Ekonomik koşulların yönetimsel boyutu ile artık insanların suya erişimi hakkında temel bir takım anlayış sorunları var oluyor. Sanitasyon, su koruma önlemlerinin tasarlanması, su drenajlarının yeniden değerlendirilmesi ve arazide erozyon önlenmesi ihtiyaçları canlıları ve doğayı eşit önceleyen bir su paradigmasıyla çözülebilir.

Suyun sahnesi dünyadır. Çevresel ve sosyal unsurlarla etkileşimi konusunda yaptığımız araştırmalar ile suyu sahnesinde ele alacağız. Tarihteki akışta suya bakıldığında Thales, Empedokles  daha sonrasında Ortaçağ ve Rönesans düşünürleri tarafından toprak ve ateş gibi önem verilen maddelerden biri olarak görüldüğü anlaşılıyor. Suyun bu sahnedeki rollerine değinelim o halde. SUYUN ROLLERİ Suyun destekleyici, düzenleyici, kültürel ve varlık rolü olmak üzere 4 rolü bulunuyor. Toprak oluşumu ve besin maddesinin taşınması, fotosentez, evaporatif süreçlerle (buharlaşma) klimatik yerel soğutma, sanitasyon ve arıtma, içme suyu temini, tarımsal kullanım, endüstriyel süreçler, tıbbi bitkilerin biyokimyasal büyümesi, göl ve nehirler çevresince yerleşim duygusu suyun rollerinden ileri geliyor. Dünya yüzeyinde bu roller ile birlikte bakıldığınıda yüzde 70,8'i gibi büyük bir kısmını kaplayan sular deniz ve okyanuslardaki sulardır. Deniz ve okyanuslar gezegenimiz için küresel termoregülasyon işlevinin anahtarını tuttuğu gibi, atmosferdeki su da yerel termoregülasyonda önemli bir role sahip. Ancak İspanya, Japonya, İsrail, Kıbrıs, Arap Emirlikleri dışındaki ülkelerde bu sular içilmiyor. Toprağın ikinci çevresindeki sular sadece nehirlerdeki su üzerinde doğal ve yapay rezervuarlarda sabitlenen sulardır ve bizim tükettiğimiz sular bu sular. Kütlenin korunumu yasasına göre kaybolmayan su kütlesi, neden bugün bizim kuraklık dediğimiz kıtlık haliyle miktaren azalmış gibi anılıyor? Sorunun cevabı şu: çünkü içilebilir su niteliğindeki sular azalmıştır çünkü endüstri, maden ve tarımsal tüketimler gibi büyük tüketim payları da bu kullanımda yer buluyor. Keşfedilmemiş ve yanlış anlaşılmış bazen gözden kaçmış, ihmal edilmiş olan topraktaki su (yer altı suyu), nehirlerdeki sudan miktar ve yararlılık açısından daha önemli. Hem sıcaklık hem mineralize içeriği önemli su kalitesi parametreleridir. Üçüncü çevreden gelen bu suyun yardımıyla ikinci çevredeki su varlıklarının dengelendiğini de görüyoruz. Isınan ve kirlenen yüzey suyu yer altı suyundan beslemeler ile dengeleniyor. ESKİ VE YENİ SU PARADİGMALARININ KARŞILAŞTIRILMASI Eski su paradigmasına göre insan faaliyetlerinin ürettiği sera gazlarının hacmindeki büyümenin neden olduğu küresel ısınmanın bir ülkenin kentleşmesi, sanayileşmesi ve ekonomik kullanımının su döngüsü üzerinde minimum etkisi oluyor. Su topluluklara, öncelikle "içilebilir" kalitede su içeren bir şebeke sistemi aracılığıyla sağlanıyor. Yeni su paradigmasına göre ise küresel ısınmadaki önemli bir faktör, ısınmasının neden olduğu su döngüsündeki değişiklik olarak görülüyor. Fakat “bir ülkenin kentleşmesi, sanayileşmesi ve ekonomik kullanımı su döngüsünün etkisi üzerinde temel bir etkiye sahip” (Kravčík,vd 2007) anlayışı suda özelleştirmenin önünü açıp günümüzde canlıların temel gereksinimlerinden olan suya erişimde adil olmayan yaklaşıma dönüşüyor. DOĞAL DENGE NEDEN OLUMSUZ ETKİLENDİ? Zaman geçiyor ve görüyoruz ki ekonomik koşulların yönetimsel boyutu ile artık insanların suya erişimi hakkında temel bir takım anlayış sorunları ortaya çıkıyor. 2000li yıllarda daha fazla konuşulan yeni su paradigması, mevcut ekonomik uygulamaların toplumsal olarak yararlı bir dürtü ve kamusal su yönetimi yapılarak tarım ve ormancılık şirketleri için bir varlık sağladığını düşündürdüğü için özünde varmış gibi gösterilen toplumsal ekoloji yararından kopuktur. (Odih, 2014) Doğada suyun sirkülasyonu büyük ve küçük su döngüleri ile gerçekleşiyor. Örneğin canlılık faaliyetleri ve toprak yoluyla yağmur suyunun karasal akışı hızlanıyor. Beton rantının arttırdığı geçirimsiz tüm zeminler için azalan akış hızını ve döngüde dönüşümsüzlüğü gözlemliyoruz. Toprak yüzeyinde ve bitkilerdeki yetersiz su, güneş enerjisi ile birlikte buharlaşan az miktardaki suyun ardından gizli ısıya dönüşüyor. Zeminin yüzeyi gizli ısıdan dolayı kısa sürede aşırı ısınınca arazideki su arzında artışa neden oluyor. Toprağın sodyum bileşenleri yüzeye yaklaşıyor ve toprağın yüzeyinde artan tuzluluk problemini gözlemliyoruz.  Sıcaklık farklarındaki artış küçük su döngüsünün bozulmasına neden olurken hava koşullarındaki beklenmedik değişimler ise yeraltı suyu rezervlerinde kademeli düşüşe, yer yer daha sık sel baskınlarına, daha uzun kuraklık dönemlerine ve bölgedeki su kıtlığının artmasına neden oluyor. Yağmur suyunun su  döngüsündeki kütle korunumunu sağlamak, sızma ve buharlaşmayı engellememek hem su döngüsünün kara üzerinde doyurulmasını hem de arazinin sulanmasını sağlıyor. Değinmekte fayda olacağını düşünüyorum, hava kirliliğinin oluşmaması yağmur suyu kalitesini ve dolayısıyla toprak ve yer altı suyu kalitesini de fazlasıyla olumlu etkiliyor. Su stresi altındaki yaşam alanlarında bölgenin kısa vadede çözümsüz kalışı suya yakın yerlere göçmeye neden oluyor. Tam tersiyle bazen de otoritelerin su politikalarıyla sular altında kalan yaşam alanlarından da göçülmesi durumu oluşuyor. HES ve baraj yapılarının bölgedeki ısı-nem dengesini bozması canlıların yaşam faaliyetleri açısından oluşan bir diğer problem olarak da yerini koruyor. Yağmur suyunun karada korunması ve bir bölgedeki suyun yalnızca doğal fazlasının iletilmesi, çevresel devamlılığı için gerekli. Bu anlamda alınacak önlemler erozyon önleyici tedbirlerle ilişkilendirilmelidir ki toprak ve su yönetimi entegrasyonu sağlanmış olabilsin. SONUÇ OLARAK Eski su paradigmasının bir takım ekolojik olumsuz sonuçları olduğu gibi alternatifi olarak konulan yeni su paradigmasında da kapitalist sistemin sonuçlarını üstlendiği görülüyor. Yeni su paradigması işverenlere göre basit ve iddiasız ancak ölçeği benzeri görülmemiş işleri yapmaları için alan yaratıyor. Canlıların yaşamı, havzalar için entegre yönetim planlarının hazırlanmasında ve bunların uygulanmasında en önemli payda olmalıdır.  Sadece "sektör" politikalarını teşvik eden yeni su paradigmasında, karasal su varlığı ‘’kaynak’’ olarak görülüyor. Sömürü sistemiyle birlikte ise canlıların ve doğal varlıkların yerel süreçlerden küresel süreçlere etkilenmeleriyle birlikte iklim krizinin artan boyutu yaşamlarımıza dahil oluyor. İçilebilir suyun canlıları önceleyen koşulundan ziyade büyük çoğunluğu özelleştirilmeler ile gasp edilmiş endüstri kullanımında öncelendiğini gösteriyor. Yeni su paradigmasında arazi yöneticilerine önem verildiği için, yeterli su varlıklarının sağlanması, aşırı hava koşullarının en aza indirilmesi ve arazinin sürdürülebilirliği için havza paydaşları kavramı öteleniyor. Nehirden su içemeyen kuşlar, temel yaşam hakkına erişemeyen insanlar, gıda güvenliği gibi pek çok sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Su krizinin neden olacağı iklim göçleri ise bölgeler için yeni imar, altyapı çalışmaları anlamına geliyor. Sanitasyon (halk sağlığı), su koruma önlemlerinin tasarlanması, su drenajlarının yeniden değerlendirilmesi ve arazide erozyon önlenmesi ihtiyaçları doğacağını biliyoruz. İklim krizinin ve aşırı hava olaylarının azaltılmasında canlıları ve doğayı eşit önceleyen bir su paradigması potansiyel çözüm olacaktır ve toplumsal-ekolojik yaklaşımıyla bağlantıları doğal döngünün devamlılığını sağlayacaktır. Kravčík, M., Pokorný, J., Kohutiar, J., Kováč, M., & Tóth, E. (2007). Water for the recovery of the climate–A new water paradigm. Odih, P. (2014). Watersheds in Marxist Ecofeminism. Cambridge Scholars Publishing. Salleh, A. (2010). A sociological reflection on the complexities of climate change research. International Journal of Water, 5(4), 285-297. Salleh, A. (2016). Climate, water, and livelihood skills: A post-development reading of the SDGs. Globalizations, 13(6), 952-959. Salleh, A. (2018). Rethinking climate politics in the vernacular. Arena Magazine (Fitzroy, Vic), (155), 18.