Sedat Yenigün'ün gizemli katilleri zamanın muktedirleri

Abone Ol

Metin Yüksel 23 Şubat 1979, Sedat Yenigün ise 5 Temmuz 1980 tarihinde, aynı gizemli derin güçler tarafından katledildi. Bu cinayetler, o zamanlar bize sıradan cinayetler gibi görünse de daha sonraları yapılan açıklamalarla Türkiye'nin kaderini belirlemeye dair bilinçli operasyonlar olduğunu anlıyoruz.

Dünyanın neresinde olursa olsun zulüm sürdükçe bizim ıstırabımız bitmeyecek, din tacirlerinin sahte, ikiyüzlü, kibirli “bizdense” paradoksuna rağmen kim olursa olsun mazlumdan yana duruş sergilemeye devam edeceğiz.

İslam İnkılabı argümanlarıyla şekillenmeye başlayan özgün İslami duruş, devletin dini otoritesi, hakim siyasal yapılanma, yani devlete boyun eğdirilmiş din, Rabıtanın finansıyla şekillenmiş dindarlık açısından da tehlikeli ve sorunluydu.

Büyüleyici bir çıkışla bütün sosyopolitik tezleri altüst eden İran İslam İnkılabı dünyada ciddi yankıya sebep olmuştu, Türkiye’deki yankısının gelişmesinde Metin ve Edip Yüksel’in İranlı öğrencilerle kurduğu irtibattan aktarılan bilginin etkisi vardı. İran İnkılabı, Afganistan'da Sovyet işgaline gösterilen direnç ABD’nin devrimci İslam yerine ‘Yeşil Kuşak’ dediği ılımlı İslam düşüncesine yatırım yapmasına sebep oldu. Bunun için Vahabi kralların petrol paraları büyük imkandı. Müttefiklik ismi altında Rabıtanın ılımlı cemaatlere ve Diyanete yaptığı yatırımların boyutunu tahmin etmek zor. 80 askeri darbesinden sonra Rabıtanın normal olmayan tarzda Diyanete finans sağlaması eleştiri konusu olmuştu.
 
Gelenekçi İslam’a muhalefet edenler mevcut cemaatlerden ve devletin denetimindeki dinden kopma eğilimi gösterdikçe karşı tarafın saldırganlığı daha fazla artıyordu… Muhalif kesimde tağuta ait her şeye karşı duruş sergilemek inkılapçı düşüncenin parametreleri haline gelmişti. Fetva kurumunun çıkışlarının ve Ali Şeriati’nin düşüncelerinin bunda etkili olduğunu söylemek gerekir. İnkılap bir duygu, heyecan, umut anaforuydu İKO (İstanbul Kültür Ocağı) gibi Emevi dini denilen gelenekten kopuşun göstergesi olan dernekler, ayrışmalar, İslami Hareket, Şura, Tevhit, Hicret dergilerinin oluşturmaya çalıştığı düşünceler, gençler üzerinde etkili olan bilinçlenme, eylem, duruş ve karşıtlık zemininde kendi retoriğini inşaya başlamış gibiydi. Daha önce Metin’i Bursa’da vurmaya giden egemen muhafazakar siyasi gelenekten iki gencin başarısız girişimin ardından daha sonraki itirafları geleneğin bu inkılabı çıkıştan ne kadar korktuğunu rivayet ediyordu aslında. Milliyetçilikten ayrışma renginde görünen inkılapçı İslam’ın yankısı, sağlıklı olmasa da Kürt gençleri arasında etkili şekilde yankısını buluyordu.
 
Asıl kurşunu sıkanın hep gizemli kaldığı, korunduğu, saklandığı Cuma namazı çıkışında Ülkücü tetikçilerin katlettiği Metin Yüksel’den sonra, 5 Temmuz günü Fatih semtinde, Sedat'ı da katlettiler. Sedat Yenigün bir süredir takip edildiğinin farkındaydı ve akıbetini sezebiliyordu, ama zalimlere boyun eğmeyi onursuzluk kabul ediyordu. İslâmî Hareket dergisinin Haziran 1980 tarihli nüshasında, 
“ve bir mavi sevda gibi giyerek ölümünü / yiğitçe direnmelisin...” 
diyerek zalimler karşısında asla teslim olmayacağını ifade ediyordu. Bu yazıdan 20 gün sonra Sedat Yenigün 5 Temmuz Cumartesi sabahına uyandı. Beşir Eryarsoy’un evinde arkadaşlarıyla yaptıkları tefsir dersinden sonra eşiyle birlikte Ahmet Şişman ve eşiyle buluştular. Yenigün, müdür muavinliği yaptığı İhsan Mermerci Lisesi’nde, komünist ve ülkücü hâkimiyetindeki okullardan atılan İslâmcı gençleri himayesine alıyordu ve okuyamayan başörtülü kızları oradan mezun etmeye çalışıyordu. Onlarla da bu minvalde bir çalışma için bir araya gelmişlerdi. O işlerini tamamladıktan sonra İslâmî Hareket dergisinin yayın kuruluna geçti ve sonrasında İskenderpaşa Camii’nde ikindi namazını kıldı. Orada rastladığı Metin Külünk ile kısa bir hasbihalden sonra, ona berbere gideceğini söyleyip ayrıldı. Çok geçmeden Akşemseddin Caddesi’ndeki berber dükkânı, azılı tetikçilerin baskın yaparak şakağına ve gövdesine sıktıkları kurşunlarla ağır yaraladıkları Sedat Yenigün’ün kanıyla kan gölüne dönmüştü.” Sonrası katilleri ortaya çıkarabilecek delillerin karartılması, tanıkların, izlerin tamamen silinip katilleri koruma altına almak oldu. Bu ritüele dair tecrübelere çok da yabancı değiliz aslında. 

Aydınlık Gazetesi yazarlarının sıkça Fatih’e uğramaları tam da bu zamana denk geliyor olması da manidardı ve biraz da İslam İnkılabı karşısındaki ezikliğin ifadesi görünümünü verse de Doğu Perinçek ekibinin ortaya koyduğu pratiğe baktığımızda bunun çok sıradan bir olay olmadığını anlamak zor değil. Tahrik, ajitasyon ve gençlerin vurulmasına ilave olarak Aydınlıkçıların sürekli Fatih’e gelip Remzi Pekdemir veya Edip Yüksel gibi okumuşlarımızla orta yol tartışmalar yapmasının çok da amaçsız olduğu söylenemezdi. Ülkücüler ve yerli-milli gelenekçi kesim tam da böyle bir zamanda, Metin Yüksel ve arkadaşlarının doğru bir devrimci duruş sergilemesinden rahatsız oluyor ve ısrarla İslamcılar konusunda “Yeşil Komünistler” algısını yayıyorlardı.

İslamcılık literatürüne yabancı olanların kimi zaman birilerine “Metin Yüksel’in ve Sedat Yenigün’ün dava arkadaşı” demeleri büyük bir haksızlık ve eksikliktir, sözkonusu o klikler hiçbir zaman bu tür etkinliklerde olmazlardı, kendilerini hep güvende tutar; onların afiş asmalarına, sloganlarını duvarlara yazmalarına, miting alanını düzenleyip korumaya veya düzenlenen gecelerinde destek olmaya koşanlar hep devrimci İslam yanlılarıydı. Metin Yüksel ve Sedat Yenigün’ü kendilerine sermaye yapmak isteyenler çoğunlukla gizemli dostları gibi “kavga kaçkınıydılar”, görünmezdiler, kendilerini koruma altında tutuyorlardı ve daha kötüsü o zamanlar ülkücülerin veya komünizmle mücadele derneği geleneğinden gelenlerin Metin Yüksel’e komünist, Kürtçü yaftasını yapıştırmaya çalışanların korosuna sinsice, dedikodu kanalıyla destek veren ikiyüzlülerdi.

Soner Yalçın, Nagahan Elçi ve Metin Yüksel’in suikastında GLADYO ekibini kullanan ABD’nin parmağı olduğu iddialarını yazan Gazeteci Mustafa Hoş Bigboss kitabında ise Metin Yüksel’in vurulmasını özetle şöyle anlatılıyorlardı;
“O yıllarda daha çok ön planda olan bir isim vardı, Metin Yüksel. 1958 doğumlu 18 yaşında olmasına rağmen Akıncılar arasında çok ünlenmiş bir isimdi. MSP gençlik kolları başkanı Tayyip Erdoğan’la da Fatih semtinde yolları kesişmişti. Yakın tarihin en önemli cinayetlerinden biri olan Metin Yüksel’in öldürülmesinde hala birçok sis perdesi var ve bugün bile esrarını koruyor. Cinayet sebebi olarak Fatih bölgesinde etkinlik kurma kavgası dense de derinlerde çok daha başka iddialar, şüpheler var.” Mustafa Hoş, fazlasıyla yanlış bilgilerin de olduğu ‘Big Boss’ isimli kitabında, o zamana kadar ismini çok duymadığımız bugüne kadar gizemini koruyan Hasan Yeşildağ’dan bahsediyor. 1979 yılında Ülkücü Gençlik Derneği Üsküdar Şubesi’nin kurucusu olan Hasan Yeşildağ’ın Fahrettin Yılmaz isimli bir kişiyi öldürdüğü, bazı soygunlar yaparak cezaevinde yatan ülkücülere yardım ettiği yönünde bilgilere de yer veriyor. Gizemli isimlerden bir diğerinin de Fahri Kasırga olduğu söyleniyor. Menfur cinayeti, bazı gazeteler  “Bir komünist öğretmen öldürüldü” şeklinde vermişti. Olayın tek tanığı berber, ilk ifadesinden iki gün sonra kayıplara karıştı ve daha sonra yurt dışına çıkarıldığı öğrenildi. Olayın tek görgü tanığı olan berber de ilk ifadenin ardından önce kayıplara karıştı, iki gün sonra da apar topar yurt dışına kaçırıldı. Kim kaçırdı, neden kaçırıldı, nasıl kaçırıldı? Sorular cevapsız kaldı. Sedat Yenigün’ün katilleri hala bulunamadı ve cinayet, tarihe faili meçhul olarak geçti.