Salgın süreciyle birlikte modern kapitalizmin birçok ülkeye yaklaşık bir asırdır dayattığı astarı yırtılmış sağlık politikalarını, çürütülmüş ekoloji politikalarını, acımasız ekonomi politikalarını, vahşi militarist politikalarını ve bu politikaların sonuçlarını dünya genelinde yüz binlerce insanın ölümüne tanıklık ederek daha iyi kavrıyoruz.

Tüm dünyada ilgili bilim insanlarının pandemiyi sonlandırmak için aşı ile ilaç çalışmaları devam ederken enfeksiyon ve halk sağlığı uzmanları da koronavirüsün bulaşını önlemek amacıyla yer yer spekülatif olmak üzere çeşitli açıklamalar yapıyorlar. Bu açıklamalarda ülke devlet başkanlarının cilde enjekte edilebilen dezenfektan gibi absürt fikirlerine de tatil aşkıyla gönüllü / zorunlu karantinada bitap düşenlerin deniz suyundan virüs bulaşına ilişkin meraklarına da aynı ciddiyetle yanıtlar getirmeye gayret ediyorlar. Bu alışılagelmişin aksi gündemimizin son konusu da: “Virüs, parayla olan temastan bulaşır mı?” - “Evet, bulaşır.” Peki; paradan, virüs bulaşır mı? Pandemi sonrası ekonominin, eğitimin hatta insani ilişkilerin bile değişeceğine; eskisi gibi olmayacağına dair yaygın kanı malûmumuz. Akıl süzgeçlerimizden kolaylıkla sızan bu düşünce, gerçeği mi yansıtıyor yoksa olmasını istediklerimizi mi; bugünden kestirmek zor görünüyor. Muhakkak değişecek birçok şey olacaktır ancak bu değişimin emekçi insanlara kazanımını bugünün şartlarının kapitalizm apaçıklığı çerçevesinde yine bu emekçilere kaybettirdikleri bağlamıyla mevcut trajedinin sorumlularını bilerek değerlendirmek gerekiyor. Kapitalizm, rekabeti; rekabet de daha fazla kârı doğuruyor. Liberal perspektiflerle masumlaştırılmaya gayret edilen kapitalizmin, kârı maksimize etme kaçınılmazlığı kapitalistlerin kârını emekçilerin ve bir bütün olarak insanlığın üzerinde konumlandırmasına sebep oluyor. Bu tehlikeli hırs mülkiyet sahiplerini; emekçilerin tehlikeli koşullarda, ücretsiz izinlerle, fazla mesailerle ve güvenli üretim süreçlerinden yoksun olarak çalıştırılmasına teşvik ediyor. En nihayetinde; emekçilerin ceplerinden, zamanlarından, ruh ve beden sağlıklarından, topyekûn yaşamlarından çalınıyor. Salgın süreciyle birlikte modern kapitalizmin birçok ülkeye yaklaşık bir asırdır dayattığı astarı yırtılmış sağlık politikalarını, çürütülmüş ekoloji politikalarını, acımasız ekonomi politikalarını, vahşi militarist politikalarını ve bu politikaların sonuçlarını dünya genelinde yüzbinlerce insanın ölümüne tanıklık ederek daha iyi kavrıyoruz. Salgında yaşamını yitiren insanların ölüm belgelerinde ölüm sebebi olarak her ne kadar Covid-19 yazıyor olsa da hepimiz bu romandaki gerçek katili tanıyoruz. Her gün bu katille defaatle karşılaşıyoruz. Hem kapitalizmin hem de transatlantiği neoliberalizmin yeni nesil sloganını her gün kulaklarımızda acı acı işitiyoruz:   “Ya çalışıp salgından öleceksin ya da çalışmayıp açlıktan öleceksin!” Kapitalizmin insan hakları temelli bir diğer sonucu olan iklim değişikliği ile Covid-19 ilişkisi bugün ne yazık ki göz ardı ediliyor. Küresel ısınmanın artışı üzerinde durulmuyor. Yüz büyük şirketin ve askeri-endüstriyel kompleksin bu süreçteki rolü incelenmiyor. Bu gerçekliğin yakın gelecekte yeni hastalıkların ve yeni hastalık ajanlarının ortaya çıkışını hızlandıracağını yönetim erkleri göremiyor. Kışlar kısalıyor, su döngüleri değişiyor, yabani hayatın takip ettiği göç yolları insanların yaşadıkları yerlere yakınlaşıyor; tüm bunlar kapitalizmin ekolojik tahribatı neticesinde emekçi insanlığın yeni hastalıklarla yüzleşme riskini artırıyor. Bütün analizler bariz şekilde gösteriyor ki salgın koşullarını yaratan, bizâtihi kapitalizmin kendisi. Bu noktada kapitalizmin bulduğu “çözümler” in kifayetsiz olduğunu ve temelde krizi derinleştirdiğini görmemiz gerekiyor. Bu çözümler maalesef hastalıkların ve ölümlerin artması dışında bir anlamdan öteye varmıyor, varamıyor.  Kapitalizm de artık anlam değiştiriyor ve koronavirüsün kesintisiz biçimde yayıldığı sürecin ana kuluçka merkezi olarak anılıyor. Koronavirüsün de ortaya çıkardığı biçimiyle sağlık ve refah düzeyimiz konusunda daha fazla toplum temelli bir analize yönelmemiz gerekiyor. Unutulmamalıdır ki emekçiler, kolektif güçlerini kullanarak en kötü pandemik senaryoları dahi önleyebilirler ancak bunu başarabilmek için hepimizin birbirimize, doğaya, bizi kuşatan toplum ve çevreye bağlı olduğumuzu kavrayarak kapitalizmin bizlere paradan virüs bulaştırmasına izin vermememiz icap ediyor. Son tahlilde çözüm ise sanıldığından çok daha basit bir noktada şekilleniyor: “Gelecekte -iklim değişikliğinin neden olabileceği gibi- benzer kıyımlardan kaçınmak için kârı insan hayatının önüne koyan bir ekonomik ve politik sistemin ötesine geçmek.”