“Kötü fallar umurumda değil benim. Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin. Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.”
(Hamlet, Shakespeare)
Kaderci mi bu sözler? Durup bekleyelim mi, olan biteni. Çekirdek çitleyerek sıradaki videoyu mu bekleyelim, masanın üzerindeki kitabın adını okumaya mı çalışalım mesela. “Çürümüş bir şey var Danimarka Krallığı’nda”. Dört yandan yükselen kokudan biliyoruz bunu. Büyük büyük kutsallar, koca koca nutuklar üzerine inşa edilmiş bir krallık, çürüklerin en fenası insan çürüğü ile burnumuzun direğini sızlata sızlata dökülüyor.
Lime lime oluyor, tel tel dökülüyor. Et. Çürümüş insan eti.
Hangi sorunun yanıtıydı o ünlü cümle? Marcellus’a “Çürümüş bir şey var Danimarka Krallığı’nda” dedirten soru hangisi? Hatırlayalım, Horatio hepimizin “en çok sevdiği, sormayı çok iyi bildiği” soruyu soruyor aslında: “Nereye varacak bu işin sonu?”
Yani, “Ne olacak bu memleketin hali?” Aziz Nesin’in unutulmaz öyküsündeki haliyle; “Du bakali n’olcak?” Ustamız Aziz Nesin olduğu için mi duruyoruz öylece, kader nasılsa “şimdi olacak hiçbir şeyi yarına bırakmayacağı” için mi? Hangisi? Eski tragedyalardan zamane romanlarına daha kaç kez yaşayacağız bu ikilemi. Devrim anında karşılaşan “çok bilgili” Menşevik ile “yüksek inançlı” Bolşevik arasındaki söz düellosu daha kaç kez yinelenecek?
“İktidara ulaşmak için her yolu mübah sayan Macbeth, amacına ulaştığında yeni, yepyeni korkularla tanışır. İktidarı korumak, iktidarı elde etmekten daha zordur, daha büyük bedel ödemeyi gerektirir. İktidar için ellerini kana bulamış olan Macbeth de bunun farkındadır. Korku ve şüphenin elinde oyuncak olan Macbeth, iktidarda bir zorbaya dönüşür." Böyle yazmışım 18 Nisan 2005’te, Seyyah Sahne’nin Macbeth oyunuyla ilgili eleştiri yazısında.
İktidar çürür orası kesin. Kalesiyle duvarıyla sarayıyla çürür; insanıyla daha çok çürür. Er ya da geç. Bir Darius çıkar Anadolu’yu boydan boya geçip Atina’yı yakar; sonra bir İskender çıkar yine Anadolu’yu boydan boya geçer Pers diyarına ulaşır. Komutan mı değişir, ordu mu değişir, yazgı mı farklılaşır? Ne olur? Anadolu demişken; Anadolu sesi, soluğu bir şair; Ahmed Arif der ya hani; “To be or not to be değil. / Cogito ergo sum hiç değil...”
Bak işte yine kaçınılmaz olan geldi önümüze, yine yazgı!
“Olmak ya da olmamak” değilse, “Düşünüyorum, öyleyse varım” değilse, nedir? Devamında söylenen gibi; “Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı, / Durdurulmaz çığı / Sonsuz akımı” midir acaba? Diyelim öyle, anlıyor muyuz? Daha önce de bu hisse kapıldığımız olmuş muydu?
Biri gelir bizi kurtarır. Bir kahraman sahneye soldan girer ve o çözülmez gibi görünen düğüm çözülür. Prens uyuyan güzeli ya da kurbağayı öper. Kral şehre döner ya da hasretle beklediğin her neyse işte, sonunda gelir. Shakespeare, “Bütün mesele hazır olmakta” da diyor ama. Bütün sırrı bozuyor.
Hazır olmak!
“Tragedyanın bize verdiği haz, geometri ve diğer bilimlerin verdiği hazdan daha aşağı değildir. Tragedya bilimi; insanlığın ilerlemesi ve atom bilimleri kadar önemlidir. Tragedya; insanın kendini savunabilmesi ve insani gelişimini tamamlayabilmesi için insanlığın gidişatını ve öz doğasını. yönlendiren yasaları tanıtır.” demiş Antik Yunan uygarlığı üzerine çalışmaları ile bilinen Andre Bonnard.
Shakespeare’in yaptığı bu. Anlayana.
Evet, “çürümüş bir şey var Danimarka Krallığı’nda”, ama bu cümle “Nereye varacak bu işin sonu?” sorusunun asıl yanıtı değil. “Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz”, doğrudur. “Kötü fallar umrumda değil benim” diyorsanız, Shakespeare “Bütün mesele hazır olmakta” da diyor, Ahmed Arif “asıl iş anlamak”ta. "Sonsuz akım"ı.
Nâzım Hikmet “– çürüyen diş, dökülen et -, / bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.” diyeli zaten epey oldu. Mesele gelmekte olan “hürriyet”in giyeceği “şanlı elbise” biraz da.