Oscar Wilde. Sadece edebiyatıyla değil, onu tüm çağdaşlarından ayıran kişiliği ve eşcinselliği ile de edebiyat tarihini hayli meşgul etmiş büyük bir yazar. Wilde’ın tarihte bu denli y...

Oscar Wilde. Sadece edebiyatıyla değil, onu tüm çağdaşlarından ayıran kişiliği ve eşcinselliği ile de edebiyat tarihini hayli meşgul etmiş büyük bir yazar. Wilde’ın tarihte bu denli yer bulmasında, kıskanılan keskin zekâsı, rahatsız edici mizahı, sadece birkaç tanesini okumuş olanları bile içeriden sarsan tespitleri kadar, ‘ben dehâmı hayatıma, yeteneğimi yapıtlarıma koydum’ diyerek altını çizdiği hayatının da rolü büyük. İngiliz toplumunun hatırladığı en katı ahlak kurallarının hüküm sürdüğü kraliçe Viktorya döneminde, toplumsal statüsü bir hayli yüksek durumdayken, üstelik evli olmasına rağmen yaşadığı ve hiç çekinmeden çelik gibi arkasında durduğu eşcinsel ilişki Wilde’ın cezalandırılmasına ve sonrasında ölümüne neden oldu. Genç Lord Alfred Douglas ile yaşadığı ilişki Alfred’in babası tarafından öğrenilince ahlaki baskı ve ayrımcılığın yüzyıllardır aşina olduğumuz muamelelerine maruz kalan Wilde, ‘Sodomi’ yaptığı gerekçesiyle yargılandı ve iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. İyiden iyiye itibar suikastine dönüşen dava süreci boyunca, dehâsıyla var ettiği yüksek karakterine zeval getirecek hiçbir geri adım atmayan Wilde, yargıcın ‘bu aşk nedir?’ sorusuna verdiği cevapla sadece döneminin değil  tüm zamanların baskıcı ahlak anlayışına karşı kaydedilmiş (bence) en iyi savunmayı yapmıştır; “Eşcinsel aşk, saf olduğu kadar mükemmel, derin ve ruhsal bir sevgidir. Büyük sanat eserlerine ilham kaynağı olur. Ve bu aşk sadece bu yüzyılda yanlış anlaşılmıştır. O denli yanlış anlaşılmıştır ki, ‘adının geçmesine cüret edilemeyen aşk’ olarak tanımlanmıştır. Bu aşk güzel bir sevgidir, hoştur, en asil sevgi biçimidir. Burada doğaya aykırı hiçbir şey yoktur. Entelektüel bir sevgidir. Dünya bu aşkı anlayamıyor, alay ediyor ve bazen de insanı, sırf bu nedenle suçlu sandalyesine oturtuyor.” Aradan geçen bir asırdan fazla zamana rağmen pek bir şey değişmemiş olsa da, tarihin Oscar’a bu soruyu soranları değil de Oscar Wilde’ı, hem de pırıl pırıl hatırlıyor olması, değerlerden ve inançlardan vazgeçmeden verilen tüm hak mücadelelerinin eninde sonunda kazanacağının bir ıspatı ve nefis bir örneği olarak gözümüzün önünde duruyor.