Küresel salgına rağmen İsrail işgal ordusu, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde olağan zulmüne devam ediyor. Koronavirüsün giderek daha fazla insanı etkilediği koşullarda Filistin, karşısında bir de kadim düşmanı İsrail işgal ordusunu buluyor.

Teyit edilmiş COVID-19 ve yeni tip koronavirüs vakalarının sayısı, son açıklanan verilere göre İsrail’de 16000’i geçti. İşgal ve pandemi altındaki Batı Şeria’da bu sayı 400’e yaklaştı. Bugüne dek virüs sebebiyle 238 İsrailli, Batı Şeria’da 4 Filistinli öldü. İsrail’in evleri yıktığı, gece baskınlar düzenlediği, çocukları keyfi olarak gözaltına aldığı, sivilleri sürekli taciz ettiği koşullarda Filistinliler; bir yandan da sosyal mesafe, evde kalma, karantina ve hijyen koşullarına uyma gibi tedbirleri almaya çalışıyorlar. Geçtiğimiz günlerde Electra Intifada Gazetesi’nden öğrendiğimiz üzere İsrail işgal ordusunun bürokrasideki kolu olan Sivil İdare’nin denetiminde Batı Şeria’da bulunan Ürdün Vadisi’nin kuzeyinde İsrail işgal ordusu bazı binaları yıktı, çadırlara hatta jeneratörlere el koydu. Mevcut binalardan bazılarını da ele geçirdi ve buraları sahra hastanesine ve ilk yardım merkezlerine dönüştürdü. B’Tselem isimli İsrail insan hakları örgütü ise bu operasyonlar sonrasında şöyle bir açıklama yapıyor: “Eski alışkanlığına uygun olarak İsrail, Batı Şeria’daki arazilerin yakılacağını veya buraların askerî bölge olarak kullanılacağını söylüyor ama sonrasında bu bölgelere el koyup bu arazilere yasadışı yerleşimlerinin kurulması için fırsat kolluyor.” Öte yandan İsrail, bir yandan da Doğu Kudüs’te bir dizi mahalleyi kapatıp buralarda yaşayan on binlerce Filistinliyi şehrin geri kalan kısmından tecrit etmeyi düşünüyor. Kudüs’te insanların eşitliği için çalışan İsrail örgütü Ir Amim bu yeni nesi tecride dair şu açıklamayı yapıyor: “Mahallelerin kapatılması durumunda orada yaşayan ve tüm temel ihtiyaçları konusunda zaruri olarak şehre muhtaç olan insanların şehirle bağlantıları tamamıyla kopacak ki bu da muhtemelen paniğe ve huzursuzluğa yol açacak. Böylesi bir tedbirin bir adım sonrası, İsrail’in bu mahalleler ile Kudüs arasındaki bağı resmi düzeyde kopartmak için Kudüs şehrinin belediye sınırlarını yeniden çizme planını yürürlüğe koyması olacak.” Bu açıklamalar bize gösteriyor ki İsrail koronavirüsü, bu mahalleleri Kudüs’ün geri kalan kısmından kopartmak için bir bahane olarak kullanabilir (Daha önce İsrail’in buna benzer politik mühendisliklerine çok sık rastladığımızı hatırlatmak gerek).  Oysa Filistin coğrafyasında sık rastladığımız tezatlardan biri olarak Dünya Sağlık Örgütü tarafından teyit edilmiş yeni tip koronavirüs vaka sayısına baktığımızda, İsrail’in tecrit etmeyi düşündüğü bu mahallelerdeki hasta sayısı İsrail’deki hasta sayısından çok çok düşük. Uzun zamandır dünyadaki en büyük açık hava hapishanesi olarak anılan, sahil şeridine sıkışmış bir şehir olan Gazze, 2007’den beri İsrail’in yoğun kuşatması altında. İsrail, şehrin hava ve deniz sahasını kontrol altında tutuyor, kara sınırları hem İsrail’in hem de Mısır’ın kontrolünde. Hak isimli Filistin insan hakları örgütünün tespitine göre “Gazzeliler, küresel COVID-19 salgınından en fazla zarar görecek halk.” Şehirde su sıkıntısı ve atık tahliyesi konusunda ciddi sorunlar yaşanıyor. Dünya Su Konseyi verilerine göre Gazze’de insanların tüketebileceği suyun oranı, toplam su kaynaklarının yüzde dördünden az. İsrail’in uzun süredir şehri abluka altında tutuyor olması sebebiyle Filistinliler, salgının etkilerine mâni olma ve salgına karşı hijyen tedbirleri alma imkânlarından mahrumlar. İsrail, eskiden olduğu gibi bugün de Gazze dışında tedavi görmek isteyen birçok Filistinliye izin vermiyor veya izinleri geciktiriyor. B’Tselem örgütünün tespitiyle, “Sağlık altyapısının zaten çöküşün eşiğinde olduğu Gazze’de patlak verecek bir virüs salgını tümüyle İsrail’in yol açtığı krizi büyük bir felâkete dönüştürecek. Bununla birlikte tıbbi bakıma ihtiyaç duyan insanlar için Gazze dışına çıkma ihtimali pandemi sürecinde daha da imkânsızlaşıyor.” Gazze’de bulunan Filistin Kızılayı başkanı Dr. Mona Farra şehirde yatak, koruyucu ekipman, tıbbi malzeme ve test kiti sıkıntısı bulunduğunu söylüyor ve ekliyor: “Yeterince kitimiz yok, şu ana kadar elimize iki yüz kadar teşhis kiti geçti. Bugün 2.500 kişi karantina altında ve hepsine test yapılması lazım.” Bunca yerel ve uluslararası tepkiye rağmen sessiz kalan İsrail Hükümeti ve Sağlık Bakanlığı, soğuk algınlığı ve solunum semptomları gösteren kişilerin evlerinden çıkmasını yasaklıyor ve semptom gösteren insanların sağlık durumları kötüleştiği takdirde ulusal ambulans sistemi (MDA); ya evde muayene ya da hastanede müşahede önerisinde bulunuyor. İsrail’deki Filistinlilerin haklarını savunan Adalet Örgütü’nün son raporundan öğrendiğimiz gerçekse Nakkab bölgesinin güneyinde yer alan Filistinli Bedevi köylerinin MDA’ya erişme imkânı bulunmuyor. Yine bu raporun son cümleleri ne yazık ki can yakar cinsten: “İsrail yıllardır rutin sağlık hizmetleri ve acil tıbbi hizmetler sağlama noktasında esas olarak ihmal ve ayrımcılık siyaseti güdüyor. Koronavirüs krizinin yaşandığı koşullarda bu devlet politikası, Filistinlilerin ve tüm halkın tehlikeyle yüzleşmesiyle, birçok ölümle sonuçlandı. Sayıları kestirmek çok zor. Dünyada Koronavirüsten en fazla zarar görecek halk Filistinliler…” Tüm bunlara rağmen Birleşmiş Milletler sessizliğini koruyor. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde dahi modern sağlık sistemlerini iflasa sürükleyen pandemi nedeniyle Filistinlilerin yaşayabileceği büyük trajediyi varın siz düşünün…