Pandemi sürecinde dünya genelinde yüzde 75 ila 90 oranında bir kayıpla karşı karşıya kaldı sinema sektörü. Salonlar kapatıldı, halihazırda çekimi süren yapımların işleri durduruldu. Salonlar Türkiye’de 1 Temmuz itibarıyla açılmaya başlansa da sinemaseverler salonları doldurma konusunda hala çekinceli davranırken dijital platformlara olan talep yükselişte. Peki koronavirüsün etkilerinin yoğun olarak hissedildiği sinema sektöründe ‘normalleşme’ ne zaman başlar? Beyaz perde dijitale yenilir mi? Mevcut tablo bize neler anlatıyor? Sinema Proje Danışmanı Nizam Eren anlatıyor.

Koronavirüs ile yaşamlarımız değişti. Rutinlerimizi farklı şekillerde sürdürme çabalarımız, bireysel ve toplumsal sağlık açısından bir güven ortamı yaratırken, kaderi kalabalıkların tercihlerine bağlı olarak şekillenen hemen hemen her sektörde de ağır bir kan kaybına yol açtı. Bu sektörlerden belki de en büyük yara alanlarından biri de sinema sektörü oldu. Set ekibinden oyuncusuna ve yapımına yani tabandan tavana kadar bu sektöre emek veren herkesi derinden etkiledi bu süreç. 1 Temmuz tarihinde salonlar açılsa da izleyiciler salonları doldurma konusunda hala çekinceli davranıyor ve dijital platformlar üzerinden film izlemeyi tercih ediyor. Peki sinema sektöründe normalleşme ne zaman bekleniyor? Beyaz perde dijital platformlara yenilecek mi? Sinema Proje danışmanı ve Nizam Eren Sinema Atölyesi kurucusu, sektörün deneyimli ismi Nizam Eren ile konuştuk. Nagihan Alan Yiğit: Pandeminin sinema sektörünü nasıl etkilediğinden başlayalım dilerseniz… Nizam Eren: Global bir sorunun ülkemizi boş geçmesi düşünülemezdi şüphesiz. Mart ortasında kapanan salonların halen bir çoğu kapalı ve sektörel anlamda sorunuza kısa ve net yanıt verecek olursam: pandemi sinemayı fena vurdu! Nagihan Alan Yiğit: Peki hayatımızdaki sosyal mesafe gerçeği nedeniyle izleyici ve sinema salonu arasına giren mesafe, pandemi sonrasında aşılır mı dersiniz? Yeniden salonlar dolar mı? 

Nizam Eren: Sosyal mesafe kavramı çıkışı ile sinema salonları fiziki koşullarını gelin bir gözden geçirelim. Sinema; koltuk, perde ve ses sistemi ile oluşur. Biz buna sinemanın “3S” kuralı diyoruz. Film salonda sessiz izlenir, kimse kimse ile konuşmaz, kimse diğeri ile yüz yüze gelmez çünkü perde tam karşıdadır. Sosyal mesafe dediğimiz şey ise, aynı çatı altında yaşamadığınız insanlarla etkileşim için kendimizi ve karşımızdakinin sağlığını tehlikeye atmamak adına konulan kurallar bütünü. Aynı izleyici tedbirini alıp AVM geziyor, aynı kişi 300 kişilik uçakla yolculuk yapıyorken sinema salonları neden kapalı ve neden bu gerçeği kimse konuşmuyor? Pandemi sonrası sanırım grip mikrobu nasıl yaşamımızın bir parçası ise covid-19 da bundan sonra öyle olacak. Kısacası pandemi sonrası diye bir şeye inanmıyorum. Pandemi ile yaşayacağız. Farklı versiyonları ile başka bir yaşam biçimi bizi bekliyor bundan sonraki süreçte. Nagihan Alan Yiğit: Sosyal mesafenin salgından korunmak adına en önemli kıstas olduğu şu dönemlerde çekimler nasıl gidiyor?  Nizam Eren: Sosyal mesafe, maske gibi buna benzer her farklı açıklama ile bilim bizi maymuna çevirdi bir bakıma. Oysa 2 dizi hız kesmeden ve sokağa çıkma yasağına rağmen devam etti. Bir sinema filmi Boğaz Köprüsü’nde çekildi. Bazı yapım şirketleri ise çalışanlarını tehlikeye atmamak için çekimleri iptal ettiler. Birçok sinema yapımcısı film çekmeye cesaret edemiyor. Çekilmiş filmler gösterime çıkamıyor ki yenisini çeksinler. Başlanmış ama yarım kalmış birkaç filmin devam etmesi dışında yeni bir heyecan yok sektörde. Aksine belirsizliğin getirdiği bir kaygı hâkim. Nagihan Alan Yiğit: Gişe verileri pandemi öncesi ve sonrası için bize nasıl mesajlar veriyor? Sektörün zararı ve uzun vadede öngörüleriniz nedir?  Nizam Eren: Mısır Savaşları denen süreç sonrası yani 2019 Ekim ve 2020 başından itibaren her şey yolunda gidiyordu. Ta ki Mart ortasına kadar. Temmuz ayı başında açılan salonlar ve az sayıda perdede gösterime giren 2. vizyon filmleri de (her ne kadar çoğu dijital platformlar ya da pay tv’de gösterilse de) bize yakın zaman için fikir veriyor. Gişe berbat kısacası. Rakamlarla sektörel anlamda genel bir tablo çizecek olursak şöyle; ⁃ Avusturya’da 2019 haziran ilk hafta 77 bin bilet, 2020 pandemi sonrası 8 bin bilet. %90’lık bir kayıp. ⁃ Brezilya’da 2019 haziran ilk hafta 1,8 milyon bilet, 2020 pandemi sonrası 4 bin bilet. 33 milyon Real’lik hasılata karşı 76 bin Real’lik gişe geliri. ⁃ Çin Halk Cumhuriyeti’nde haziranın ilk haftasında 20,5 milyon adet satış gerçekleşirken virüs süreci sonrası sadece 174 adet bilet satışı. 720 milyon Yen’lik hasılatın karşısında 5.113 Yen. ⁃ Almanya’da 2019 haziran ilk hafta 1,2 milyon bilet, 2020 pandemi sonrası 130 bin bilet. %89,5’luk bir kayıp. ⁃ Hollanda’da geçen yıl 542 bin biletlik satışa karşılık haziran ilk haftasında %75’lik kayıpla 137 bin adetlik satış. ⁃ Rusya’da haziran aylarının ilk haftalarına bakıldığında virüs öncesinde 3,5 milyonluk satışa karşı virüs sonrası haziranında 846 adetlik haftalık izleyici... ⁃ Amerika Birleşik Devletleri’nde 159 milyon dolarlık haftalık hasılatın karşısında virüs süreci dönüşü 2,4 milyonluk gişe hasılatı... ⁃ Güney Kore’de 4,8 milyon adetlik haftalık bilet satışının karşısında pandemi sonrası haziranın ilk haftasında 482 binlik satış... 41 milyar Won’luk hasılat yerini 4 milyon Won’a bıraktı. ⁃ İspanya’da 1,2 milyonluk bilet satışına karşılık bu yılın ilk haziran haftasında 4 bin adetlik bilet satışı. ⁃ Türkiye’de ise haziranın ilk haftasında 300 bine yakın satışı yapılan sinema bileti ile 5,1 milyon TL hasılat elde edilmişti. Nagihan Alan Yiğit: Bu süreçte arabada konser, online tiyatro yayınları gibi izleyiciye alternatif yollarda ulaşıldı. Sinemada açık hava mantığı bu süreçte yerel yönetimlerce hayata geçirildi. Peki sürdürülebilir bir çözüm olacak mı? Belli ki bir süre daha pandemi ile yaşayacağız. Tiyatrolarda örneğini gördüğümüz koltukların azaltılması uygulaması sinemada uygulansa sürdürülebilir olur mu? Salonlar dolmazsa sinema ayakta kalabilir mi?  Nizam Eren: Arabada film izlemek, yazlık sinema, tatil köylerinde benim denize kurduğum perde ile plajdan film izlemek zaten mevsimsel yapılan nostaljik uygulamalardı. Tekrarından başka bir şey değil kısacası. Kışın uygulanabilirliği olanaksız. Silecekleri çalışan bir arabadan yağmurlu bir havada film izlemek ne kadar mümkün siz düşünün. Sinema, tiyatro gibi günde bir gösterim yapan durağan ritüele sahip bir sektör değil. Sinemanın yaşaması için günde en az 5 gösterime gereksinim duyulur ki işletme giderleri çıksın. Ayrıca 1 gösterim ile 3 milyon TL’ye çekilen bir filmin zararı baştan kabul edilmiş demektir. Salonlar olmazsa filmler yine olur ama salonlar dolmazsa sinema ölür. Nagihan Alan Yiğit: Siz de diyorsunuz zaten salonlar dolmazsa sinema ölür diye. Biliyorsunuz pandemi süreci dijital platformlardan film izleme kültürünü oldukça besledi. Sizce bu süreç beyaz perde ile dijital platformlar arasındaki rekabeti ne derece etkiledi?  Nizam Eren: Pandemi, bazı sektörlere olumlu yansıdı elbette. Her olumsuz koşulun bir zıttı vardır. Gıda sektörü, online alışveriş ve elbette dijital platformlar bu süreçten kârlı çıktı. Örneğin evine kapanıp film izlemek dışında seçeneği olmayanları fark eden platformlar filmleri daha ucuza almaya başladılar çünkü paraya sıkışmış birçok yapımcı mecbur kaldı borçlarını ödeyebilmek için. Bu süreçte daha fazla abone kazandılar ve daha fazla kâr elde ettiler elbette. Nagihan Alan Yiğit: Bu süreçle birlikte stüdyolar sahip oldukları dijital servislerden mi vizyona sokar filmlerini dersiniz? Malum Universal Stüdyoları, “Trolls”u dijital olarak vizyona soktu ve artık filmlerinin sadece beyaz perdede değil aynı zamanda dijitalde vizyona gireceğini açıkladı. Yine Disney de beklenen filmi “Artemis Fowl”u pandemi sebebiyle kendi dijital platformu Disney Plus’tan vizyona sokmaya karar verdi.  Beyaz perde uzun vadede dijitale yenilir diyebilir miyiz?  Nizam Eren: 1814 tarihi yani sinemanın başlangıcından günümüze sinemanın birçok rakibi ya da düşmanı oldu ama sinema hep gelişerek büyüdü. Ancak şu anki global bir sorun ve bundan sonrasını kestirmek gerçekten güç. Sinemanın kendine göre artıları var. Perde büyüdükçe görüntü güzelleşir ama TV’de perde büyüdükçe görüntü kötüleşir. Sinemanın sesi asla 5+1 ile kıyaslanamaz bile. TV’de dur-izle vardır, sinemada yerinden bile kalkamazsın. Mesele sadece teknik de değil. İnsanların bir arada bulunma iç güdüsü göz ardı edilmemeli. Kısacası sinema; TV, renkli TV, çok kanallı TV, pay TV, CD, DVD, blu ray, korsan linkler ve platformlarla yani hemen her şey ile savaştı ve kazandı. Pandemi süreci uzun sürerse salonlar yaşayamaz. Salonlar olmazsa sinemadan kazanılan gelir kapısı yok olur ve evet sinema dijital platformlara kalır. Nagihan Alan Yiğit: Sinemada felaket filmlerine talep azalır mı? Tercihlerde nasıl bir dönüşüm yaratır bu süreç? Son olarak izleyici tercih ve psikolojisine yönelik görüşlerinizi de almak isterim.  Nizam Eren: İnsanlık tarihi felaketlerle dolu. Bu felaketlerin çoğu perdeye yansımıştır ve felaket büyüdükçe gişe de artmıştır. İnsan, korkudan beslenir. Yüzleşir ya da başına gelmeyeceğini düşünerek bilinçaltı bir zevk alır. 1999 depreminde 35 bin yaşam kaybedilmişken 10 gün sonra gösterime giren Matrix filmi bütün zamanların açılış rekorunu kırmıştı ülkemizde. Ya da Titanik, 3 saat 15 dakika süresine karşın yine bütün zamanların en çok gişe yapmış yabancı film rekorunu yıllarca taşıdı. Kısacası pandemi sonrası, öncesinde olduğu gibi, salgın konulu filmlerin onlarca versiyonu çekilecektir. Ülkemizdeki film yapımcıları ile Hollywood kıyaslanamaz. Hollywood bu pandemiden beslenecek ve bize zamana yayılmış yüzlerce film gönderecek. Ama bizim yapımcılarımız bu dönemi ucuz korku ya da ucuz komedi filmleri geçiştirmeye çalışacak. Haklılardır çünkü sinema, getirisi olmayan bir yatırım aracı şu an.