Doğa her zaman sürprizlerle doludur. Bizim böyle bir doğa romantizmimiz vardır. “Balta girmemiş ormanlar” vardır mesela. Egzotik bitkiler, hayvanlar, zehirli yılanlar, kurbağalar… Ancak özel teçhizatları ile bu “doğa”nın içine giren BBC ya da National Geographic belgeselcilerinin kamerasından izlediğimiz bir “doğa” işte.
Bu netameli ve “sahipsiz” doğa ancak Robin Hood gibi eşkıyaların barınabileceği kadar vahşidir. Şehirde barınamayan suçluların, meczupların ve tabi içine şeytan kaçmışların sığındığı bir yerdir. O yüzden evden çok uzaklaşmamak gerekir.
Bu evimize, kentimize, kültürümüze “teğet geçen” doğa tasavvurunun üretilmesinin bir tarihi var.
Fakat bir süredir, bu “teğet doğa” birdenbire “insanlık tarihi”ni “tehdit etmeye” başladı. Uzayda yolculuk planları yapan, Mars’ta ve milyarlarca ışık yılı uzaklığındaki galaksilerde yaşam belirtisi arayan, bu arada da süpersonik savaş uçakları, yapay zeka, insansız hava ve kara silahları, yeni nükleer silahlar geliştirmek için milyarlarca dolar harcayan büyük uygarlığımızı “tehdit ediyor.”
“İklim krizi,” “SARS,” “MERS,” bir yıldır binlerce insanın ölümüne neden olan, şehirlerimizde evlere kapanmak zorunda bırakan “Covid-19”… Fırtınalar, tayfunlar, hortumlar, aşırı sıcaklar…
Her kriz, bazıları için her zaman “Allah’ın lütfu”dur. Onlar krizi fırsata çevirir. Covid-19, her ne kadar işçiler ölümüne çalıştırılmaya devam edildi ise de, “Allah’ın lütfu” olmadı, ekonomiyi “teğet” geçmedi. Acz içindeki hükümetler, gene de eylem yasakları, eve kapatmalar gibi uygulamalarla siyasi araç olarak kullanmayı başardılar. Ama ekonomik olarak kaybetmekten kaçamadılar. Zaten borçluluk krizi ve kredi bulup “ekonomiye can ver”ememekle uğraşırken…
Covid gibi global krizden sonra şimdi de “nur topu” gibi müsilaj krizi çıktı geldi başımıza bela oldu. Bu teğet geçmedi. Tam turizm sektörünün canlanması için “Enjoy, I’m vaccinated” maskelerimizi takmış, “Sıcak denizlere inmek isteyen” Rusya’nın uçuşları başlatması için üst düzeyde görüşmelerde ilerleme sağlanmışken… Olacak iş mi!
İktidar hayatında görülmemiş bir çeviklikle yüzlerce “bilim insanı” ve kurumla toplantılar yaparak “Marmara Denizi Eylem Planı” oluşturdu, hem de Marmara Denizi Eylem Planı Koordinasyon Kurulu kurdu. Suç örgütü lideri Peker’in bizzat iktidarın İçişleri Bakanı ve Derinişleri Bakanı hakkındaki ağır ifşaatlarına bile haftalar sonra tepki veren iktidarın vüsilaj konusundaki refleksi takdire şayan! Sadece iktidarın değil, belediyelerin vidanjörlerle sahillerden müsilaj toplama gayreti de.
Bu arada “yandaş medya”: Şok şok… Son Dakika… “Bugün 135 ton müsilaj topladık.”
Marmara Denizi Eylem Planı Koordinasyon Kurulu’nda kimler var: Bakan yardımcıları, daire başkanları, valiler, belediye başkanları, organize sanayi bölgeleri başkanları, gemi inşa sanayicileri başkanları, ha bir de Çevre Ajansı Başkanı, vesaire, vesaire.
Hakikaten vesaire, çünkü Marmara’yı atıkla boğan her kim varsa Kurul’da! İçlerinde TMMOB Çevre Mühendisleri Odası yok. Ömürlerini denizlere vakfetmiş bir tane bilim insanlarının, dalgıçların vb. kurduğu bir tane dernek yok!
Kurul’da yer alan kurumlar, zaten görevlerini yapsalardı, bugün müsilaj olmazdı. Zaten açıkladıkları “Eylem Planı” da Marmara’yı kurtarmayı değil, kendilerini kurtarmayı hedefliyor. Deniz yüzeyindeki müsilajı toplamak, “kamu-özel işbirliği” ile yandaşlarına kamu bütçesinden para aktarmak için yeni projeler yapmak, deniz suyunu arıtıp içme suyu olarak kullanma teknolojisinde Türkiye’den çok ilerde olan Katar’lı işadamlarına yeni yatırım imkanları tanımak, falan filan… Gerisi teferruat!
İş başına geldiklerinde “su boşa akıyor” diyen iktidarın başka ne yapmasını beklenebilir ki? Marmara ölmüşse ölsün, Mavi Bayrak sayesinde yeni deniz alanlarımız var, gerekirse orada balık çiftlikleri kurarız, askıda balık uygulaması ile halkımızı balıksız bırakmayız.
Velhasıl, vahşi “teğet doğa” bizzat günlük yaşamımızı belirlemeye başladı. Yakında başka sürprizleri de olacak. Şimdi kimse kulak vermiyor ama kuraklıktan dolayı köylüler kıvranıyor. Herhalde inandırıcılıkları kalmamış olmalı ki, imamlar da yağmur duasına çıkmıyor. Ha bunun da kolayı var; sıfır gümrük vergisi ve ayrıca envai çeşit teşvikle Sudan’dan buğday, Afrin’den zeytin ya da hazır Kolombiya’dan da pudra şekeri geliyorken beraberinde birkaç ton gıda da atarlar geminin küpeştesine…
Gezi’nin en sevdiğim sloganı, “Korkma la, biziz halk” idi.
“Teğet doğa” da diyor ki: “Korkma la, benim doğa!”