Her gün yeni gündemler, yeni gelişmeler oluyor. Bazı günler bu gündemler saatlik olarak bile değişebiliyor. Bir gün Boğaziçili öğrenci ve akademisyenlerin sorunlarını konuşurken hemen sonraki gün İstanbul Sözleşmesi gündemini kucağımızda buluyoruz. Tam onu konuşalım derken hop işçi emekçilerin büyük sömürüsü ile karşı karşıya kalıyoruz. İşçiler sömürüye karşı, demokratik toplu sözleşmeler için alanlara çıkıyor. Onları konuşalım, yazalım derken bir bakıyoruz ki; HDP'ye, Kürtler'e yönelik yeni saldırı dalgaları başlıyor ve örgütleniyor. HDP'li milletvekillerine saldırılar oluyor, HDP'lilere yönelik linç kampanyaları başlıyor.
Sonra daha bu gündemi konuşmadan siyaset içinde bambaşka gelişmeler oluyor. “6'lı masayı mı konuşalım, AKP-MHP içindeki derin hesaplaşmayı mı konuşalım? 3. Yol İttifakı içerisindeki tartışmaları mı konuşalım?” diye kendi içimizde bir tartışma yaparken başka can alıcı bir gündem çıktı karşımıza. Mülteci karşıtlığı gündemi de aslında yeni bir gündem değil. Yıllardır alt yapısı hazırlanıyordu. Bir atasözü var ya, "Sakla samanı gelir zamanı" diye.
İşte tam da bu mülteci meselesi bugünler için hazırlandı ve demlenmeye bırakıldı. Şimdi seçim zamanı geldiği için de tekrar karşımıza çıktı. Mülteci meselesini konuşalım, yazalım dedik bu defa da spor içerisindeki kavgalar, İmamoğlu'nun Ali Koç'u hedef alması, Fenerbahçe-Trabzonspor kavgası falan fistan...
Uzun bir süredir yazmıyorum, ama aslında TV programları ile görüşlerimi dile getiriyorum. Tabi hiçbir şey yazmanın yerini tutmuyor. Açıkçası ben de yazmayı tercih edenlerdenim. Bundan sonra daha düzenli bir şekilde gündemdeki gelişmeleri yazmaya yorumlamaya çalışacağım.
Bu yazımda kısaca artan mülteci karşıtlığını değerlendirmeye çalışayım. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ bu kampanyanın başını çekiyor. Arkasına da bazı medyatik kişiler ile sosyal medya fenomenleri takılmış durumda.
Bu mülteci meselesini kamuoyu önünde tartışanların yüzde 90'ı aslında mülteciliğin, göçmenliğin, sığınmacılığın ne olduğunu da bilmiyor. Tamamen gaza gelip tahriklerle paylaşımlar yapıyorlar. Türkiye'de tek bir evi ve bir karış toprağı bile olmayanlar “Mülteci istemiyorum” deyip bağırıp çağırıyor. Yaşadıkları sorunun sebebi olarak da mültecileri görüyorlar. Hayır sevgili yarı vatandaş. Senin yaşadığın sorunun sebebi mülteciler değil. Senin yaşadığın sorunun sebebi seni evsiz ve topraksız bırakan hükümet politikalarıdır. Senin yaşadığın sorunun sebebi Türkiye'de her şeyi özelleştirerek satanlardır. Senin yaşadığın sorunun sebebi aile bireylerini ekonominin başına getirenlerdir.
Senin yaşadığın sorunun sebebi ihalelerin kısıtlı bir kesime pay edilmesidir. Senin yaşadığın sorunun sebebi antidemokratik uygulamalardır. Senin yaşadığın sorunun sebebi, çatışma politikası ve kayyumlardır. Senin yaşadığın sorunun sebebi, Türkiye'nin dış politikasıdır. Türkiye'nin Afganistan'la askerinin ne işi var diye sordun mu? Evet, sana “milli güvenlik” sorunu olarak anlatıldı. Sen de televizyonlarda çıkıp kendilerini “güvenlik” ve “terör” uzmanı olarak tanıtanların söylediklerine inandın. Bir kere bile inanmamayı, sorgulamayı tercih etmedin.
Bir denesen belki bir şeyler değişir. Benden sana tavsiye, şu an bile sorsan belki kendi açından bir şeyleri değiştirebilirsin. Emin ol Türkiye'nin Afganistan’da olmasının Türkiye vatandaşlarına sağladığı tek bir fayda bile yok. Emperyalist ülkeler istediği için Türkiye askerlerini oraya gönderdi ve size de bir şekilde yutturdular. Ama Afganistan’daki cihatçı grupların kimler tarafından desteklendiğini, ya da Afganistan'daki cihatçı gruplarla başka grupların akrabalık ilişkilerini incelediğinde bazı ipuçlarına ulaşabileceksin. Ama bunun için önce her söylenene inanmayacaksın.
Türkiye askerleri Afganistan'da ve Afganlar da Türkiye'ye geliyor. Türkiye'ye gelirken de sınırlarda bir sorunla karşılaşmıyorlar. Örneğin, İran üzerinden Türkiye'ye nasıl geliyorlar, diye bir sormak istersen de ben senin yerine bir soru işareti bırakayım buraya. Bu politik tarafı. İnsani tarafında ise eğer birileri savaştan kaçıp canını kurtarmak için bir yere sığınıyorsa bunun uluslararası güvenceleri var ve can güvenliğini sağlamak zorundasın.
Afganistan ile yapılan ticari anlaşmalar. Afganistan'daki havaalanı inşaatları, oralarda başka yıkılan yapıların inşaatları, ihaleler Türkiye'den kimlere sipariş ediliyor onları da birazcık düşünün. Bunların hiçbirisinin sebebi Afganistan'dan buraya gelen gariban gençler değildir.
Suriye için de aynı durum geçerlidir. Türkiye askerleri uzun yıllardır Suriye içinde yer alıyor. Kürt karşıtlığı ve fobisi Suriyeli 6 milyondan fazla insanın Türkiye'ye gelmesine neden oldu. Türkiye, Suriye'nin içişlerine karışmasaydı ne olurdu? Sizi kandıran Türkiyeli manipülasyoncuların tezi şu; Türkiye'nin komşusu bir Kürt devleti kurulur. Terörizm Türkiye'ye komşu olur. Bu da Türkiye açısından kötü bir durum olur.
Evet onların tezi bu şekilde. Peki bu tezleri savunanlara birazcık şüphe ile yaklaşmayı denediniz mi? Mesela Türkiye'nin güneyinde bir Kürt devlet komşusu var. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi. Bütün dünya tanıyor. Resmi bayrağı var, resmi dili var. Başkenti var. Başbakanı var. Irak devleti bile resmen tanıyor. Aslında Türkiye Cumhuriyeti de resmen tanıyor. Türkiye'nin en fazla ekonomik işbirliği yaptığı ülkelerden biri.
Türkiye ile Irak Kürdistan hükümeti arasında 20 yıldır tek bir kurşun bile atılmadı. Hiçbir savaş yapılmadı. Türkiye'deki iktidarın muhalefet ile yaptığı söz düeolarından daha düşük seviyede tartışmalar dışında hiçbir şey olmadı. Peki hiç sordunuz mu Irak'tan Türkiye'ye ne kadar mülteci geldi? Demek ki isteyince kavgasız, dövüşsüz komşu olarak yaşanabiliyormuş.
Türkiye'nin bir başka komşusu Ermenistan. On yıllardır büyük bir düşmanlık politikası var. Peki bunun kime ne faydası oldu. İşte şimdi sınırlar açılıyor. Erdoğan, Ermenistan Başbakanı ile görüştü ve ekonomik işbirlikleri yapılıyor, sınırlar açılıyor. Ana akım medya tahrik etmediği için de kimse sokaklara çıkmıyor. Benzer durum Yunanistan ve diğer komşu ülkeler için de geçerli. Türkiye eğer Suriye'deki iç savaşta taraf olmasaydı, daha barışçıl bir politika izleseydi.
Oradaki cihatçı gruplara daha mesafeli davranabilseydi iç savaş çok daha hızlı bir şekilde çözülür ve 6 milyon Suriyeli de vatanlarında kalırdı. Bir tarafı sevmediğiniz için karşı tarafı güçlendirmek için ülkenizden her türlü ekonomik çıktıyı yaparsanız o ekonomik geri dönüşler olmaz ve bir yerden sonra da ülkenizde para kalmaz. Para kalmayınca da memurla işçi ile kavga edersiniz. Esnafla kavga edersiniz.
Hiçbirine insanca bir yaşam imkanı sağlayamazsınız. Dış politikada yediklerinizi iç politikada çıkartmakta zorlanırsınız. Sonuçlarını da yine size inanmaya zorladığınız halktan çıkarırsınız. Ekonomi bozulur, güven ortamı bozulur, gerginlikler artar. Hıncınızı ülkenizin dış politika yanlışlıkları yüzünden ülkenize gelen insanlardan çıkarmaya çalışırsınız. Öfkenizi yanlış yere yönlendiriyorsunuz. Sizi evsiz bırakan da, kiraları yükselten de, zam üstüne zam yapan da, sizi işsiz bırakan da bu iktidarın politikalarıdır. Bilinçli olarak kışkırtılan mülteci karşıtlığı ile hedef nedir?
AKP-MHP'ye bakarsanız mülteciler ancak istediği zaman gönderilmeli. Bu işler dünyanın hiçbir yerinde bu şekilde olmuyor. Zaten Türkiye'deki iktidar da dünyanın hiçbir yerindeki iktidarlara benzemiyor. 20 yıldır iktidarda olan bir parti, 20 yıldır muktedir olmanın bütün nimetlerinden faydalanan bir parti kolay kolay bırakmak istemez. 2015 dönemini herkes hatırlayacaktır. Haziran seçimlerinde AKP seçimi kaybetti ama devretmek istemedi.
Ardından ülkede 3-4 ay çok ciddi bir kaos ortamı oluştu. Bu kaosun ardından AKP çok yüksek bir oy oranı ile tekrar iktidara geldi. Yeniden benzer bir süreç olur mu bilemem. Ama bu süreçteki dinamiklerle 2015 sürecindeki dinamikler çok farklı. Ne AKP o süreçteki kadar güçlü ne de muhalefet o süreçteki kadar zayıf. Çok fazla dağılmış bir iktidar var ve çok ciddi birlik olmaya çalışan bir muhalefet var. Artık AKP sadece Erdoğan'dan ibaret değil. AKP artık Soylu ve Bahçeli'den de ibaret. Dolayısıyla AKP ile ilgili bir kararı artık Erdoğan tek başına veremiyor. Ve artık Siyasete ilk başladığındaki yakın dostları, kardeşleri (Abdullah Gül), damadı da yanında değil. Dolayısıyla Erdoğan tarihinde hiç olmadığı kadar yalnızlaşmış durumda. Bu yalnızlık ya bir gidişin habercisi olacak ya da daha da sertleşmenin habercisi olacak.
Ama artık bu gidişattan 2015 öncesi gibi demokratik hamlelerin olacağı bir süreç çıkmaz. Türkiye'de bazı güçler birçok odağı harekete geçirmiş durumda. Mültecilerden, HDP'nin kapatılması tartışmasına, Canan Kaftancıoğlu kararına, spor içerisindeki yapılanmaların pervasızca hareket etmesinden, ekonominin dibinin de dibini görmesine kadar her alanda ciddi bir çöküş ve tahribat var. Muhalefet bu tahribatı asgari düzeyde kapatıp seçimleri kazanabilmenin peşinde.
Bir tarafta ise seçimin olup olmayacağı endişesi var. Bu endişeyi taşıyanların oranı hiç de azımsanmayacak düzeyde. Muhalefetin bu endişeleri de bitirecek politikalar yapması gerekiyor. Muhalefet bu adımları atarken çok cesur olmalı. Eğer korkarak siyaset yaparsa seçmen de korkar. Oluşabilecek ciddi bir korku iklimi de sadece iktidara yarar.