Ortadoğu'da bu gelişmeler özellikle Kürtler açısından önemli politik ve toplumsal avantajlar yaratmaya başladı. Irak'tan sonra Suriye'de devletleşmemiş ama fiilen devlet gibi iki özerk  bölgenin kuruluş olması, orta ve uzun vadede bölgedeki coğrafi sınırlar dahil politik dengelerin önemli ölçüde değişmeye başlayacağına dair veriler ortaya çıkmış bulunuyor.  

Suriye’de ortaya çıkan karmaşık sürecin Ankara’ya bir kısım yansımaları olacağı biliniyor, Özellikle Kürt sorununun çok daha fazla güncelleşeceği ve yakın dönem politik ilişkilerin merkezine gireceği biliniyor. Devletin de Öcalan üzerinde dolaylı başlattığı sürecin bölgesel gelişmelerle doğrudan ilişkisi var.

Devletin, cumhuriyetten günümüze devam eden Kürt stratejisi başarısız

Birinci ve İkinci Körfez Savaşı'ndan bu yana Ortadoğu'da meydana gelen değişimin merkezinde Kürtlerin olduğu görülüyor. Bu değişimin zamanına ve sürecine dair somut bir belirleme yapılamazsa da yakın dönemi kapsayacak düzeyde tamamlanacaktır. Hiç şüphesiz ki bunlardan en çok etkilenecek olan Ankara'dır.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Ankara'nın bir Kürt sorunu olduğu aşikardır. Bu sorunun çözümüne ilişkin izlenen siyasetin merkezinde olan askeri güç kullanılarak tasfiye stratejisi kesintisiz uygulandı. Ancak beklenilen sonuç elde edilemedi. Dil ve kültür dahil olmak üzere Kürtlerin asimile edilmesi politikası da beklenen sonucu doğurmadı.

Özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Kürtlerin bütünlüklü olarak tasfiyesine yönelik başlatılan askeri, ideolojik ve politik merkezili topyekün saldırı devreye konulmasına rağmen bugünkü verilere bakıldığında devletin izlediği siyasetin başarısız olduğunu ortaya koymaktadır. Devletin Kürtlerin tasfiye stratejisine karşı ortaya çıkan reaksiyon PKK olarak somutlaştı. Gelinen aşamada Ankara'nın ‘terör’ olarak tanımladığı  mesele bugün uluslararası ve bölgesel ilişkilerde bir Kürt sorunu olarak kabul görüyor.

Irak ve Suriye'de başlayan ve İran'ı kapsayacak olan yeni Ortadoğu şekillenmesinde Türkiye'nin izleyeceği politika aynı zamanda Ankara'nın geleceğe yönelik başarılarını ve başarısızlıklarını ortaya koyacaktır. Yani Türkiye, Ortadoğu'daki  gelişmeleri görerek buna uygun doğru ve gerçekçi bir siyaset ve strateji belirleyip mi geliştirecek ? Yoksa bugüne kadar devam ettirdiği siyasetten ısrar edip Irak ve Suriye gibi mi olacaktır?

Ankara, 21. Yüzyılın 2 dönemindeki stratejisini doğru belirlemelidir

Bugün bütün verilerle ortaya çıkan tablo şudur: Askeri tasfiye siyasetinden ısrar etmenin Ankara'ya kazandıracağı bir şey yoktu ve bunun terk edilmesi artık kaçınılmazdır. Türkiye'nin Kürt sorunu da artık bölgesel ve uluslararası düzeye evrilmiştir. Uluslararası ve bölgesel güçler yeni dönemin doğrudan veya dolaylı muhatapları  olmaya başladılar. Çözümün de  uluslararası bir boyut kazandığı görülüyor.  Bu nedenle Ankara, Kürt sorununu bir ‘terör’ meselesi olmaktan çıkartmalı sosyolojik ve politik bir konu olarak el almalı ve bu realiteye uygun çözümü ortaya koymalıdır.

Genelkurmay'ın deyimiyle PKK'ye karşı yürütülen ‘düşük veya orta yoğunluklu’ savaşın bir sonuç elde etmediği, binlerce insanın yaşamına neden olduğu kadar triliyon dolarlarla ifade edilen bir maliyetinin olduğu, bugünkü ekonomik krize yansıması dikkate alındığında, ülke iç için çok büyük kayıplara yol açtığını söylemek yanlış olmayacak. Bütün bu reel durumu görerek ve kabul ederek  çözüm odaklı yeni bir stratejinin belirlenmesi gerekiyor. Yeni strateji ‘terör ve terörizm’ üzerine değil, ülkenin toplumsal realitesi ve gerçeği üzerinde olmalıdır. Bunun için önce doğru bir tanımlamaya ihtiyaç var. Geçmişte hükümetler siyasi parti liderleri Kürt sorunu tanımlamasını yapmalarına rağmen somut çözüm üretmediklerinden ya da buna izin verilmediğinden dolayı hem politik arenadan tasfiye oldular hem de sorunun kendisi büyüyerek bugüne geldi.

Bundan sonra yapılması gereken nedir

Birincisi, Irak'ta ve Suriye'de yaşanan değişimlere bakarak gerçekçi ve kapsayıcı bir çözüm üretilmezse, yakın gelecekte Ankara'nın da benzer bir süreçle karşılaşacağını tespit etmek yanlış olmaz. Küresel müdahalenin dışında kalmanın doğru yolu ; Demokratikleşmenin  temel koşulu olan Kürt sorununu Türkiye'nin iç dinamikleri içerisinde ama mevcut gerçeği bilerek bir çözümür üretilmesi için harekete geçilmesi gerekir. İç politik dinamiklerde kandırma, oyalama gibi yöntemlerin başarılı olamayacağı artık kabul edilerek, ülkenin toplumsal gerçeğine uygun objektif çözüm merkezli bir politika ve strateji geliştirilmelidir.

İkincisi, Kürt sorunu muhatapsızlıkla çözülemez. Kürt toplumunun en azında politik alanda etkin olan güçleri, hiç bir yoruma ve tartışmaya yer bırakmayacak şekilde; Öcalan’ı çözümde masadaki belki de tek temsilci olarak gördüklerini ilan ettiler.  Birinci çözüm sürecinde olduğu gibi bugün de Kürt tarafının muhatabı Öcalan’dır. Devlet, Öcalan’ı ‘terörist’ olarak görse de aynı zamanda doğrudan muhatap alıyor Bunu devlet ilkelerine ve normlarına yakışır bir şekilde açıklamak ve kabul etmek yerine, halen toplumu yanıltma yöntemleriyle gerçek durum farklı yansıtılmaya çalışılıyor. Birinci çözüm sürecinde de devlet’in karşısında Öcalan, politik muhataptı. Bu süreçte de yine Öcalan muhataptır.

Üçüncüsü, Öcalan ile devlet görüşüyor. Devletin Öcalan ile görüşmediğini söylemek ne gerçekçi ne de inandırıcıdır. Yeni sürecin başlaması dahi Devlet ile Öcalan arasındaki görüşmelerin olduğu ve bir kısım ortak hususlarda anlaşmaların yapıldığını anlamak için yüksek düzeyde politikacı veya analizci olmaya gerek yok. Ancak sorun devletin bu gerçeği kabul etmemesidir. Hiç şüphesiz ki, bir kısım sorunlar arka plan görüşmelerle somutlaştırılır, belirli bir politik olgunluğa getirilir ve kamuoyuna açıklanır. Bu anlaşılır bir durumdur. Ancak, « Sanki Öcalan kendi kafasında böyle bir adım atmak istiyor ve devletin Öcalan ile bir görüşmesi yok ve muhatap alınmıyor. Ya da Öcalan, devletin taleplerine uygun adım atıyor.” Hatta kamuoyunda ‘terörist başı, terör örgütünü lağvettiğini ilan etmeli’ gibi üst perdeden açıklamalarla, toplumda gerçek olmayan bir algı yaratılmak isteniyor.  GERÇEK ŞU : Devlet kurumlarının temsilcileri Öcalan ile görüşüyor ve açık bir şekilde muhatap alıyor. Devlet veya iktidarın bu gerçeği açıklaması ve kabul etmesi, devlete karşı güvensizlik değil tersine güveni arttırır.

Dördüncüsü; Kandil, politik muhatap ve irade olarak Öcalan’ı işaret ediyor ve sorunu İmral’ı ile görüşüp çözün diyor. Bu durum muhataplık konusunda aslında devletin elini de güçlendiriyor. Ancak silahlı gücün Kandil olduğu herkesin bildiği bir realitedir. Devlet ‘bütünlüklü olarak PKK’yi, Öcalan’ı ve Kandil’deki liderleri de terörist’ görüyor. Ancak, bu değerlendirme, Kandil’deki PKK liderleriyle görüşmenin önünde bir engel değildir ve olmamalıdır. Örneğin İsrail, Hamas’ı da, Hizbullah’ı da ‘terörist’ görüyor. Bunlara karşı büyük yıkıcı bir savaş yürüttü ve halen devam ediyor. İki örgütün lider kadrosunu tasfiye etti. Ancak İsrail, terörist ve düşman gördüğü bu iki örgütle  aynı Masaya oturup görüşüyor, anlaşmalar yapabiliyor. İsrail’in askeri saldırganlığına parallel olarak diplomatik-politik ilişkiler de kurabiliyor. Bu  politik tercih İsrail’in zayıflığını değil tersine kendisine olan güveni gösteriyor. Ankara da, sorunların çözümü için Kandil ile görüşmesi, hiç bir şekilde politik bir zayıflık olarak görülemez. ‘Teröristlerle masaya oturulmaz, savaşılır’ tezi başarısız oldu.  Güney Afrika’dan İngiltere’ye İspanya’dan Kolombiya’ya kadar devletler  ilan ettikleri “terörist gruplarla veya partilerle” görüşüp sorunu politik olarak çözdüler. Dünya dün HTŞ’yi terörist görüyordu.  Şam’a oturan Colani’nin başına 20 milyon dolar ödül konulmuştu. Bu gün Suriye’nin yeni lideri olarak kabul görmeye başladı. Dengeler  değiştiğinde ‘terör veya terörist’ kavramları da değişiyor. Ankara, daha objektif ve gercekçi davranmalıdır. Ayrıca Devletin, Kandil ile zaman zaman dolaylı temaslar kurduğu kamuoyuna  bir çok kez yansıdı. Bu nedenle Ankara, kalıcı çözümler üretebilmek için Kandil’deki PKK liderleriyle doğrudan görüşmeyi en azından prensip olarak benimsemelidir.

Beşincisi, Bölgesel düzeye gelmiş Kürt sorunun çözümü aceleye gelmez.  Kamuoyunda sıklıkla ‘Öcalan, terör örgütünü dağıttığını açıklasın’ gibi psikolojik savaş yönetmeleriyle bir ilerlemenin sağlanamayacağı bilinmelidir. Yangından mal kaçırır gibi ‘Öcalan’ın PKK’yi tasfiye ettiğini açıklasın’ gibi beklenti ne gerçekçidir ne de sorunun  çözümünü sağlar. Bu nedenle daha stratejik  düşünerek acele etmeden ama Öcalan’a çok daha fazla olanak sağlayarak, politik ve hukuki destek vererek yani koşulları yaratılarak, kalıcı bir ilerlemenin sağlanması gerekir.

Bu nedenle öncelikli olarak:

1-      Öcalan ile Kandil arasında doğrudan kanalların oluşturulması gerekir. Heyet üzerinden mektupların getirilip-götürülmesi yöntemi oldukça hantal ve yorucu olacağı açıktır. Bu nedenle devlet daha kapsamlı düşünerek gerektiğinde Kandil’in temsilcisinin Öcalan ile doğrudan görüşmesini sağlayabilmelidir.

2-      Öcalan’ın Suriye’deki çözüme katkı sunabilmesi için Rojava’da SDG ile özel bir kanal oluşturulmalıdır.

3-      Öcalan’ın gazetecilerle ve medya temsilcileriyle buluşması sağlanabilmelidir

4-      İktidarın ve mahelefetin içinde yer aldığı Parlamentoda İzleme Komisyonunun kurulması karşılıklı güvenin oluşmasına hizmet edecektir. Sorunun temelden çözümü için parlamentoda bir heyet İmralı’ya gidebilmelidir.

Altıncısı, Devlet, kurumsal bir güçtür ve etkinlik alanı hiç şüphesiz ki oldukça geniştir. Bu nedenle, bazı sembolik güven verici adımların atılması,  olumlu politik bir atmosferin oluşmasına hizmet edeceği açıktır. Bu tür adımlar devletin zayıflığını değil tersine kendisine olan güveni ve çözüm iradesini ortaya koyar. Örneğin Kobani ve Gezi davaları, hasta tutukluların serbest bırakılması, Terörle Mücadele Yasasının değiştirilmesi gibi sembolik adımlar güveni tesis eder.

 SONUÇ; Kürt mesele bölgeselleşmiştir ve küresel güçlerin gündemindedir. Bölgesel değişim başladı ve hızla devam edecek. Türkiye, bu sorunu kendi içerisinde parlamentoda ve demokratik siyaset içerisinde çözerse kazanır. Ankara, fiziki sınırlar değil ama politik ve ekonomik sınırlarını geliştirmek istiyorsa, Kürt sorunun çözümünde kararlı davranmalıdır. Hatta Ortadoğu’nun genelinde Kürt sorununa sahip çıkarak, çözümde etkili  diplomatik-politik bir inisiyatif almalıdır. Bu Ankara’ya kaybettirmez tersine çok kazandırır.