Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle CHP Kadın Kolları Genel Başkanlığının düzenlediği Çare Eşitlikte Çalıştayı’nda konuştu. Genel Başkan Özel, burada yaptığı konuşmada, “Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi’ne, Türkiye’deki herkesin esasen baba evine, Cumhuriyet’in kadınları olarak hepiniz hoş geldiniz. Sizi burada ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Gün boyunca yapılan çalıştayla ilgili kadın kolları genel başkanımızdan, genel sekreterimizden ve organizasyona katkı sağlayan arkadaşlardan çok verimli çalışmalar yapıldığını, yuvarlak masalardaki üretimin ve birlikte üretme heyecanının çok önemli çıktıları olduğunu büyük bir memnuniyetle duydum, takip ettim. Bunun için buraya katılan kadın örgütlerine, buraya katılan tüm örgütlü yapılara ve buna ev sahipliği yapan Cumhuriyet Halk Partisi Kadın Kolları’na yürekten teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun” ifadelerini kullandı. Özel, şöyle devam etti:
“ÇALIŞTAY BİLDİRGESİ, 25 KASIM’DA TÜM DÜNYAYLA PAYLAŞILACAK”
“Bugün 23 Kasım. Pazartesi, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü. Kadın Kollarımız bu Cumartesi günü sizlerle birlikte bir çalıştay yapmaya ve çalıştayımızın da sonuç bildirgesini 25’inde hem tüm Türkiye’yle hem de dünyada temsil edildiğimiz örneğin NATO Parlamenterler Asamblesi’nde, örneğin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde, partimizin temsil edildiği Sosyalist Enternasyonel‘de ve diğer tüm yapılarda bütün dünyayla da paylaşmayı uygun gördük. Biraz önce taslağı dinledik. Taslak şüphesiz aldığı katkılarla birlikte daha da zenginleşecek ve pazartesi günü bunu tüm Türkiye ile ve tüm dünyayla paylaşıyor olacağız. 25 Kasım 1960 tarihinde Dominik Cumhuriyeti’nde bir diktatöre karşı mücadele eden Mirabal kardeşler katledildiler. Tam bundan 21 yıl sonra Latin Amerika’da bugün, 1981’den itibaren Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü olarak benimsendi. En nihayetinde 1999’dan beri de bugün, Birleşmiş Milletler’in de tanımasıyla kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için uluslararası mücadele günü olarak ilan edildi. 25 Kasımlarda kadınların özel yaşamda, aile içinde, sokakta, işyerinde maruz kaldıkları şiddete dikkat çekmek, bunda toplumda farkındalık yaratmak, mücadele etmek için bugünü hep birlikte yoğun etkinliklerle geçiriyoruz.”
“KÜRESEL CİNSİYET UÇURUMU ENDEKSİ’NDE SUUDİ ARABİSTAN BİZDEN İYİ KONUMDA”
“Kadınların yaşadığı sorunlar, maalesef tüm dünyada çok yoğun ve gözle görülür bir şekilde artıyor. Ancak bu durum Türkiye’de özellikle batı ülkelerinden çok daha fazla bir şekilde yaşanıyor. Ben konuşmama hazırlanırken bana sunulan bazı verilerin, benim baktığım bazı verilerin ne kadar hazin olduğu, bendeki algının da ötesinde olduğunu büyük bir üzüntüyle gördüm. O yüzden konuşmamda bazı rakamlara ve bazı uluslararası kuruluşların yaptığı sıralamalara da yer vermek istedim. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2023 Aralık’tan 2024 Ekim sonuna kadar, yani 10 ay içinde tam 371 kadının erkekler tarafından öldürüldüğünü, 207’sinin ise ölümünün şüpheli olduğunu, yani yılın ilk on ayında 500’ün üzerinde, 600’e yakın kadın katlinin ortada olduğunu ifade etti. 2023 yılında 28 kadın koruma kararına rağmen, 2024’ün ilk altı ayında 16 kadın tedbir kararına rağmen öldürüldü. Dünya Ekonomik Forumu, Küresel Cinsiyet Uçurumu Endeksi diye bir endeks yayınlıyor. 146 ülkeyi incelemişler. Kötü olduğumuzu, iyi bir yerde olmadığımızı biliyordum. 20 yıldır ciddi bir gerileme içinde olduğumuzu biliyordum ama 146 ülke arasında 129’uncu olduğumuzu ben dahi tahmin etmiyordum, ben bunu bilmiyordum. Türkiye’nin önündeki ülkelere baktığımda inanamadım. Küresel cinsiyet uçurumunda, yani kadın - erkek arasındaki eşitsizliğin uçuruma dönüştüğünü ifade ediyorlar ve biz burada 146 ülke içinde en kötü 129’uncu ülkeyiz. Hemen üç sıra önümüzde Suudi Arabistan var, bizden iyi; 126’ncı.125’inci sırada Nijerya var, 120’de Burkina Faso var, Bahreyn 116’ncı, Tacikistan 112’nci, Kamboçya 102’nci, Çin 106’ncı, Uganda 83’ncü, Etiyopya 79’ncu sırada. Bir daha ifade ediyorum: Ben inanamadım, döndüm, bir daha baktım. Türkiye bu sıralamada 129’uncu sırada ve önünde Çin var, Etiyopya var, Uganda var, Kamboçya var, Tacikistan var. Önünde Bahreyn var, Nijerya var. Önünde Suudi Arabistan var. Türkiye’yi 22 yılın sonunda bu noktaya getiren ve halen daha ‘hanımlarımız’, ‘hanım kardeşlerimiz’ diye dilini bile Türkiye’deki kadın hareketine dayatmaya çalışan 22 yıllık bir iktidar var, bu onların eseri. OECD verilerine göre korkunç bir rakam var. Tüm Avrupa’da en kötü rakam; yüzde 38 oranında Türkiye’de kadınlar şiddete maruz kalıyorlar. Ve maalesef kadınların yüzde 70’i geceleyin sokakta tek başına ilerlerken korktuğunu ifade ediyor.”
“SEBEP; YÖNETENLERİN KADINI KAFASINDA NASIL KONUMLANDIRDIĞI”
“Bunların hepsinin toplamının bir sonucu var; biraz önceki rakamlar. Ama bir sebebi var. O, ülkeyi yönetenlerin kadını nerede konumlandırdıkları. Kurumları, partileri yönetenlerin, kamu yöneticilerinin de kadını toplumda nerede, şirkette nerede, partisinde nerede, kamuda nerede, esasen kendi kafasında nerede konumlandırdığıyla çok ilgili. Kadın deyince akla ‘Yahu ne kadını? Hanım diyeyim, bayan demekte ne durum var?’ diyerek daha kadınlara nasıl hitap edileceği konusunda bile bir dayatmacı eril dil devreye giriyorken bu kadını her seferinde ‘aile’, ‘ev’, ‘eş’, ‘anne’ ya da ‘evde engellisine, yaşlısına bakan, hürmet eden biri’ olarak ve ‘evet, elmanın iki yarısından biri’... Biri dışarıda siyaset yapacak, para kazanacak, toplumsal hayat içinde olacak, istediği gibi gezecek, tozacak, eğlenecek, istediği gibi kazanıp harcayacak. Onun getirdiği ile birileri evde geçinecek, evi geçindirecek, engelliye bakacak, yaşlı anneye bakacak, çocuklara bakacak, evi temizleyecek, yemeği hazırlayacak, her şeyi o dışarıdaki her şeye karar veren erkek için en elverişli hale getirecek. Akılda, kafada bu var ve bu yüzden sürekli de bir aileye vurgu var. Biz kadının ailedeki yerinin önemini tartışıyor ya da kadının anneliğinin ne kadar kutsal olduğunu tartışıyor ya da kadının toplum yaşamında erkeğe göre ne kadar daha hem becerikli, hem vicdanlı olduğunu tartışıyor değiliz. Ama kadını eve sıkıştırmaya, sadece eş olmaya, sadece anne olmaya sıkıştırmak başka bir sonuç doğuruyor, başka bir şey oluyor. O yüzden de bakıyorsunuz pratiğine; Ne yapıyorlar ülkeyi yönetenler? Ülkeyi yönetsin diye bir kabine kuruyorlar. Bu kabineye 17 tane bakan, bir tane de cumhurbaşkanı yardımcısı atıyorlar; 18. Kendisi zaten erkek, 19. Ve o kabinin içerisinde bir tane kadın var. Bir. O bir kadın neden sorumlu? Aile Bakanlığı‘ndan sorumlu. Mesaj net: ‘Dışişlerinden anlamazsın, İçişleri Bakanlığı senin için değil, kültür - sanattan sana ne? Milli eğitimi sen mi bileceksin, hele hele ekonomiyi nasıl yönetebilirsin? Sen kadınsın, evdesin. Sen aileden sorumlusun, bir tane kadın bakan var, o da hepinizin adına aileden sorumlu’.”
“SİNAN ATEŞ’İN KATİLLERİNDEN BİRİ DAHA DÜN KELEPÇEDEN KURTULUP İKİ KADINI ÖLDÜRDÜ”
“Ve böyle bir düzlemde toplumsal hafızamıza kazanan kadın cinayetlerinden daha 17 yaşında öldürülen Münevver Karabulut’u, 19 yaşında katledilen Özgecan Arslan’ı, kızının gözünün önünde yaralı iken ‘Ölmek istemiyorum’ diye yalvaran Emine Bulut’u unutmadık. İstedikleri kadar bu zihniyetle ülkeyi yönetenler ‘Azalacak, azalacak, azalacak’ desinler. Daha son dönemde İstanbul’da canice katledilen Ayşenur Halil’i, İkbal Uzuner’i, Van Gölü kenarında ölü bulunan Rojin Kabaiş’i, Adıyaman’da evladının gözünün önünde vurulan Merve Daşcan’ı, isimlerini anmadan ve bu son acıları bir kez daha hatırlatmadan geçmeyeceğim. Daha geçen ay Adana’da aynı gün beş kadın, beş ayrı olayda beş kadın canlarını teslim etti. Sadece geçtiğimiz aylarda Aydın’da 29 yaşındaki Neriman Yükçü, şikayet ettiği eşi eski eşi tarafından; Kayseri’de de 43 yaşındaki Hatice Gül, uzaklaştırma kararı aldırdığı eski sevgilisi tarafından, Antalya’da 57 yaşındaki Fadim Temirhanoğulları da uzaklaştırma kararı varken boşanma aşamasında olduğu eşi tarafından katledildi. Bu kadınları korumak için yasal düzenlemeler var, uygulamalar var, uygulayıcılar var ama bir şey eksik. Bir şey ortadan kalktı. Ortadan kalkan şey, birilerine cesaret veriyor, kadın cinayet işleyenlere. Birilerine de diyor ki uygulayıcılara; ‘Talimat böyle’. Çünkü biz 2011’de bütün dünyanın gözü önünde, haklı olarak övünerek, adına da dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul’umuzun adını vererek, sonra Meclis’e geldiğinde o gün dört siyasi parti vardı, dördü birden üzerinde en olumlu şekilde konuşarak, oy kaldırarak, hatta bizler iki elimizi birden kaldırarak, kararı alkışlayarak İstanbul Sözleşmesi’ni geçirmiştik. O yıl ilk kez kadına karşı şiddet vakalarında Türkiye’de azalma görüldü. O yıl ve takip eden yılda katiller bir durdu, dedi ki; ‘Bunlar kafayı bu işe taktı’. Hatırlayın kapkaçı. Bugün Türkiye’nin gündeminde kapkaç yok. Eskiden kadınların kollarından çantalarını alıp, kadınları yerlerde sürükleyip, bazısının ölümüne sebebiyet veren kapkaççılar vardır. Yaptılar, yaptılar, toplumsal tepki yükseldi. Meclis’te bir kanun çıkardık, dedik ki, ‘Kapkaç öyle basit bir olay değildir. Cezası bir kapıdan gir, bir kapıdan çık değildir; 11 yıldır’. Üstüne ağırlaşma, cezayı artırma, işte şiddet olmuşsa, zarar görmüşse ve onu, nitelikli halini de çok da ağır tarif edip ‘Kardeşim kadının kolundan çantayı kapana bunu tatbik edeceksin’ dedik. Bıçak gibi kesildi. Dedi ki, ‘Pabuç pahalı. Bunlar bu kapkaçı bitirmek için bütün partiler bir araya geldiler, bir karar verdiler’. Bakın o kapkaç şimdi ortada yok. Çok az, çok nadir. O günlerde ülkenin birinci gündemi değil, hiç yok neredeyse. Ama bugün kadın cinayetleri artıyor. Adam gidiyor İstanbul’da bir yerde bir kadını, bir yerde bir kadını öldürüyor. Öbürü Sinan Ateş’in katillerinden bir tanesi kelepçeden kurtuluyor, gidiyor iki kadını öldürüyor. Daha dün yaptı bunu. Çünkü İstanbul Sözleşmesi’nden, yani bütün dünyanın takdir ettiği, hepimizin övündüğü o sözleşmeden, ilk girdiğimiz ve ülkedeki tüm bu zorluklara rağmen hep bir oy verdiğimiz, o sözleşmeden bir gece, bir kişi, tek başına, hukuksuzca ve aslında uluslararası hukuk açısından geçerli olmaması gereken bir şekilde tek başına çekildi. Aslında o gece Sayın Erdoğan o sözleşmeden tek başına çekilirken devletin bütün gücünü, bütün desteğini, bütün kararlılığını, parlamentonun da o şanlı, hep birlikte duruşunu kadınların arkasından çekti. O yüzden şu anda Türkiye’de sokakta yürüyen kadınların yüzde 70’i arkasından biri saldıracak mı diye korkarak yürüyor. O yüzden yüzde 38’e vardı bugün kadına karşı şiddet. O yüzden kadın cinayetleri bu hale geldi. O yüzden kadının arkasından devleti, kurallarıyla ve kurumlarıyla çeken bu anlayışı reddediyorum ve kınıyorum.”
“İKTİDARIMIZDA İLK KANUN, İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’Nİ YÜRÜRLÜĞE KOYACAK’
“Seçimde dünya kadar söz verdiler, dünya kadar. Emekliye verdiler, ‘Sizi asla enflasyona ezdirmeyeceğiz’ dediler. Asgari ücretliye söz verdiler, ‘Yılda iki zam normal dört de yapabiliriz’ dediler. Çiftçiye söz verdiler, ‘Gayrisafi milli hasılanın yüzde birini prim olarak vereceğiz, sizi destekleyeceğiz’ dediler. Esnafa söz verdiler, öğretmene söz verdiler, gençlere söz verdiler, mülakat mağduru öğretmene ve memura söz verdiler. Hiçbir sözü tutmadılar. Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimde verip de önceden, tuttuğu ve arkasında durduğu tek söz var. O söz de Hüda-Parcılara, Hizbullahçılara verdiği İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma ve bir daha girmeme sözüdür. Bir tek bu sözü tutmaktadır. Peki biz ne yapacağız? Bendeki not, partinin müktesebatıyla, yazılmış belgeleri ile sınırlı. Şüphesiz bu çalıştayın yani ‘Çare eşitlikte’ dediğiniz bu çalıştayın çıktıları ve sonuç bildirgesi yeni çerçevemiz olacak. Öncelikle ilk olarak önümüzdeki ilk seçimde, seçime giderken toplumsal muhalefeti ayırmadan, birbirine düşmesine izin vermeden, sarayın oyunlarıyla ayrı ayrı durmalarına ve yeni seçim yenilgilerine sebebiyet vermeden, sorumlulukla tüm muhalefetle, omuz omuza, kol kola girerek hep birlikte önce ilk iş bu iktidarı değiştireceğiz ve iktidar olacağız. Ardından bu ülkede, eşitlik gelsin diye atılması gereken ne adım varsa hep birlikte buralarda konuştuğunuz, tartıştığınız, ürettiğiniz tüm çözüm önerilerini hayata geçireceğiz. İlk iş, iktidarımızın cumhurbaşkanının atayacağı ilk imza İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden Meclis’e yollamak olacak. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin geçirdiği ilk kanun İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden yürürlüğe koyacak. Bana kalırsa halen yürürlüktedir. Kendim de dava açtım Danıştay’da, ikiye bir reddettiler. Sizin davalarınızı da reddettiler ama uluslararası kuruluşlara da yazıyoruz, bizce yürürlüktedir. Ama o gün tereddüt olmasın diye, kararlılığımızı göstermek için ilk atılan imzaları atacağız. O imzaları atmam için yani ya Meclis’teki kanun teklifinin altına imzayı atmam için ve bunu büyük bir gururla paylaşmam için 24’üncü dönemde yani bu parlamentoya ilk geldiğimde birlikte görev yaptığımız kadın milletvekilleri beni bu binada odamda ziyaret ettiler ve bana içinde mürekkebi mor renk olan bir dolmakalem emanet ettiler. O emaneti iktidara kadar saklayıp, o imzayı o kalemle atacağım.”
“GRUBUMUZDA KADINLAR, ATATÜRK’ÜN DEVRİMİNE UYGUN HALE GELEREK EŞİT TEMSİLE KAVUŞACAK”
“Kadın cinayetlerinde iyi hal indirimi, haksız tahrik indirimi gibi safsataları gerekli yasal düzenlemeleri yaparak ya da uygulayıcılara gerekli güveni vererek mutlaka ve mutlaka hızla yerine getireceğiz. Adalet sisteminde şiddet mağdurlarının korunması ve haklarının etkin şekilde savunulması için özel birimler kuracağız. Kadın cinayetleri ile mücadele için özel birimler oluşturacağız. 6284 sayılı kanunun etkili şekilde uygulanmasını sağlamak için kolluk kuvvetleri ve yargı mekanizmalarına yönelik özel eğitimler, çalıştaylar düzenleyecek, şiddeti önleyici mekanizmaları güçlendirecek, 6284’ü en sert ve net uygulayanlara teşvik edecek, ödül verecek, orada zayıf davrananlara gerekli işlemleri yapacak, uyarıları yapacak ve devletin hem mevcut kanunları uygulaması hem de yenilerini yapması için ne gerekiyorsa yapacağız. Parlamentoda ve yerel yönetimlerde kadın - erkek eşitliğini izlemek, değerlendirmek, şiddetle mücadele etmek için İzleme Komisyonları kuracağız ve bunların sivil toplumun katılımıyla kararlar almasını, sivil toplumun katılımıyla işlemesini sağlayacağız. Ve söze girdiğim yerden tamamlayayım. Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 bakanı, bir cumhurbaşkanı yardımcısı, kendi dışında 18 kişiden oluşan bir kabinesi var. Onu takip etmek için bizim de kurduğumuz bir gölge kabinemiz var. Recep Tayyip Erdoğan’ın kabinesinde biraz önce söyledim, bir kadın var, o da aileden sorumlu. Bizim kabinemizde 18 kişiden dokuz kadın var. Eskiden böyle salonlara girerdik ve bu salonlarda kadın MYK üyelerimiz üç kişi bir yerde otururlardı. Onların emeği çok, bugünlere geldiysek onlarla. Veya dört kişi bir yerlerde otururlardı. İkisi gelmese, iki kadın MYK üyesi olurdu. Şimdi salona girdim, böyle geldim, geldim, el sıka sıka bitmedi. Parti Meclisi’nde yaş ortalaması 43 olan kotalara tam uyulmuş. MYK‘da yaş ortalaması 46, yarısı kadın olan arkadaşlarımızla çalışıyoruz. Tüzükte bütün dirençlere rağmen üç adımlı bir aşamada eşit temsili tüzüğümüzde getirdik. Her seferinde 40,45, 50. Belki çok daha hızlanması için bir değişikliği de bir başka kurultayda, bir maddeyle yaparız. Ama Cumhuriyet Halk Partisi gelecekte Türkiye’yi nasıl yönetecekse bugün öyle yönetilmeye çalışılıyor. Ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin oluşacak yeni meclis grubunda kadın sayısı Atatürk’ün 100 yıl önce kurduğu Cumhuriyet’e ve 90 yıl önce, 80 yıl önce yaptığı devrime uygun hale gelecek. Eninde sonunda, çok yakında eşit temsile kavuşacak.”
“KARŞINIZDA SAYGIYLA EĞİLİYORUM”
“Burada bir hususa değineyim. Lütfettiniz, ayağa kalktınız, mahcup oldum. Ben kadınların, kadın örgütlerinin, bir erkeği ayakta alkışlamasını doğru bulmam. Ama bunu da bir usta - çırak ilişkisi ile edindiğim bir bilgi ile anlatayım. Altan Öymen, Genel Başkan’dır. İki tane o zaman MYK üyesi vardır, biri genel başkan yardımcısı diğeri genel sekreter yardımcısı. İki kadın üye, Sayın Altan Öymen‘i hepimizin genel başkanlarımıza yaptığı gibi oteline bırakmışlar, asansöre kadar götürmüşlerdir. Altan Öymen, asansörde binip gitmek yerine onlarla geri geri bahçeye yürümeye başlarlar. Çok tedirgin olurlar, ‘Yahu ne oldu acaba, bir dalgınlık mı oluyor?’ diye. Altın Bey’e derler ki, ‘Siz niye çıkmadınız odanıza?’ Altan Öymen derler ki, ‘Siz partililiğin gereğini yaptınız, beni asansöre kadar yolladınız. Şimdi ben centilmenliğin gereğini yapıp sizi arabanıza kadar uğurlayacağım’. O yüzden ben girince partililiğin gereği kadın kolları il başkanlarımız ayağa kalkıyorlar. Teşekkür edip oturuyoruz. Sonra ben ayağa kalkıyorum onların karşısında. Çünkü bir erkeğin karşısında ayağa kalkıyorlarsa, bir genel başkan da hepsinin karşısında ayağa kalkarak cevap vermeli diye düşünüyorum. Ve biraz önce nezaket gösteren herkesi yürekten selamlıyorum, karşınızda ayağa kalkıyorum, karşınızda saygıyla eğiliyorum.”
“ALTINI KAÇIRANA DEĞİL BUNU HABER YAPANA DAVA AÇIYORLAR”
Kadın derneklerinin birçok temsilcisini burada görüyorum, bu da çok iyi bir şey. Yani şöyle; birbirimizle tanışıklığımız var, aşinalığımız var salonun neredeyse tamamıyla. Kadın örgütleri bizden bir şey istediler. Dediler ki, ‘Etki Ajanlığı Yasası geliyor, bunu geçirmeyin. Meclis’e geldiğinde de terk edin, bu suçu alet olmayın’. Biz dedik ki, ‘Biz bunu geçirmemek için elimizden geleni yapacağız ama Meclis’i terk etmek, biz bu suça ortak olmayacağız demek onlara çok konforlu bir alan bırakıyor. Biz aksine, bunu geçirmemek için elimizden geleni yapıp kırmızı alarm ilan edeceğiz’ dedik. Bunu grupta ilan ettik. Birinci derece yakınların ölüm hali ve Esenyurt nöbetindeki birkaç nöbetçi hariç hep birlikte oradaydık, kararlarımızı ortaya koyduk. Ve ben bunu, neler olacağını, nasıl direneceğimizi kürsüden ilan ettim. Ve sonrasında da bu etki ajanlığı yasası çekildi, tehlike bitmedi. Bizim de kırmızı alarm sadece sarıya döndü. Çünkü topluma şunu söyledik, ‘Bunu MİT istiyor diyorlar. Getirsinler, MİT’in istediği gibi yazsınlar, müzakere edelim, MİT’in dediğine uygun yapalım. Çünkü MİT şöyle söylüyor: Efendim üçüncü dünyadan birileri gelip buradan taşeron tutup bir üçüncü ülkeye bir operasyon yapıyor, yakalayınca kanun yok. Onu yaz, onu yaz. Bu hafta çalışmalarının yapılacağını söylüyorlar, bir kez daha söylüyorum. Etki Ajanlığı Yasası’nı, hele hele de Dezenformasyon Yasası da ortada duruyorken, o ilk haliyle geçirmeye kalkarsanız, bu ülkeye ne yapmaya çalıştığınız belli. Öğrenciyi ajan, gazeteciyi ajan, sivil toplumcuyu - dernekçiyi ajan, muhalifleri ajan, akademisyenleri ajan ilan edip hepsini içeri atmaya kalkarsınız. O yüzden devletin hangi kurumuna ne lazımsa… Ajanlık suç mu? Suç. Bununla ilgili hal düzenlenmiş mi? Düzenlenmiş. Nitelikli halini düzenle ve gerçekten yabancı devletin ajanlık faaliyetiyle ispatıyla, kanıtıyla yap olur. ‘Lehlerine haber yapmak, lehlerine bir şey yapmak’ gibi kabul etmedik, etmeyeceğiz. Bakın Dezenformasyon Yasası ortada duruyorken dedim. Daha dün her ikisiyle de ayrı ayrı görüştüm, onlar da bu kadarını beklemiyormuş; Sayın Fatih Altaylı ve Sayın İsmail Saymaz’a halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçundan soruşturma başlattılar. Bakın memleket distopik romana döndü. Memlekette üç MHP’li milletvekili var, fazlasının da olduğu söyleniyor, AK Parti’den de olduğu söyleniyor. Bunlar altın kaçakçılığı yapmışlar, partilerinden atılıyorlar, yük partiye kalmasın diye. Haklarında soruşturma yok. Fezleke gelmiyor. ‘Dokunulmazlıkları kaldırılsın, hesap verilsin’ denmiyor. Bununla ilgili bir video kaydı olduğunu, bir görüntü olduğunu ve bunun da Sayın Erdoğan tarafından Sayın Bahçeli’ye izletildiği iddiası olduğunu söylüyor iki gazeteci. Bunlara Dezenformasyon Kanunu’ndan işlem yapıyorlar, dava açmaya kalkıyorlar. Altını kaçırana değil, ki partiden atarken de o sebeple atıyorlar, dava açmıyorlar ama bunu haber yapana dava açıyorlar.”
“NASUH MAHRUKİ’NİN SİLİVRİ’DEN ÇIKIP ÖZGÜR ÖZEL’İ ÖZGÜRCE ELEŞTİREBİLME HAKKINI SAVUNUYORUM”
“Dün sevgili Mine Hanım’la konuştum; Nasuh Mahruki’nin eşi. Nasuh Mahruki, Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim sisteminden kaygı duyarak yaptığı paylaşımlar yüzünden gözaltına alındı, tutuklandı. Gerçekten iki evladı, biri 7 yaşında, biri 10 yaşında, evinin, işinin başında ve aslında memlekette o en korkulan geceler yaşandığında da o hep enkazın başındaydı. Depremde annesi öldü Nasuh Mahruki’nin. ‘Şöyle bir kalktım’ diyor, ‘Anneme gideceğim. Dedim ki, ne faydam olacak anneme ölmüş zaten. Buradan belki bir başkasının anasını çıkarırım’ demiş. Dört gün uyumadan, annesinin mezarı başına bile gitmeden, annesinin cenazesine gitmeden, milletin çoluğunu, çocuğunu, anasını, bacısını enkaz altından çıkarmış bir adamdan bahsediyoruz. Ve bu gece deprem olsa Yılmaz Tunç mu koşacak enkaz başına kurtarmaya, Nasuh Mahruki mi koşacak? Bu kadar iyi bir insana, bu kadar önemli bir insana.. Yaptığı paylaşımlardan rahatsızlık duymuşlar, düşünce özgürlüğüdür. Nasuh Mahruki, Beşiktaş Belediye Başkanlığında bizim rakibimizdi. Çok ağır eleştirilerde bulundu, Cumhuriyet Halk Partisi’ne çok ağır eleştirilerde bulunuyor. Ben bugün Nasuh Mahruki’nin o Silivri zindanından çıkıp Özgür Özel’i özgürce eleştirebilme hakkını savunuyorum. Herkes sizinle aynı fikirde olamaz. Olursa demokrat değilsiniz; otokratsınız, kralsınız, padişahsınız. Başka fikirler var, söylemeye korkuyorlar, ‘Çünkü ceza çekiyorlar’ diye. Bugün Türkiye’yi bu noktaya getirmeye çalışıyorlar, onun için Nasuh Mahruki’nin de düşünce suçları yüzünden halen içeride tutulan kim varsa, hangi siyasi görüşten, hangi partiden olursa olsun şiddete bulaşmadığı sürece, fikrini yaydığı için, söylediği için, eleştirdiği için içeride tutulan herkesin arkasındayız. İktidarımızda iktidar - muhalefet ayrımı olmaksızın kim, kimi nasıl eleştirmek istiyorsa bunun bütün olanaklarının sonuna kadar açık olduğu, hapishane kapılarının öğrencilere, gazetecilere, düşünenlere, yazana, çizene kapalı olduğu bir Türkiye’yi umut ediyoruz ve vaat ediyoruz.”
“İKTİDAR KENDİNE OY VERMEYEN SEÇMENİ CEZALANDIRIYOR”
“Son iki hususa burada değinmezsem olmaz. Biri, muhaliflerin özgürlüğünü hiçe sayan iktidar kendine oy vermeyen seçmeni de cezalandırıyor. Yani ne söylediğini duyarsa muhalifi alıp içeri atıyor, Nasuh Bey’i attığı gibi ama gizli yapmış. Yani; ‘Bana muhalif ama göremedim’. ‘Perdeyi çekmiş, sandıkta bana muhalefet etmiş’, onu da cezalandırıyor. Bakın öyle bir noktadayız ki, yargıyı eline sopa gibi almış, seçilmiş belediye başkanlarına kumpaslar kuruyor, milletin esasen seçme hakkını elinden alıp ‘Sen bunu mu seçtin? O zaman onu sana yönettirmem. Yeteneksizin birini kayyum diye atarım, belediye meclisini de hiçe sayarım, bildiğimi okurum’ diyor. 22 yıl sonra, 31 Mart gecesi seçim kaybeden, demokrasiyi sandığa indirgeyen, her seçimden sonra ‘Öncesinden aklandım, sonrasına şahlandım’ diyen ve ‘Seçimi kazanıyorsan her şey senindir’ diyen anlayış, adeta hani ağır siklet boks şampiyonu olup da maçı kazanıp da altın kemeri takıp da havalı havalı gezerken 31 Mart akşamına nakavt oldu ya, yere düştü. O çok kutsadı ‘Seçimi kazan, gerisine karışma...’ Birinciliği de kaybetti ya, dengesi bozuldu. ‘Demokrasi’, dilinden düşürmediği ‘milli irade, milli egemenlik’ tamamını terk etti. Ve önce Esenyurt‘ta tamamen hukuksuz bir arama, kötü muamele ve altı tamamen boş gerekçelerle Ahmet Özer başkanımızı tutukladılar. Sonradan tutuklama gerekçesine bir şey bulamayıp bir de gizli tanık peydahladılar. İstanbul’un en hızlı iddianame yazan savcısı 200 kişiye dört günde iddianame yazarmış, bir Ahmet Özer‘e gerekçeleri dolduramadığı, bulduramadığı, uyduramadığı, uydurulanları yazamadığı bir halde. Halen daha biz ondan iddianame bekliyoruz. Diğer taraftan Mardin’e, Halfeti’ye de kayyumlar atamışlardı, eleştirdik. Bizim belediyemiz dışındaki üç belediyeye de. Dün de Tunceli’ye ve Ovacık’a.”
“BELEDİYE BAŞKANIMIZIN AÇIKLAMASINDAKİ SAVCI ŞAHİT”
“Ovacık Belediye Başkanımız Mustafa Sarıgül‘e bir suç icat edip ona da kayyum atadılar. Suç şu: 12 yıl önce bir cenazeye gitmiş ve o cenazenin suç olduğunu, bundan iki yıl, cenazeden 10 yıl sonra devletimiz idrake varmış. ‘O bir terör örgütü faaliyetidir, o cenazeye gitmek’ diye dün, geçen hafta altı yıl ceza verdiler Mustafa Sarıgül‘e. Bir kere milletimizin önünde Sayın Erdoğan’a, çünkü bu kararlara o veriyor, ‘Her şey bende’ diyor ya ondan... Elverişli bir emir erini yollamışlar İstanbul’a, o da orada istedikleri kararları veriyor. Sayın Erdoğan’a söylüyorum. Taziye ölüye değil, diriye yapılan bir şeydir. Diriye verilir taziye. Hiçbir anne - baba yitirdiği çocuğunun siyasi görüşünden ya da işlediği suçtan, örgütsel mensubiyetinden sorumlu değildir, tutulamaz. İki ayrı yerde iki çocuk ölüp biri bir dünya görüşünden, biri bir başka dünya görüşündendir. Ama ikisi de evlattır anne için. Ve o anneye taziyeye gidenler, terör faaliyeti işlemezler. Amel defteri bir gün önce kapanmış, öbür dünyada yaptıklarının hesabını verecek birinin annesine giderler. Siz ölen biri üzerinden anneye - babaya taziyeye gidenlere suç üretemezsiniz. Kaldı ki belediye başkanımızın yaptığı açıklama… Şimdi o savcıyı bulacağız, çıkaracağız ve şahit dinleneceğiz. Diyor ki, ‘O günler örgütün Tunceli’de çok güçlü olduğu günlerdi. Savcı beni aradı, dedi ki: Bölge sıkıntılı bir bölge. Güvenlik güçlerini oraya gönderip de onları tehlikeye atmak istemem. Sen belediye başkanı olarak aileyle konuşsan, şu cenazeyi aileye sen teslim etsen de orada terör örgütü bu cenaze götürülürken askere saldırıda bulunur, boşu boşuna güvenlikli olmayan bir bölgeye, o köye biz gitmeyelim, rıza gösterirlerse sen al götür cenazeyi. Aile kabul etmiş, belediye başkanımız savcının bilgisi dahilinde, valinin bilgisi dahilinde cenazeyi götürmüş ve defin törenine refakat etmiş. Şimdi terörist cenazesine katılmaktan suçluyorlar. O savcıyı bulacağız, çıkaracağız, o savcıyı konuşturacağız. İnsafı varsa, vicdanı varsa, şu kadarcık vicdanı varsa bu doğruları Türkiye’nin önünde söyleyecek. Ama iki yıl önce bu davayı açmak ne demek, on yıl geriye bakmak ne demek? Ve nasıl bir zihniyetle karşı karşıyayız bunu görmek gerekiyor. Milletvekillerimiz Sayın Sezgin Tanrıkulu, Aliye Timisi Ersever, Mahmut Tanal ve Polat Şaroğlu bölgedeler. Parti meclisimiz adına Saniye Barut bölgede. Kayyumlara hangi partiye atanırsa atansın tamamen sonuna kadar karşı olduğumuzu bir kez daha ifade ediyorum. Ve sizin şereflendirdiğiniz bu salona 30 Kasım günü 414 seçilmiş belediye başkanımızı, Mustafa Sarıgül gelecek, Ahmet Özer‘in de o güne kadar serbest kalmasını umarım, 414 belediye başkanımızı çağırdık. Oturacağız, öyle korkmadığımızı, sinmediğimizi, ayrı ayrı hedef alındığımız zaman diğerini yalnız bırakmayacağımızı, hep birlikte hem kayyumlara karşı hem de AK Parti’nin tüm belediye başkanlarımıza karşı giriştiği, onları çalıştırmama, itibarsızlaştırma faaliyetlerine karşı mücadele içinde omuz omuza olduğumuzu bu salondan dosta da, dost olmayana da gösterecek, Cumhuriyet Halk Partililik bilinci ile dosta güven, dost olmayana da kaygıyı sonuna kadar hissettireceğiz.”
“BELEDİYELERİMİZ 653 TANE ÇOCUK BAKIMEVİ AÇTI”
“Son olarak bugün yaşanan, dün haberdar olduğumuz, bugün yaşanan bir gelişme. 25 Kasım, kadına yönelik şiddetle mücadele için hep birlikte olacağız ve o güne giderken aldığımız haber şu, biz kadını korumak için, kadını güçlendirmek için, kadını önce ekonomik özgürlüğüne kavuşturmayı konuşuyoruz. Bunun önündeki en büyük engel, kadının işgücüne katılımındaki düşük oran. Bunun sebepleri yoksulluk ve bunun sebepleri çocuğunu bırakacak bir yeri olmaması. Çalışsa asgari ücret 17 bin lira, çocuğuna istenen kreş parası 20 bin lira, en uygunu 10 bin lira büyükşehirlerde. Ve burada, Cumhuriyet Halk Partili belediyelerden önce kreş mıreş yoktu. Biliyorsunuz, Cumhuriyet Halk Partisi iki şeye çok önem veriyor, kreş ve öğrenci yurdu. Belediyelerimiz şu ana kadar 653 tane, halk arasında ‘kreş’ denen, çocuk bakımevi yani eğitim yuvası falan değil, çocuk bakım evleri açtılar, 653 tane. Hepsi çok güzel, hepsi çok modern, hepsi çok temiz ama hepsi yoksul, düşük gelir seviyesindeki annelerin, ailelerin çocuklarına bakıyor. Ve o çocuğu oraya bırakan anne, iş hayatına gidiyor. O çocuğu oraya bırakan, hatta şimdi gece kreşleri diye bilinen, gece bakım evleri var, vardiyadaki annenin de yararlanması sağlanıyor. Günün 24 saati hizmet veren çocuk bakım evlerimiz var.”
“BİN 500, 2 BİN LİRAYA; 20 BİN LİRALIK KREŞİN HİZMETİNİ VERİYORLAR”
“Ve bakın Ankara Valiliğinden dün Ankara Büyükşehir‘e, Manisa Valiliği’den Manisa Büyükşehir‘e ve İçişleri Bakanlığı’ndan, Milli Eğitim ve Çevre Bakanlığı’ndan Valiliklere gelen yazılar burada. Bakın, orijinal yazılar. Dedikleri şu, ne dediğini söyleyeyim mi özetle? ‘CHP’li belediyeler ışık hızıyla kreş açıyorlar, yapılan bütün anket çalışmalarında, ben özetle mealen söylüyorum, sonra nasıl yazdıklarını söyleyeceğim, yapılan bütün anket çalışmalarında CHP belediyeciliğinden müthiş bir memnuniyet var. Biz de biliyoruz onlar da biliyor. Ve en çok memnun olunan alanların başında kreşler geliyor.’ Bin 200 liraya, bin 500 liraya, 2 bin liraya; 20 bin liralık kreşin hizmetini veriyor. Binlerce, on binlerce anne işe gitme imkanı buluyor. Çocuklar; karnı doyuyor, protein alıyor, süt içiyor, besleniyor, oyun oynuyor, sosyalleşiyor. Ve bu Sayın Erdoğan’ın karnını ağrıtıyor. Bu anne kart uygulaması, dört yaşına ya da beş yaşına kadar CHP’li belediyelerde hızla yaygınlaşıyor, İBB‘nin anne kart uygulaması. Seçmen davranışını en çok etkileyen belediye hizmeti olarak tescil edildi, geçen seçimin sonucunda. Bir önceki seçim Binali Yıldırım’a oy veren, ikinci turda bile Binali Yıldırım’a oy verip bu seçim bize oy veren seçmen kırılımında, seçmen davranışında en çok etki eden şey Anne Kart ve kreş. Onun için yapıyorlar, onun için.”
“BAKANLIKLAR YAZI YAZMIŞ, ‘YENİ KREŞ AÇTIRMAYIN, ESKİLERİNİ KAPATIN’”
“İstanbul’da sıfır olan kreş sayısı 105’e çıktı. Ankara’da 36 tanesi yeni açıldı, dün Mansur Başkan anlatıyordu. Ve bütün Türkiye’de 653. Bini geçmemiz an meselesi. Tarikatlara, cemaatlere gitsinler diye bir tane yurt açmadılar, 70-75 tane yurt açtık. Son rakamı istedik 80’in üzerinde yurt bu ayın sonunda hizmette olacak. Şu an 74 tane. Ve yazı yazmış Milli Eğitim Bakanlığı Çevreye ve İçişlerine. İçişleri Bakanlığı da valiliklere. ‘Kreş, eğitim yuvasıdır. Eğitim, Milli Eğitimin işidir, yenisini açtırmayın, eskilerini kapatın.’ Hadi gelin kapatın, hodri meydan bakalım. Hadi gelin kapatın. Bir tane gariban insan olacak, evde çocuğu süt içemeyecek, alacak o çocuğu o kreşe verecek, kendi gidecek o çocuk kreşteyken ekmek parası kazanacak, 17 bin lira kocası alıyor, kira 20 bin lira. Onun aldığı 17 bin lirayla belki geçim olacak. Sen o kreşi kapat, o çocuğu o kadına ver, ondan sonra da dön ‘Milli Eğitim bizim işimiz’ de. Açaydın. Sen her yere kreş açtın da biz yenisini mi açıyoruz? Açaydın, açaydın. Sen açmadın diye bin tane kreş açtık, açmaya devam ediyoruz, açacağız. Orada eğitim yok. Orada senin anladığın anlamda eğitim yok. Bakım var, gündüz bakımevi oraları. Ama orada senin atamadığın öğretmenler var. Doğru. Pedagoji eğitimi almış öğretmen, çocuk bakım eğitim almış, atamamışsın. Varıp da herhangi birini koymak yerine eğitimlisini koyuyoruz. Atamadığına da ekmek veriyoruz, çocuk gelişimini bilenlerin o kreşlerde görev yapmasını da sağlıyoruz. O çocuk oyun oynuyor, o çocuk sosyalleşiyor, o çocuk okul öncesi eğitime hazır hale geliyor. Burada asla ve asla Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hazmetmediği ve bizi çekmeye çalıştığı o vasatlığa teslim olmayacağız. Bu uygulamanın sonuna kadar arkasında duracağız.”
“‘BELEDİYE KREŞLERİNE ÖĞRETMENİ BİZ KOYALIM’ DE, KABUL EDERİZ”
“Eğer gerçekten iyi niyetliysen, Milli Eğitim olarak gel, protokol yap. Gel Milli Eğitim olarak de ki, ‘Eğitim de verelim’ de. ‘Bu çocukları siz alıyorsunuz, doyuruyorsunuz, bakıyorsunuz, biz de Milli Eğitim olarak atanamayan öğretmenlerden 10 bin tane de biz alalım, belediye kreşlerine de öğretmeni biz yollayalım’ de. Vallahi kabul ederiz, vallahi kabul ederiz. Ya da sen bugüne kadar tarikatlarla, cemaatlerle protokol yapıyor yazın. ‘Efendim eğitimde işbirliği protokolü.’ Ya sen tarikata, cemaate eğitimde işbirliği protokolü yapacaksın, efendim dört yaşında çocukları olmadık yerlere yollayacaksın, oralarda ‘Öğretmen yok’ diyenlere, ‘Onların aldığı eğitim daha iyi, daha önemli eğitim. Bilmem ne’ diyeceksin. Bilmem ne protokolüyle sınıfın ortasına mezar getireceksin, çocuklara mezar başında yas tutmayı öğreteceksin. Gülmeyi öğretmek gerekirken ağlamayı öğreteceksin. Ondan sonra çocukların yüzünü güldürenlere ‘Güldürme, anası babası gelecek seçimde sana oy vermesin’ diyeceksin.”
“BİZİMLE MÜCADELE ETMENİN YOLU KREŞLERİ, YURTLARI KAPATMAK DEĞİLDİR”
“Bir insan, bir ülkedeki çocuğun açlığını göze alıyorsa… Belediyelerimiz su sebili koyuyor, Beyoğlu’ndan başladık. 10 lira, 15 lira su. Kötü suya ağzını dayamasın diye bedava su veriyoruz, ona engel olmaya çalışıyorlar. ‘Okulda üç kap sıcak yemek’ diyoruz, kapıdan sokmuyorlar. Üniversiteliye dağıttığımız çorbaya bile laf etmeye çalışıyorlar. Sen üniversiteliyi düşünme, küçük çocuğu düşünme, asgari ücretlini düşünme, emeklini düşünme. Ondan sonra düşünenler olunca, senin de oyun düşünce, bu hizmetlere engel ol. Tayyip Bey samimiyetle söylüyorum, bizimle mücadele etmenin yolu, doğru yaptığımız işleri durdurmak, açtığımız kreşleri, yurtları kapatmak ya da doğru düzgün belediye başkanlarımızı uydurma gerekçelerle hapse tıkmak, yerine kayyum atamak değildir. Bizimle mücadele edeceksen, senin de belediyelerin var. Sen de kreş yapmaya, sen de yurt açmaya, sen de su dağıtmaya, çorba dağıtmaya, o öğrencilere sıcak yemek vermeye, sen de CHP gibi israfa değil, hizmete yönelik belediyecilik yapmaya başlarsan o zaman ancak bizimle rekabet edebilirsin. Yoksa nal toplarsın, nal toplarsın.”
“HER YERDE KADIN VE ERKEK EŞİT OLDUĞUNDA ÜLKEDE HİÇBİR SORUN KALMAYACAK”
“Etki ajanlığı, kadın örgütlerinin çok ilgi duyduğu bir konuydu, onun için girdim ve üzerinden haksızlığa uğrayanları selamladık. Bu mesele tamamen kadının işgücüne yönelik bir mesele. Kayyumlar da kadınları, kadınların aldıkları hizmetleri, çeşitlendiren ve kadınların gönlünde taht kuran belediye başkanlarımıza kurulan kumpas meselesine karşı bu salonda yapacağımız bir mücadelenin bilgisini paylaştık basınla. Bugünü tamamen kadına ayırmış olmaktan, kadınların mücadelesine ibretle, saygıyla ve dayanışma duygularıyla bakıyor olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Bu salonda sizlerle birlikte olduğumuz için ve hep birlikte geleceğe, eşit bir Türkiye’ye umutla yürüdüğümüz için büyük gurur duyuyorum. Buradaki slogan aslında Türkiye’nin kalkınmasının da sloganıdır, barışının da sloganıdır, toplumsal huzurunun da sloganıdır, kadın mücadelesinin de slogandır. Çare eşitliktedir. Ekonomik olarak eşitlik sağlandığında, yoksullar hak ettiklerini, eşitçe, hakça bu ülkeden aldıklarında, adalet eşit dağıtıldığında, her çocuk hayata kapatamayacağı kadar farklarla gelirken değil, eşit başladığında, her yurttaş kendisini eşit hissettiğinde ve ‘Ben de bu devletin eşit yurttaşıyım’ diyebildiğinde, tüm yapılarda, tüm Meclislerde tepeden aşağıya, tüm şirketlerde her yerde, doğada olduğu gibi kadın ve erkek eşit sayıda olduğunda, bu ülkede hiçbir sorun kalmayacak, hiçbir ana ağlamayacak, hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek, hiç kimse diğerinden geride ve onuru kırılmış kalmayacaktır. Onun için çare eşitliktedir, ‘Her şeyin var bir çaresi. Onun da adı Cumhuriyet Halk Partisi’ diyerek hepinize saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.”