İnternet çağıyla birlikte bilginin demokratizasyonu ve yayılım hızı güçlendi. Bu akım karşısında engelleme ve sansür çabaları da yoğunlaştı. Ancak, bilginin yayılmasının önüne geçmek adına atılan adımlar eskisi kadar etkili değil. Hatta, kamuoyuna yansıyan bilginin baskılanması yönündeki çabalar tam tersi etkiye de yol açabiliyor.
5651 sayılı Kanun hükümleri gereği, Sulh Ceza Hakimlikleri ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTİK) tarafınca verilen içeriğin kaldırılması ve erişimin engellenmesi kararları BTİK ve İletişim Kurumu ve Erişim Sağlayıcıları Birliği (ESB) vasıtasıyla uygulamaya konuluyor (Gerçi, Sulh Ceza Hakimliği'nden çıkmış gibi düzenlenen sahte karar evraklarına da rastlanılabiliyor).
İnternet ortamında yapılan yayınlara uygulanan erişimin engellenmesi tedbirleri günlük yaşamımızın bir parçası hâline geldi. Kişilik haklarının gerçekten ihlâli durumunda bu tedbir gayet olağan bir durum (“Unutulma hakkı” da farklı bir bağlam). Lâkin, kamuoyunun bilgisi dahilinde olması beklenen ve gereken haberler için de yaygın şekilde (basın ve ifade özgürlüğünü zedeleyen) erişim engeli kararlarının verildiği herkesin malûmu. İfade Özgürlüğü Derneği (İFÖD) verileri, içerik kaldırma taleplerinin sayısının ve talep kabul oranının gittikçe arttığını ortaya koyuyor.
Tedbirin ilgili adreslere Türkiye’den erişimin engellenmesi ile sınırlı olması, kolayca VPN ile ilgili adreslere erişebilmenin mümkünlüğü, hakkında erişimin engellenmesi kararı bulunan URL/Alan Adı adreslerinin ama motorlarında varlığını sürdürmesi ve elektronik ortamda arşivlenebilmesi, ilgili URL’nin kolayca değiştirilebilmesi, farklı mecrada aynı içeriğin yayımlanabilmesi gibi özellikler içeriğin tamamen engellenmesinin önüne geçebiliyor.
Bu gibi teknik yönlerin yanı sıra engellenmeye çalışılan içeriğin daha da yaygınlaşmasına yol açan psikolojik tepkisellik de ayrı bir boyut. İnternet çağında, bir bilginin saklanmaya, sansürlenmeye, gizlenmeye çalışılması tam aksi etkiye de neden olabiliyor.
Bir bilgiyi baskılama, saklama, gizleme, sansürleme, kaldırma yönündeki girişimlerin, arzu edilenin aksine bilginin daha geniş ve hızlı yayılımına neden olması durumu “Streisand etkisi” olarak tanımlanıyor.
Sansürün istenilenin tam tersi etkiye yol açması durumunu niteleyen bu terim, ismini ABD'li şarkıcı, oyuncu, yönetmen Barbra Streisand’dan alıyor. Kökeni, Barbara Streisand’ın bir internet sitesinde yayımlanan California’daki evinin havadan çekilmiş fotoğraflarının, “mahremiyetinin ihlâl edildiği” gerekçesiyle kaldırılması için 2003 yılında açtığı davanın ardından daha da yaygınlık kazanmasına dayanıyor.
Barbara Streisand’ın Bahsi Geçen Malikânesi
Barbara Streisand’ın kaybettiği dava öncesinde ilgili internet sitesinden sadece 6 kez indirilen fotoğrafların kaldırılmaya çalışıldığının fark edilmesiyle birlikte kamuoyunun (ayda yaklaşık 400.000 ziyaretle) artan ilgisinin oluşturduğu ters etkiden esinlenilerek Streisand etkisi isimlendirilmesi yapılmış. Karşılaştığı kaldırma talebine dair Mike Masnick adlı ABD’li editörün “Avukatlar, internet üzerinde hoşlarına gitmeyen bir şeyi bastırmaya çalışmak gibi basit eylemin, aslında çoğu insanın asla göremeyeceği o şeyin istenilenin aksine çok daha fazla sayıda insana ulaşabilir hale geleceğini ne zaman fark edecekler? Buna Streisand Etkisi diyebiliriz.” ifadeleri bu terim için ilk (ve belki de en iyi) tanımdı.
Kitle iletişim araçlarının giderek yaygınlık kazandığı günümüz dünyasında örtbas edilmeye çalışılan bilgi daha da viral hâle geliyor. Bilginin gizlenmeye çalışılması geri tepiyor. Baskılayıcı eylemler daha geniş bir kitlenin ilgili konudan haberdar olmasına vesile olabiliyor. İfade özgürlüğü tutkusu, yasak meyve etkisi, politik pozisyonlanma, merak güdüsü gibi etkenlerle insanlar engellenen bilgiyi daha da yaygın paylaşma yönünde dürtülenebiliyor.
Hakkında erişim engeli kararı verilmesine rağmen hızla tekrar girdiyle dolan Ekşi Sözlük başlıkları, hakkında erişiminin engellenmesi ve yayından kaldırılması kararı verilen haberlerin internet sitelerinde ve sosyal medyada ilgili kararla birlikte yeniden servis edilmesi artık vaka-ı adiye hâline geldi. Süregelen ilginç bir fasit döngü içindeyiz.
Geçtiğimiz aylarda Anayasa Mahkemesi (AYM) de Sulh Ceza Hakimliklerince verilen erişim engeli karalarına karşı yapılan 9 ayrı başvuruda ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmettiği pilot kararı, erişim engeli usulünün yeniden düzenlenmesine yönelik yeni düzenleme yapılması için TBMM’ye göndermişti (Keskin Kalem Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri [GK], B. No: 2018/14884, 27/10/202). Söz konusu kararda AYM, erişim engeli usulünün kapsamının hukuki ve yeterli açıklıkta olması, erişim engeli için acil toplumsal ihtiyaç zorunluluğunun getirilmesi, müdahale sınırının ortaya konulması, keyfi uygulamalara yol açmayacak güvencelerin oluşturulması, erişim engelli kararlarının temyiz denetimine açılması, erişim engeli kararlarına son çare olarak başvurması gibi ilkelere yer vermişti.
İçerik erişim engeline yönelik kişilik hakları ihlali iddiasını ifade ve basın özgürlüğü açısından değerlendirmek kolay bir eylem değil. AYM’nin pilot kararında vurguladığı ilkeler, bu yönde bir yasal düzenleme için yerinde temel taşlar sunuyor. Ancak elbette “uygulama”, daha da önem kazanıyor.