18.yüzyılda suçlular için akıl almaz gözetleme ve iktidar oluşturma alanıydı panoptikon. Gözetleme kulesi memurları, hücreleri en transparan şekliyle görür, mahkuma bu hücrelerde mahrem tek bir metrekare bile bırakılmazdı. Bu sert pornografi günümüzde de değişmedi. Ama bir farkla! Artık dijital çağın hücreleri sosyal medya hesapları ve hepimiz istisnasız en mahremimizi rızamızla gözler önüne seriyoruz. Jeremy Bentham’ın mahkûmu da gözetleme memuru da dijital panoptikon çağında artık bizleriz. İktidar mı? Bence sayemizde o da en altın çağını yaşıyor…

Dünyaya gözlerinizi açtığınız ilk anları hayal edin. Tertemiz bir zihin, en saf özgürlüğüyle tamamen bize ait, tam olarak kendimiz gibi. John Locke’un da tanımladığı şekliyle bir Boş Levha-Tabula Rasa-. Sonra içinde bulunduğumuz toplumla kültürlenmeye başladıkça yavaş yavaş bu boş levha, Benjamin Hoff’un değimiyle de İşlenmemiş Blok, zihnimize empoze edilen etiketlerle, kimlikler, ilişkiler, doğrular, yanlışlar, kurallar ve ahlak çemberinde sıkışır kalır. Olmak istediğimizle olduğumuz arasında koca bir çaresizlik girdabına tıkılır kalırız. Toplumun, düşünce dünyamızda yarattığı, saf özgürlüğümüzün üzerine, içimizin en ücra köşelerine inşa ettiği bu panoptikon kıskacı her defasında yakalar bizi. Ne zaman bir yol ayrımına gelsek ve tüm ortak ahlak kavramının dışında tam olarak özgür irademizle bir seçim yapmaya yeltensek “tanrıya, dine, ideolojiye, ülkeye ya da ailene ters” diye seslenmiştir içimizdeki panoptikon bize. Peki bu, topluma bağımlı, aşırı uyum hastalığı ve beraberinde gelen bireyin ölümü sorununu nasıl aşmalı? Kuşkusuz Panoptikonu tasarlarken Jeremy Bentham bile bu kadarını tahmin etmemişti.

PANOPTİKON SADECE BİR İNŞA MODELİ DEĞİL

Panoptikon, İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham'ın 1785 yılında tasarlamış olduğu hapishane inşa modeli. Bentham bu tasarımıyla yüzde yüz gözetlenebilecek tamamen transparan bir hapishane inşa etmişti. Bütünü (pan-) gözlemlemek (-opticon) anlamına gelen bu tasarım birkaç katlık tek odalı hücrelerden oluşan bir halka üzerine kurulmuştu. Her hücre bu halkanın iç kısmına bakacak şekilde açık tasarlanmıştı ve halkanın dış cephesindeki duvarda birer pencere bulunuyordu. Halkanın ortasında ise tamamen saklanmış konumdaki gözlemcilerin kaldığı bir nöbet kulesi yer alıyordu. Panoptikon, tek odalı hücrenin içinde mahkûma saklanacak hiçbir yer bırakmadı. Mahkûmun tek mahrem alanı olan “karanlık alanı” bile esirgemişti ondan. Dış cephedeki duvarın penceresinden gelen doğal ışık, kuledeki nöbetçilere mahkûmun her hareketini izleme olanağı veriyordu. Bentham'ın yaklaşımına göre, mahkûm gözlemlenen her yanlış davranışının ceza getireceğini biliyordu ama davranışlarının aslında ne zaman gözlemlendiğini de bilmiyordu. Bu bilinmezlik durumu mahkûmda her an izleniyormuşçasına davranmasına sebep olacak otokontrollü davranışları geliştiriyor böylece mahkûm bizzat kendi hareketlerini kollamak durumunda kalıyordu. Bu tecrit edici görünürlüğün ilk modellerinden biri 1751 yılında Paris askeri okulunda, yatakhaneler konusunda uygulamaya konuldu. Her bir öğrenciye camekânlı bir hücre tasarlandı ve her an her hareketleri görülebiliyordu. Bu size de sosyal medya hesaplarındaki konumumuzu anımsatmadı mı? Ayrıca, berberin yatılı okul öğrencilerinin hiçbirine fiziksel olarak dokunmadan saçları tarayabilmesi için de yapılan bir tür pencere deliğinden öğrencinin başı dışarı çıkarılıyor, gövdesi camlı bir bölmenin ardında kalıyordu. Öğrenciler adeta cam fanus içindeki bir balık gibiydi… Buradan hareketle aslında Bentham’ın Panoptikon'u “bir üst aklın gücü elde etmesinin yeni bir modeli” olarak ifade etmesinin nedenini daha iyi anlıyoruz kuşkusuz. Öyle ki, Foucault, “Gözetleme sorunlarını çözmeye uygun, bir iktidar teknolojisidir bulduğu” der Bentham’ın Panoptikon’u için.

BÜYÜK KAPATILMA İÇİMİZDE!

Duccio Trombadori de, panoptik yapılanmayla ilgili çok güzel bir analiz yapıyor ve diyor ki,İnsanlar öznesi haline geldikleri deneyimlerin içerdiği normlara göre davranarak kendilerini sınırlar. Sözgelimi hapishanenin asıl işlevi suçluları ıslah etmek değildir. Suçu sorunsallaştırarak suça eğilimlilik adı altında öznel bir deneyimin kurulması yoluyla, suçlu olarak tanımlananların dışındaki insanları bu deneyimin normlarına göre koşullandırmaktır. Büyük kapatılmanın gerçekleştiği asıl mekân insan ruhudur.” İktidarın asıl amacı toplumu her daim panoptikon ile gözetlemek değil, birey üzerinde belli bir süreliğine yapılacak gözetim sonucu, onu kendi kendisinin panoptikonu hâline getirmek. Böylece “iktidarın gözü” artık bireyin içinde yaşamaya başlar. Zihinsel düzlemimizin tam ortasında kişinin bedensel görünüşünü ve düşüncelerini dizginleyip, biçimlendirebilen bir kule yaratılmış olur. Panoptikonun insanın içine yerleşmesi demek aynı zamanda bireyin yok olduğu anlamına gelir. Kişi artık sürekli olarak kendi hareketlerini gözlemlemeye, kısıtlamaya ve kurallara uygun şekilde koşullanmış davranışta bulunmaya başlar. George Orwell’ın 1984’ünde ifade ettiği şekliyle kişinin kendi kendisine Büyük Biraderlik etmesi panoptisizmi başarılı kılar. Panoptikon işte böylece varlığını sezdirmeden kişiyi etki altına alır. Şu ana dek anlattıklarım ürkütücü ama yabancı gelmedi değil mi? Bunu günümüz dünyasında hatta biraz daha mikro ölçekte sınırlandıracak olursak günümüz Türkiye’sinde örnekleriyle görmek elbette mümkün. Bu örnekleri sıklıkla halka mikrofon uzatılan sokak röportajlarında görürüz. Hatırlayın, bir sokak röportajında hainlik ithamlarında bulunan sokaktan geçen kadını tehdit ederek “155”i ararım diyen yaşlı amcadan, Silivri soğuktur diyerek tehditler savuranlara, Avrupa’nın A’dan Z’ye tüm imkanlarından yararlanmış fakat kültür şokunu bir türlü atlatamamış, kimliğini bir türlü bulamamış ve bulunduğu yere bir adım olsun uyum sağlayıp yaklaşamamış kimi gurbetçiler… İşte bu kişiler, panoptikonun içine kule kurduğu kişilerdir. İktidar adına kutsal bir görevin bayrağını taşırcasına hareket eden bu kişilerin bireysel ölümlerinin ruhsal düzlemde gerçekleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır sanıyorum.

BENTHAM’IN YENİ HÜCRELERİ: SOSYAL MEDYA HESAPLARI

Kişinin gönüllü olarak benliğinin ifşasını gerçekleştirdiği son aşamada ise sosyal medya platformları karşımıza çıkıyor. Gözetlemenin aşikar şekilde gerçekleştirilebildiği ve bu eylem iktidar tarafından gerçekleştirilirken bir zorlamanın olmadığı tamamen rızanın üretildiği alanlar. Çünkü kişiler artık tüm yaşamlarını gösteri dünyasında bir piyes misali bu platformlarda yayınlayarak, “Dilediğin kadar izleyebilirsin, çünkü ben de seni izliyorum” mesajını veriyor. Bu platformlar için ‘sosyal panoptikon’ kavramını kullanmak yanlış olmayacaktır. Keza Bentham’ın hapishane hücreleri artık bireylerin gönüllü olarak ifşalarını sundukları birer sosyal medya hesaplarına dönüştü artık. Hücreleri izlemek için ise artık özel bir kuleye ve bir çabaya gerek yok, çünkü artık kule de mahkûm da bizleriz. Bu ilk yazımda sürç-i lisan ettiysem affola. Niyetim biraz olsun içimizde öldürdüğümüz ya da hala can çekişen o özgür kurta kulak vermeyi sağlamak, panoptikona karşı derinlerimizde el uzatmamızı bekleyen mücadeleci özü diri tutmaktı. Bir sonraki yazıya dek, kendiniz kalın, sağlıklı kalın, hoşça kalın…  

Nagihan Alan Yiğit