluğunun kullanıcıların bilgilerinin güvenli, emniyetli ve gizli kalmasını sağlamak olarak nitelendiriyor. Fakat vefat eden kişinin hesabından içerik kullanması bence ayrıca tartışılması gereken bir konu diye düşünüyorum. Şifreleri veya diğer giriş ayrıntılarını paylaşmayacağını belirten Youtube, vefat etmiş bir kullanıcıyla ilgili isteklerin yerine getirilmesine yönelik kararların yalnızca dikkatli bir incelemeden sonra verileceğini de ekliyor. Bu Google’a bağlı diğer alt uygulamalar için de geçerli (Gmail vb.). Bir sonraki yazıya dek hoşça kalın…  

Nagihan Alan Yiğit