Norveç’teki psikoloji eğitimi sistemini Türkiye’ye getirsek ne iyi olur diye düşünürken, İstanbul Üniversitesi'nde Açık öğretim Psikoloji Bölümü'nün açılması benim gibi birçok psikolog meslektaşımı isyan ettirdi. Türk Psikologlar Derneği'nden yapılan açıklamada, "Açık öğretimde psikoloji lisans programı uygulaması, psikoloji bilimi ve evrensel yükseköğrenim ilkeleri uyarınca mümkün ve kabul edilebilir değildir" denildi. Ben ve birçok meslektaşım bu durumu bir halk sağlığı tehdidi olarak görmekteyiz. Neden mi? Okuyalım.
Günümüzde sahte psikologlar bit gibi çoğalmışken, bir iki sertifika alan kendini ‘yaşam koçu, ilişki uzmanı, bilmem ne danışmanı’ diye ilan ederken ve üstüne sosyal medyada on binlerce takipçiye sahipken -burada problem sosyal medyada on binlerce takipçiye sahip olmaları değil. Problem, aynı üfürükçülerin, doktor gibi davranıp hastaları sakat bıraktığı gibi, bunların da takipçilerinin ruhsal dünyalarını, yanlış yönlendirmeleriyle sakatlıyor olmaları- ve hala daha görev alanlarımızı çizen ve bizi sahiplenen bir meslek yasamız yokken, birkaç gün önce gündemimize bomba gibi düştü Psikoloji bölümünün açık öğretime girmesi. Hali hazırda var olan lisans programlarını geliştirmek, yeterli kriter ve yetkinlikleri sağlamayan üniversitelere psikoloji bölümü açma yetkisini vermemek ve herkesin kendini psikolog olarak tanımlamasının önüne geçmek yerine, bu haberin gündeme gelmesi beni oldukça şaşırttı, şaşırmamam gereken yerde. Biliyorsunuz, bu ülkede yeterli uzman ve akademik görüşü almadan bir günde kararlar çıkabiliyor. Lise birdeyken kafama takmıştım psikolog olacağım diye. 2001 yılında üniversite sınavına girdiğimde ODTÜ Psikolojiyi yazmıştım ilk sıraya. Sonrasında Hacettepe, Ankara ve Ege Üniversiteleri Psikoloji bölümü yer almıştı toplam dört olan tercihimde. Hayallerimin peşinden gitmem on dokuz sene sürdü. Hala da sürmekte. Kuramsal ve uygulamalı ders içeriklerinden, sürekli yaptığımız gözlem ve ödevlere, projelere, rol oyunlarına (role-playing), grup çalışmalarına ve stajlara dolu dolu dört sene harcadım. Bizim zamanımızda yani yaklaşık 20 sene önce sayımız azdı üstelik. Kimimiz klinik psikoloji alanında devam ettik; kimimiz endüstri ve örgüt psikolojisinde… Kimimiz gelişim alanında çalışmayı tercih ettik. Kimimiz ise sosyal psikolojisine gönül verdik. Şimdi ise her yıl psikoloji bölümden üç bin ile beş bin arasında öğrenci mezun oluyor. Şu anda alanda yaklaşık 50 bin psikolog var ve Türkiye’de çalışabilecekleri yeterli iş alanı yok! Bir satış danışmanı psikoloji mezunuyum derse şaşırmayın sakın ya da evde iş bekleyenleri duyduğunuzda afallamayın. Tabi özellikle özel üniversitelerde hatta devlet üniversitelerinde yetersiz kadro ve yetkinlikle açılan psikoloji bölümlerinden bahsetmemek de olmaz. Bir kişinin her alanda ders verdiği, rol model alabilecek hocalarınızın az olduğu, etik eğitimin verilmediği, stajların öğretici olmak yerine gün öldürücü olduğu bölümlerden. Mezununun bir insanı görür görmez, çeşitli ‘sıfatlarla’, bir bakışla teşhis koyduğu hani. Bilirsiniz. Ölçme yok, psikometrik değerlendirme yok, vakayı tanıma ve kriterleri DSM-5 ya da ICD-10 gibi evrensel kriterlere dayandırma yok. Mezunun, dört yıllık eğitimle aynı anda kendini hem çocuk psikologu, hem evlilik danışmanı, hem yetişkin ruh sağlığı uzmanı olduğunu sandığı. Herhangi bir yüksek lisans, doktora ya da terapi eğitimi almadan üstelik…Ya da farklı bölümlerden mezun olup (rehberlik ve psikolojik danışmanlık öğretmenliği ya da sosyoloji gibi) klinik psikoloji alanında sadece iki yıl eğitim görüp kendini klinik psikolog ilan edenleri de unutmamak lazım. Hani halk sağlığı için tehlikeden bahsettim ya. İşte tehlike bu grupta. İşte tehlike yeterli yetkinliğe sahip olmadığı halde kendini psikolog olan görende. İşte tehlike, psikolog etiketi altında gerçekten yardım ihtiyacı olan insanları dolandıranlarda; onların iyileşme umudunu, zamanını, parasını ve inancını çalanlarda. Bir de üzerine, açık öğretimden psikolog unvanı alınacak olursa, doğru dürüst bilgisi ve deneyimi olmadan, yanlış teşhis ve uygulama sunabilecek, yeni bir grup yer alacak ruh sağlığı hizmetlerinde. Hani dedim ya, bizim görev ve yetki alanımızı belirleyecek bir meslek yasamız yok diye. İşte tam burada Norveç modelini, Türk otoritelere sunmak, üzerine uzun uzun tartışmak isterdim. Burada iki türlü Psikoloji eğitimi var. Biri bizim lisans eğitimine benzeyen, üç yıllık ve psikolojinin her alt birimi üzerine genel bir eğitim veren ve mezunların sadece psikoloji mezunu unvanı aldığı ve klinik alanda çalışamayacağı (meali hasta bakamayacağı) bir eğitim. Diğeri ise altı yıllık olan ve profesyonel psikoloji adı altında sadece klinik alanda eğitim veren (psikopatolojiden tutun da sinir bilimine, aile terapisinden tutun da yetişkin ruhsal bozukluklarına) sıkı bir eğitim. Neredeyse bu eğitimin bir buçuk yıllık süreci de farklı zorunlu staj (süpervizörlü) tecrübeleri ile geçiyor. Bunların yanında, tez savunmasının bulunduğu ve temel terapi eğitimlerinin verildiği altı sene sonunda sadece mezunların psikolog unvanı aldığı ve bölüme girebilmek için diploma notunuzun altı üzerinden altıya yakın olması gerektiği bir bölüm. Ha belli bir alanda uzmanlaşmak isterseniz de bir beş sene daha dirsek çürütmeniz gerekiyor. (Toplamda on bir yıl, rastgele!) Bir de hani Harvard Üniversitesinden bile mezun olsanız, Norveç size hoş geldin, hemen işe başla demiyor. Aldığınız derslere bakıyor ve sizi bir iki sene daha kendi sistemi içerisinde tekrardan okutuyor, Norveççe dilini öğrendiğiniz sürece. Ülke genelinde bu profesyonel psikolojiyi veren üniversite sayısı da bölüme aldıkları öğrenci de çok az. Çünkü arkasında kocaman bir Norveç Psikoloji Derneği duruyor (Norsk psykologforening), fazla mezun istemiyoruz diye masaya yumruğunu vurabiliyor. Meslek yasaları mevcut, görev alanları net çizilmiş; psikiyatri psikolog çekişmesi de yok zaten. Herkes sorumluluğunu gayet iyi biliyor. Bana gelince, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinden, ODTÜ’den, şeref öğrencisi olarak mezun olmuşken, Türkiye’nin en büyük üniversite hastanelerinden birinde, Ege Üniversitesi çocuk ve ergen psikiyatri birimde sayısız vaka görmüş ve değerli hocalarımızın tecrübelerinden faydalanmışken, yüksek lisansımı tamamlamışken, bunca tecrübe ve bilginin üzerine, sevgili Norveç bana ‘daha alacak derslerin var, bizim sistemimize göre yeterli değilsin’ dedi. Hani 19 sene dedim ya… İşte hala okuyorum bu yüzden. Buradan da Norveç’in insan ruh sağlığına ne kadar kıymet verdiğini görüyoruz, bizimkilerin aksine… İnsan ruhunun gizlerini, gölgelerini ve derinliğini ortaya çıkarmaya çalıştığımız, insanı hem araç hem de amaç olarak kullandığımız bir mesleği, insansız, etkileşimsiz ve sadece kitaplara dayanarak uzaktan öğretmeye çalışmak ilk kimin aklına geldi acaba? Uzaktan bir eğitimle, sözlü ve sözsüz iletişimin ve yakınlığın çok önemli olduğu bir meslek, nasıl yerine hakkıyla getirilebilecek? O zaman tıpı da açık öğretimden yapalım? İnsan psikolojisi ciddi bir iş. Böyle açık öğretimle geçiştirilebilecek, yaşam koçları gibi insanların elinde maskara olacak bir bilim dalı değil. Mevcut durumda bile yetersiz kalıyorken psikoloji eğitimi ve çalışma alanlarında genellikle psikiyatr yardımcısı olarak değersiz kılınıyorken, bir de böyle açık öğretim eğitimine başlanması sonucu bilimimiz iyice sulandırılıp değerini tamamen kaybedecek.