Pandemi gündemi bir türlü ikinci plana düşmemektedir. Dünyada 6 milyardan fazla aşı uygulanmış olmasına karşın özellikle gelişmekte olan ülkelerde olgu sayılarında ciddi artışlar görülmektedir. Ölümlerde ise geçmişteki keskin yükselişler aşılanmanın yüksek olduğu bölgelerde artık görülmemektedir.
Pandeminin 1.5 yılı toplumsal psikolojimizde geniş dalgalanmalara yol açtı. Örneğin halk olarak fili tarif eden körler gibiydik, kuyruğunu tuttuğumuzda bu bir iptir, bacağını tutunca bu ağaç gibi bir şeydir diyorduk. Umut balonlarının gerçek bilgi yerine şişirildiğini de gördük, gereksiz korkularla otellerde yatan sağlıkçıları, bilgi yetersizliği nedeniyle 12 yaş altındaki çocuklarına psikolojik travma yaşatanları da. Şu anki bilgilerimizle geriye baktığımızda çocuklarda ciddi hastalık beklenmemesinden hareketle bir kısmına gereksiz önlemler olarak bakabiliyoruz. Şu an daha fazla olgu ve ölüm gerçekleştiği halde robocop’a benzetilen giysilerle dolaşanları hemen hiçbir yerde göremiyoruz. Aldığımız elmayı deterjanla yıkamıyoruz, her yeri 10 dakikada bir dezenfektan ile silmiyoruz.
Salgında gerçek verilere ‘fazladan ölümler’ kavramıyla ulaşabiliyoruz. E-devlet, belediyeler, mezarlıklar müdürlüklerinden alınabilen bilgiler ile önceki yıllara göre pandemi döneminde gerçekleşen ölümlerin istatistik analizi bize bu veriyi sunmaktadır. Grafikte görüldüğü gibi 10 Mart-21 Eylül arasında yaklaşık olarak nüfusun yarısının yaşadığı kentlerde önceki 3 yıla göre fazladan ölüm sayısı 89 bin, bunu tüm ülkeye uyarladığımızda ise 189.000’e ulaşıyoruz. Bu da resmi verilerden çok daha fazla pandemi kaynaklı ölümü ortaya koymaktadır. Benzer durum olgu sayıları için de geçerlidir.
Grafik: Son 6 ayda (10 Mart- 21 Eylül 2021 arasında E-devlet, belediyeler, mezarlıklar müdürlüklerinden alınan bilgiler ile 22 ilde önceki yıllara göre fazladan ölümler (Veriler TTB Pandemi Çalışma Grubu üyesi Güçlü Yaman’dan alınmıştır).
Hastalığın kitlesel boyutta geriletilmesi için hem bireysel, hem de toplumsal önlemler, tüm kanaat önderleri, ilgili meslek örgütleri, odalar ve sendikalarla, devletin yasa ve yönetmelik düzenlemeleriyle birlikte yürütüldüğünde etkili olabilecektir. Filyasyon ve temaslı izleminin tekrar istenen düzeylere çıkarılması vurgulanmalıdır. Pandeminin ilk aylarında olgu başına 8 civarında olan temaslı sayısı bu dönemde 1-2’ye kadar düşmüştür. Saptanan yüksek şüpheli veya tanılı olguların derhal izole edilmesi, hatta karantina uygulanması ünlü ‘Rt’ değerlerini 1’in altına düşürmede kilit önem taşır. Yüksek riskli gruplarda tarama programları, gerçek filyasyon, hızlı test uygulamaları olmadan göreceğimiz tablo, şimdiki gibi salgının hastanelerde karşılanması olacaktır. Yani ateşi yükselen, öksüren, nefes darlığı olan hastaneye koşacak, PCR yapılıp pozitifsin denecek, diğerleri hafif semptomlarla toplumda gezmeye -ve tabii bulaştırmaya- devam edecektir.
Maskeler, el dezenfektanlarıyla geçirecek uzun yıllarımız, yeni kuşaklarımız olacağı ortadadır. O nedenle sosyokültürel kodların uzun vadeli olarak evrilmesi düşünülmelidir. Gelecek kuşaklara devredilen mirasın kalıcılığı için çocuklar ve kadınların eğitimi kritik olacaktır. ‘Maske, mesafe, hijyen’ gibi yetersiz sözcüklerle ancak zayıf bir ilerleme beklenebilir. Okullarda ve işyerlerinde kişi başına düşen hava hacminin, havalandırmanın yeterli olduğu, sıkışık ortamlarda birarada olmanın engellendiği, süresinin minimalize edildiği koşullar yaratılmalı ve sürdürülmelidir. ‘Maske, mesafe, hijyen’e ek olarak teknik anlamda “havalandırma ve süre”, stratejik olarak ise “korunma, dayanışma, eğitim” mottolarının eklenmesi ile başarılı bir salgın yönetimine geçiş yapılabilir.
Salgın sürecine en büyük zarar veren konulardan biri bilgi kirliliğidir. Birçok faktör bilgi kirliliğine neden olmakta ve yaygınlaştırmaktadır. Sosyal medyanın sorumsuzca, yalan ve yanlışların yayılmasında kullanımı, kişilerin pandeminin verdiği panik (infodemics) nedeniyle her duyduğuna inanması, ilaç şirketleri ve bazı devletlerin bilinçli dezenformasyon çabaları, ticari kuruluşların kar hırsı sayılabilir. Aşı tereddüdü ve karşıtlığı da büyük oranda tutarlı ve kanıtlarla desteklenen bilgilerin topluma aktarılmasındaki eksiklikten kaynaklanmaktadır.
Devlet gerçek anlamda aşı kampanyası yürütmelidir. Nusret Fişek’lerden, Refik Saydam’lardan, Füsun Sayek’lerden beri geliştirerek sürdürdüğümüz toplumcu hekimlik, kamusal sağlık geleneğimize çok şey borçluyuz. Somut bir örnek vermek gerekirse Sağlık Ocaklarında çalışan hekim, hemşire, sağlık memuru aşı için okullara, kitlesel bulunulan yerlere gidip aşılama yapardı, şimdi ise internetten girilip randevu alınmasını bekliyoruz. Şehirlerin meydanlarında kocaman pankartlarda ‘aşı kısırlık, kanser yapmaz’ yazılmıyorsa, cami hoparlöründen aşıya çağrı yankılanmıyorsa, devlet aşı kampanyası yapmıyor demektir. Sigara yasaklarında, askere alım, vergi toplamada devletin istediğinde ne kadar etkin ‘teşvik’te bulunduğunu yaşayan vatandaşlarız.
Birkaç gündür ülkemiz aşı haritasında 2 doz aşı olanlar üzerinden renklendirme yapılması olumlu bir adımdır. Ancak aşılanma sonsuza kadar etkili bir bağışıklık oluşturmamaktadır. Yani 6-7 ay önce 2 doz geleneksel aşı (Sinovac) olan kişilerde delta varyantına karşı bir bağışıklık bulunmamaktadır, bu kişilerin haritada aşılıymış gibi görünmesi yanlıştır. Buna göre yapılabilecek matematiksel modellemede ülkemizde %20-30’dan fazla tam aşılı veya bağışıklanmış kişi bulunmamaktadır. Bu da olgu sayısındaki yüksek gidişi açıklamaktadır.
Sağlık sisteminde en önemli olumsuzluklardan biri de COVID-19 dışındaki hastalıkların bakımında yaşanmıştır. Kanser, diyabet, kalp, beyin ve akciğer hastalıkları gibi birçok başlıkta muayeneler zorlaşmış, ertelenmiştir. Rutin kontroller, bakımların olmaması uzun dönemde ilgili hastalıklardan ölümleri artırmış, sağlık göstergelerine olumsuz yansımıştır.
Ülkeler ve bölgeler arası eşitsizlikler salgının bitmemesinin temel nedenlerindendir. Salgının ilk aylarındaki bocalamadan sonra netleşen fotografta gelişmemiş ve gelişmekte olan diye nazikçe ifade etmeye çalıştığımız, gerçekte “dünyanın ötekileri” olan ülkeler, güney yarımküre, güney Asya, Latin Amerika’nın daha fazla etkilendiği ortaya çıktı. Aşı eşitsizliği de benzer şekilde vahşi kapitalizmin kar hırsının sonuçlarından biri olma yolundadır. Kanada’da nüfusun 9 katı, Bangladeş’te 1/9’u kadar aşı satın alınabilmiştir. Özetle COVID-19 fakir ülkeler aleyhine büyüdü. Son aylarda ölümleri hızla artan ülkelerin hemen tamamı yoksul ülkeler oldu. Olgu sayısı için aynı şeyi söyleyemiyoruz çünkü aşılaması yüksek oranda olan ülkelerde yüksek olgu sayıları fakat düşük ölüm oranları tabloya egemen. Diğer bir eşitsizlik konusu, ABD, İngiltere, Fransa gibi dünyanın ‘artı değer’inden aslan payını alan ülkeler de dahil, etkilenenlerin orantısız şekilde yoksullar, siyahiler, evsizler, azınlıklar gibi ötekiler olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin İngiltere’de de, ABD’de Louisiana gibi bazı bölgelerde de, siyahilerin nüfusa oranından çok daha fazla hasta olup öldüğü bilimsel olarak ortaya kondu. Siyahiler dışındaki azınlıklar için de benzer durum geçerli. Sonuçta COVID-19 toplum içinde, gruplar arasında ayrım yapıyor. Önümüzdeki dönemde COVID-19’un “ötekilerin hastalığı” olduğu tablo daha da netleşecektir. Eşit ve ücretsiz sağlığa erişim, koruyucu hekimlik, toplumcu ve kamucu sağlığın ön planda olmadığı her ülkede bu net olarak ortaya çıkmıştır.
Bu hastalık ve pandemi sadece sağlıkçıların özverisiyle, kahramanlığıyla yenilmeyecektir. Hayvan ve bitkilerin doğal ortamlarına kar hırsı ile yapılan saldırıların ve ekonomik eşitsizliklerin pandeminin asıl kaynağı olduğu düşünüldüğünde aynı yoldan izleri görerek geri dönmemiz gerektiği de aydınlığa çıkar. Sosyal ve ekonomik önlemler sağlık müdahalelerine uyum sağladığında kısa zamanda “son pik noktası” geçilmiş olacak ve daha fazla yaşam kaybedilmeden, tüm bunlardan ders çıkarmış, doğal yaşam alanlarına saygılı dünya halkları ve toplum olarak arayışlarımızı sürdüreceğiz.
Özet: Pandemi her yerde bitmeden, sizin evinizde bitmez. Ortak akılla, katılımcılıkla düşünmezsek fedailikle, kahramanlıkla, bölgesel/ülkesel başarı ile çözüme ulaşılamaz.