Sağlıkta şiddetin dozu her geçen gün artarak çok tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Hekimlerin hayat şartlarına karşı sürdürdüğü mücadeleye bir de uygulanan sözlü ve fiziksel şiddet eklenince bu mesleği yapmak her geçen gün zorlaşıyor. Ülkemizin aydınlık yüzleri, yetişmiş beyinleri ve sağlık ordusunun temel direği olan hekimler büyük sıkıntılar çekiyor; kurtuluşu, emekli olmakta, iş değiştirmekte ya da hekimliğin saygın bir meslek olarak kabul edildiği Batı ülkelerine göç etmekte arıyor.
Aslında şiddetin üç temel nedeni var:
Bunlardan en önemlisi, devletin sağlık hizmetlerine ayırdığı payın giderek küçülmesi. Devletin sağlık harcamalarına katkısı sistematik olarak azaltılırken kamuda çalışan hekimler de bundan nasibini alıyor; düşük ücretlere mahkûm ediliyor. Ortalama bir yaşamı sürdürmekten uzak olan hekimler, kamudan istifa ederek özel sektörde gelecek arıyor. Devletin sağlık kurumlarında çalışan hekim sayısı azalırken hekim başına düşen hasta sayısı artıyor. Buna bağlı olarak hizmet kalitesi düşüyor. Bir yandan halk gittikçe yoksullaşıyor, öte yandan özel hastanelerin tedavi ücretleri artıyor. Dolayısıyla kamu hastanelerinde yığılmalar başlıyor. Sistemden kaynaklanan sorunlar hekimle hastayı sanki rakipmiş gibi karşı karşıya getiriyor.
İkinci temel neden, ülkeyi yönetenlerin söylemleri. Siyasi otoritenin kullandığı dilin kabalık boyutunda sertleşmesi, toplumsal davranışların da çerçevesini çiziyor. Zorlu sınavlarla seçilmiş, büyük emeklerle yetişmiş, uzmanlaşmış, kendini mesleğine adamış onca değerli hekim için kullanılan "giderlerse gitsinler!”, “doktor efendi" tarzı onur kırıcı, küçümseyici söylemler, özellikle sosyo-ekonomik düzeyi düşük kesimlerin gözünde hekimliği değersizleştiriyor. Şiddeti kışkırtan bu tür söylemler nedeniyle hekimlere ilişkin toplumdaki değer yargıları ve davranış kalıpları giderek yozlaşıyor. Kötülük, sosyal medya üzerinden daha kolay örgütleniyor. Bu güçten yararlananlar hekimleri pervasızca hedef gösteriyor. Son günlerde yaşananlar aşı karşıtlarının da hekimlerin can güvenliği için önemli bir tehdit oluşturduğunu gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün onay verdiği aşıları ithal edip vatandaşlara uygulanmasını sağlayan T.C. Sağlık Bakanlığı’dır. Ne tuhaf ki aşı karşıtları ilgili bakanlığı değil de aşının önemini hatırlatan hekimleri ilaç lobilerine hizmet etmekle suçluyor; hatta ölümle tehdit ediyor. İktidar ittifakının çoğunlukta olduğu TBMM’de, sağlıkta şiddet konusunun ele alınacağı olağanüstü toplantı için yeterli sayıya ulaşılamaması, sorunun siyasi otoritenin öncelikleri arasında olmadığını ne yazık ki apaçık gösteriyor.
Üçüncü temel neden ise sağlıkta şiddete karşı uygulanacak cezai yaptırımların yetersizliği. Şiddet eylemlerine çağdaş hukuka uygun cezalar verilmiyor. Hatta tam tersine failler cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Böylece sağlıkçılara şiddet uygulamak neredeyse meşru kabul ediliyor.
Bugün maddi olarak güçsüz bırakılan hekimlerin saygınlıkları kalmadığı gibi can güvenlikleri de tehdit altında. Şiddet artık mesleki bir riske dönüşmüş durumda. Sağlık sistemini yönetemeyenler, kendi başarısızlıklarını perdelemek için hekimi ve sağlık personelini halkla karşı karşıya getiriyor, hedef alınmalarına göz yumuyor. Hekim niye Batı ülkelerinde mesleğine devam etmek istiyor diye sorgulamak yerine sözde milliyetçi söylemler üzerinden köpürtülen yüzeysel yaklaşımlarla sorun özünden saptırılıyor.
OECD üyeleri arasında kişi başına düşen hekim sayısının en düşük olduğu ülkelerden biri olan Türkiye’de siyasi otorite aynı strateji ve tutumu devam ettirirse toplum sağlığını ilgilendiren bu sorun daha da derinleşecek. İşte o zaman taşıma su ile değirmenin döndürülemeyeceği her kesim tarafından görülecek.