BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ

Science Po'dan araştırma: Hürriyet ve CNN Türk’ün nasıl “yandaşlaştığı” bilimsel yöntemlerle ölçüldü

Siyaset biliminde dünyanın önde gelen üniversitelerinden olan Paris merkezli Sciences Po’da yapılan araştırmada, Türkiye’deki 3 milyon Twitter kullanıcısının siyasi tercihleri ve medya tüketimleri değerlendirildi.

Abone Ol

Siyaset biliminde dünyanın önde gelen üniversitelerinden olan Paris merkezli Sciences Po’da yapılan araştırmada, Türkiye’deki 3 milyon Twitter kullanıcısının siyasi tercihleri ve medya tüketimleri değerlendirildi.

Hürriyet, CNN Türk, DHA ve Posta gibi yayınların, Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satılmasının ardından “ana akım” kimliğini kaybederek hükûmet destekçilerinin adresi hâline nasıl geldiği araştırmada verilerle ortaya konuluyor.

Journo'ya konuşan araştırmanın yazarlarından Ömer Faruk Metin, ana akımın yok edilip medyanın “iktidar” ve “muhalif” diye kutuplaştırılmasının gazeteciliğe zarar verdiğini vurguladı ve TRT’nin rolünü ve medya sahipliğindeki “holding etkisini” daha sık tartışmalı dedi.

Uluslararası akademik yayınevi SAGE’in “Party Politics” (Parti Siyaseti) dergisinde bu ay Türkiye medyasını konu alan bir makale yayımlandı.

Sciences Po’nun Siyasi Araştırmalar Merkezi (CNRS) ve Max Planck Enstitüsü’nde görevli Ömer Faruk Metin ile Sciences Po Medialab’de görevli akademisyen Pedro Ramaciotti Morales imzasını taşıyan makalenin Türkçe başlığı şöyle: “Türkiye’de Demokratik Gerileme, Partiler Arası Yeni Ayrım ve Değişen Medya Sahipliği.” 

Metin, bu araştırmayla ilgili Journo'nun sorularını yanıtladı.

Bu çok boyutlu araştırmanın yöntemini ve amacını kısaca anlatır mısınız?

Araştırmamız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) 600 milletvekilinden en az 3’ünü Twitter’da takip eden 3 milyon Twitter takipçisi üzerinden yapıldı. Çeşitli istatistiksel yöntemler kullanarak bu verileri metodolojik olarak bir çerçeveye soktuk.

Amaçlarımızdan ilki, Türkiye’deki siyasi partiler topografyasını ortaya çıkarmaktı. Aynı amaçla daha önce yapılmış, farklı metotların kullanıldığı çalışmalar var. Bizim temelde yapmak istediğimiz şey ise partilerin birbirlerine göre uzaklıklarını, çok boyutlu düzenlerde dinamik olarak görselleştirmekti. Diğer bir ifadeyle, hangi siyasi partilerin daha fazla ortak sosyal medya takipçisi var ve bu bize siyasi olarak ne anlam ifade ediyor, bunu anlamaya çalıştık.

KONDA gibi kuruluşların kamuoyu araştırma verilerini de kullanarak Twitter’daki kitlenin siyasi eğilimlerini belirlemiş ve hatta etnik aidiyeti (Türk-Kürt) de dikkate almışsınız. Araştırmanızın en çarpıcı bulguları sizce neler?

Evet, makalenin ilk kısmında Türkiye’deki partileri bölen/kutuplaştıran ana konuları belirlemek ve hangi parti temsilcilerinin birbirlerine ne kadar uzakta olduklarını tespit etmek istedik. Bunu yaparken keşfettiğimiz şey, Türkiye’de artık partileri ayıran ana konunun demokrasi-otoriterleşme olduğuydu. Artık Türkiye’de uzun süre partileri bölen ana mesele olan sekülerlik-dindarlık ayrımı yerine, demokrasi-otoriterlik ayrımı oluşmuş durumda.

Makaleden alınan yukarıdaki görsel, Uygunluk Analizi (İngilizce “Correspondence Analysis”) kullanılarak oluşturuldu. Görsel üzerindeki her bir artı işareti (+), bir milletvekilinin Twitter’daki uzamsal konumunu temsil ediyor. Arka yüzeydeki altıgen ızgaranın koyuluğu, belirli konum için Twitter takipçilerinin sayısını ifade ediyor. İki milletvekili birbirine ne kadar yakınsa, her ikisini de takip eden ortak takipçi sayısı artıyor.

Araştırmanın ikinci ve ana bölümü ise bu ayrım ve kutuplaşmada medyanın rolünün ne olduğu üzerineydi. Medya, parti kutuplaşması ve toplumsal kutuplaşmada nasıl bir rol üstleniyor, bunu sorduk.

Bu soruyu yanıtlamak için de şöyle bir metot geliştirdik: 2 boyutlu düzlemde parti temsilcilerinin ve Twitter kullanıcılarının yerlerini biliyoruz. Twitter kullanıcılarının parti skorlarını da biliyoruz. TBMM’deki milletvekillerini takip eden 3 milyon Twitter kullanıcısından rastgele 100 binini seçtik ve attıkları 12 milyon tweet’i inceledik. Hangi partiye yakın olan insanların hangi haber kuruluşlarının içeriklerini paylaştığına baktık. 

TRT gibi tüm vatandaşların vergileriyle ve bandrol ödemeleriyle finanse edilen bir kamu yayıncısının haberlerinin, çok ağırlıklı bir şekilde iktidar partilerine yakın seçmenlerce paylaşılması aslında büyük bir problem. Bunun, gelecekte de TRT’ye finansal özerklik ve medya özgürlüğü kazandırabilmek açısından tartışmaya değer bir konu olduğunu düşünüyorum. Yarın öbür gün iktidar değiştiğinde TRT aynı şekilde iktidar sempatizanları tarafından mı takip edilecek, yoksa daha çeşitli siyasi grupların dikkatine değer çalışmalarla mı faaliyet gösterecek? Bu önemli.

Yabancı haber kuruluşları her ne kadar ağırlıklı olarak muhalefet destekçileri tarafından takip edilse de iktidar destekçileri de bunların haberlerini paylaşıyor. Bu yüzden bu yabancı haber kuruluşları aslına bakılırsa Türkiye’de ana akım hâline gelmiş durumda.

Zapt edilen ana akımın takipçi kitlesi dönüştü

Medyaya dair ikinci bölümde Hürriyet, CNN Türk, DHA ve Posta gibi yayınlara sahip Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satılmasının ardından, bu haber kuruluşlarının Twitter’daki takipçi kitlesinin dönüşümünü inceledik. 2017’de bu kuruluşların ana akım (İngilizce “mainstream”) diye nitelendirilebilecek takipçi kitlelerinin, değişerek gittikçe iktidar destekçisi insanlar tarafından tüketildiğini gördük.

Biliyorsunuz, bugün büyük medya gruplarının birçoğu holdinglerin elinde. Peki, medya kuruluşları bir holding çatısı altında yönetildiğinde acaba daha mı iktidar yandaşı oluyorlar? Bu soruyu aynı verilerle yanıtlarken şu sonuca vardık: Holdinglere ait gazete ve TV kanalları arasında ağırlıklı olarak muhalefet seçmeninin Twitter’da paylaştığı tek bir örnek bile yok.

Özellikle bu son noktanın daha çok tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü görülüyor ki medya kuruluşları holdingler tarafından satın alındığında sadece belli siyasi kitlelere hitap etme eğiliminde oluyorlar. Bunun belli sebepleri var. Mesela holdinglerin iktidarla işbirliği yapmaya olan yatkınlığı

TRT yandaşlaşınca yabancı medya “ana akım” oldu

Medyaya dair sonuçlarımızda üç önemli bulgu söz konusu:

Önce devlet medyasına baktık. İktidarı destekleyen Twitter kullanıcılarının TRT’yi çok sıklıkla takip ettiğini ve paylaştığını gördük. Bu zaten tahmin edilebilirdi ama bu durumu istatistiksel olarak ortaya koymak ve görselleştirmek istedik. Ardından TRT’yi, Türkiye’de etkisini son yıllarda artıran yabancı medyayla karşılaştırdık. BBC Türkçe, Independent, Sputnik, DW vs.

En sık paylaşılan TRT kanalları TRT, TRT Haber, TRT Spor ve TRT World. Daha çok kimler bu kanalların bağlantılarını Twitter’da paylaşıyor diye baktığımızda, çok radikal bir şekilde, iktidarla muhalefet arasında derin bir uçurum görüyoruz. İktidar milletvekillerini takip eden Twitter kullanıcıları TRT haberlerini çok sıklıkla paylaşıyor. Muhalefet partilerinin milletvekillerini takip edenler ise neredeyse hiç paylaşmıyor.

 Verilere göre bugün yabancı medya kuruluşları hem iktidar hem muhalefet seçmenine hitap edebildiği için “ana akım” medya kimliğini taşıyor. TRT kanalları ise neredeyse sadece iktidar seçmenine hitap ediyor.

TRT gibi tüm vatandaşların vergileriyle ve bandrol ödemeleriyle finanse edilen bir kamu yayıncısının haberlerinin, çok ağırlıklı bir şekilde iktidar partilerine yakın seçmenlerce paylaşılması aslında büyük bir problem. Bunun, gelecekte de TRT’ye finansal özerklik ve medya özgürlüğü kazandırabilmek açısından tartışmaya değer bir konu olduğunu düşünüyorum. Yarın öbür gün iktidar değiştiğinde TRT aynı şekilde iktidar sempatizanları tarafından mı takip edilecek, yoksa daha çeşitli siyasi grupların dikkatine değer çalışmalarla mı faaliyet gösterecek? Bu önemli.

Yabancı haber kuruluşları her ne kadar ağırlıklı olarak muhalefet destekçileri tarafından takip edilse de iktidar destekçileri de bunların haberlerini paylaşıyor. Bu yüzden bu yabancı haber kuruluşları aslına bakılırsa Türkiye’de ana akım hâline gelmiş durumda.

Zapt edilen ana akımın takipçi kitlesi dönüştü

Medyaya dair ikinci bölümde Hürriyet, CNN Türk, DHA ve Posta gibi yayınlara sahip Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satılmasının ardından, bu haber kuruluşlarının Twitter’daki takipçi kitlesinin dönüşümünü inceledik. 2017’de bu kuruluşların ana akım (İngilizce “mainstream”) diye nitelendirilebilecek takipçi kitlelerinin, değişerek gittikçe iktidar destekçisi insanlar tarafından tüketildiğini gördük.

Biliyorsunuz, bugün büyük medya gruplarının birçoğu holdinglerin elinde. Peki, medya kuruluşları bir holding çatısı altında yönetildiğinde acaba daha mı iktidar yandaşı oluyorlar? Bu soruyu aynı verilerle yanıtlarken şu sonuca vardık: Holdinglere ait gazete ve TV kanalları arasında ağırlıklı olarak muhalefet seçmeninin Twitter’da paylaştığı tek bir örnek bile yok.

Özellikle bu son noktanın daha çok tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü görülüyor ki medya kuruluşları holdingler tarafından satın alındığında sadece belli siyasi kitlelere hitap etme eğiliminde oluyorlar. Bunun belli sebepleri var. Mesela holdinglerin iktidarla işbirliği yapmaya olan yatkınlığı… 

Medya sahipliğinde holding etkisi gazeteciliği bitiriyor

Ulusal haber kuruluşlarının neredeyse %80’inin holdingler tarafından yönetilmesi önemli. Bu holdinglerin farklı sektörlerde yatırımları var. Mesela NTV’nin sahibi Doğuş Grubu; otomotiv ve emlak gibi sektörlerde. Habertürk’ün sahibi Ciner Grubu enerji ve turizm gibi sektörlerde. Sabah ve ATV’nin de yer aldığı Turkuvaz Medya’nın sahibi Kalyon Grubu; inşaat ve altyapı gibi sektörlerde. 

İktidarın denetimindeki bu sektörlerde büyük yatırımları olan şirketlerin, kendi çatısı altındaki medya kuruluşlarının siyasi olarak muhalefetin işine gelebilecek haberleri yayımlamasına izin vermesi pek beklenemez. Mesela madencilik sektöründe yatırımları olan bir holdinge bağlı medya kuruluşu, madencilikle ilgili derinlemesine ve eleştirel bir araştırmacı gazeteciliği bağımsız olarak yapabilir mi? Bu aslında iktidar-medya ilişkisinden de derin bir konu ve sıkı biçimde tartışılması gerekiyor.

Makalenizin sonlarına doğru şu ifade var: “AKP iktidarı, hem muhalif gruplara hem de AKP seçmenlerine aynı anda hitap eden bir dizi ana akım medya kuruluşunu doğrudan ve dolaylı yollar kullanıp ortadan kaldırdı.” Böylece “siyasi iktidarın medyayı ele geçirerek Türkiye’deki kutuplaşmayı derinleştirdiğini” vurguluyorsunuz. Bu süreci biraz açar mısınız? 

AK Parti iktidarı, elindeki devlet kanallarını ve bir dizi holding yoluyla kontrol ettiği medya kuruluşlarını kullanarak propagandasını yapıyor. Geçmişin ana akım medyasını ele geçiren bu holdingler, farklı sektörlerdeki gelirleriyle bunları fonluyor. O sektörlerde ihale almayı sürdürdükçe medya faaliyetlerinden bir kâr beklemiyorlar. Bu ortamda o medya kuruluşlarından iyi gazetecilik veya verimlilik beklemeleri de elbette söz konusu değil.

Herkesin takip ettiği ve haberlerini paylaştığı bir medya kuruluşu, devlet bankalarından kredi verilerek bu yöntemle el değiştirip hükûmete yakın bir holdingin sahipliğine girdiğinde, iktidar sözcüsü hâline geliyor. 

Zafer Şahin gibi bazı isimler CNN Türk’te devamlı konuk

Ana akımın ortadan kalkmasıyla beliren “iktidar medyası” ve “muhalif medya” ayrımı, iktidarın medya sahipliği üstünden toplumu daha da kutuplaştırarak siyasi çıkarını iyice pekiştirmesini sağlıyor. Toplumun tüm kesimlerinin takip ettiği gazete ve TV sayısı giderek azalıyor. Makalede bunun demokrasi açısından çok kaygı verici olduğunu vurguluyoruz.

Bu araştırmanın fikri nasıl ortaya çıktı?

Master yıllarımdan itibaren medya ve siyaset ilişkisi üzerine çalışıyorum. Doktorada da bu alanda çalışmayı sürdürüyorum. Araştırma fikri, nadiren izlediğim Türkiye’deki haber kanallarına 2021’in yaz aylarında bakarken herkesin rahatsız olduğu bir konuyu düşünmemle ortaya çıktı: CNN Türk’teki siyasi tartışma programlarına neden sürekli aynı insanlar çıkıyor

Bunun üzerine bu programlara son iki üç yılda kimlerin çıktığını listeyip veri görselleştirme yoluyla durumu eleştirdim. Örneğin %90’lara varan oranda erkek konukların yer alması veya Zafer Şahin gibi bazı isimlerin hemen her programda yer alması gibi veriler vardı.  

Türkiye’de ana akım medyanın çökmekte olduğuna dair bu izlenim, bu araştırma projesini doğurdu. Medyanın otoriter siyasetle ilişkisini, farklı projelerde geliştirdiğimiz metodolojiyle incelemek istedik. 

Geçmiş araştırmalara kıyasla yeni ne söylediniz?

Medya ve rekabetçi otoriter siyaset ilişkisine dair 1990’lı yıllardan beri oluşan akademik literatür var. İlk katkımız bu literatürü Türkiye özelinde geliştirmek oldu. Özellikle de medya sahipliği bağlamında bu katkıyı yaptık.

İkincisi, Twitter verisini bu bağlamda kullanarak metodolojik bir katkıda bulunduk. Geçmiş araştırmalar ya dar örneklemlere dayanıyordu veya araştırma tasarımları sorunluydu. Temsil gücü yüksek bir veriyi, iyi bir araştırma yöntemiyle incelediğimizi düşünüyorum.

Makaleye koymadığınız bir bulgu var mı?

Evet, dikkatimizi çeken ama makalede yer almayan şu bulgu var: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisinin bir bilgi kaynağı hâline gelmesi. 

İktidar milletvekillerini takip eden Twitter kullanıcılarının en çok Anadolu Ajansı (AA) haberlerini paylaştığını görmüştük. Ancak daha da çarpıcı olanı şuydu: Cumhurbaşkanlığı’nın web sitesi, AA da dâhil bütün medya kuruluşlarına kıyasla, AK Parti destekçisi Twitter kullanıcıları tarafından çok daha fazla paylaşılıyor. 

Yani ağırlıklı olarak AK Parti milletvekillerini takip edenler, Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını ve örneğin video kayıtlarını, iktidar medyasının ürettiği haberlerden çok daha fazla paylaşıyor. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisinin iktidar medyasının merkezinde bulunduğunu söylemek mümkün.