Kahraman, Silivri Cezaevi’nden İstanbul’un depreme karşı hazırlık süreci ve mevcut durumuna ilişkin Halk TV'den Hazal Ocak'ın sorularını yanıtladı.

- Kahramanmaraş merkezli bir deprem zaten bekleniyordu. Sizce ne yapıldı, ne yapılmadı?

Biz bu gerçeği bilmemize rağmen gerekli hazırlıkları yapmadığımız, afet sonrasında da kötü bir sınav verdiğimiz için Kahramanmaraş Depremi bir felakete dönüştü. Önceki depremlerden ders çıkarmadığımız, bilinen deprem gerçeğine karşı gerekenleri yapmadığımız için hem afet öncesi, hem de afet sonrası yönetilemedi. İlk göze çarpan, tabi ki afet öncesi yapılması gerekenlerin yapılmadığı gerçeğidir. Öncelikle deprem bölgesinde ve tüm kentlerimizde yapılaşmaya esas zemin durumu tespitleri yapılarak imar planları ve yapılaşma bu verilere göre düzenlenmeliydi. Mevcut yapı stoku bulundukları zemin koşullarına, yapım yıllarına göre taranmalı ve önceliklendirme yapılarak en riskliden başlayarak bu yapıların deprem güvenli hale getirilmeleri sağlanmalıydı. Fakat AKP iktidarı afet öncelikli bir dönüşümdense rant odaklı kentsel dönüşüm politikaları uygulayarak, bu alanı piyasa koşullarına terk ettiği için; deprem dayanımı düşük olan mevcut konut stoku yenilenemedi veya güçlendirilemedi.

- Hemen inşaat faaliyetlerine başlanacağı söyleniyor. Nelere dikkat edilmeli?

İktidar seçim sürecinde hem asrın felaketi söylemiyle depremin büyüklüğünü öne sürerek ortaya çıkan suçlarını ve beceriksizliğini gizlemeye hem de yeni bir plansız inşaat furyasıyla bunların konuşulmasını engellemeye çalışıyor. Görünen o ki amaç yaraya merhem olmak değil, sadece yeni rant alanları yaratmak. Bunun için de gelişme konut alanlarında, mevcut imar planlarında konut alanı olarak görünen kamu mülkiyetindeki arsalarda TOKİ eliyle hızla inşaatlara başlayacaklar. Yeniden inşa için bize 1 yıl verin dedikleri, yapacakları bu konutlar, sorunu çözecek mi? Hayır. Bir yıl içinde yıkılan tüm konutların yeniden yapılması, sağlıklı bir yerleşim dokusunun oluşturulması imkânsız. Fakat asıl sorun kent dışında yeni konut alanlarında yapılacak binalar değil. Asıl sorun mevcut kent merkezlerini yeniden nasıl ayağa kaldıracağımız ve hayatı nasıl yeşerteceğimiz. Bunun için de bir an önce bu yerleşimlerin zemin durumları tespit edilerek, imar planlarına altlık mikro bölgeleme çalışmaları yapılmalı ve buna göre imar planları yeniden yapılmalı ya da revize edilmeli. Bu süreçte bölgenin deprem riskine, zemin koşullarına ve şehircilik ilkelerine uygun yapılaşma koşullarını tespit ederek yapı yasaklı alanları belirlemeliyiz.

- Arama kurtarma ve yardım çalışmaları çok gecikti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu durum afet risk yönetimi, arama kurtarma ve afet sonrası müdahale açısından ne kadar hazırlıksız olduğumuzu gösterdi. Evet, Kahramanmaraş Depremleri çok büyüktü ama beklenmez değildi, beklenmeyen bu kadar hazırlıksız olmamızdı. Bu deprem büyüklüğüne göre bölgede deprem tatbikatı dahi yapılmıştı. Ama afet ile beraber tatbikat senaryolarının gerçeklikle ilgisi olmadığı, yasak savmak için yapıldığı ortaya çıktı. Ne kurumlar ne de bunların yetkilileri hazır değildi ve bölgeye ilk yetişen sivil toplum oldu. Cezaevinden medya yoluyla takip edebildiğim kadarı ile afet sonrası en değerli zaman olan ilk 48 saatte koordinasyonsuzluk ve hazırlıksızlık nedeniyle enkazlara müdahale edilemedi, bu da can kaybımızın artmasına neden oldu. Kızılay, sivil savunma gibi geleneksel afet sonrası yardım ve arama kurtarma kuruluşlarının içi boşaltılarak ya da kapatılarak kurulan afet yönetim sisteminin çalışmaması da sorunları büyüttü. Kamunun hızlı hareket edemediği, büyük bir karmaşa yaşandığı, koordinasyon kurulamadığı, emir almadan kimsenin hareket edemediği bir ortamda afet yönetiminin de çalışmadığı görüldü. Fakat sivil toplum iktidarın beceriksizliğine rağmen büyük bir dayanışma ve organizasyona imza attı. Gezi Direnişi’nden bu yana sivil toplumu hedef alan iktidar ve uzantısı medya kuruluşları, troller bu gerçek karşısında yine sivil toplumu hedef aldılar. Deprem sonrası gösterilen bu dayanışma, enkaz altında kalan iktidarın tüm engellemelerine rağmen sürüyor.

- İBB’de görevinize başladığınızdan beri depremle ilgili çalışmalar yürüttünüz. Kahramanmaraş depremi ve Hatay depremine baktığınızda İstanbul’da en büyük eksiklik nedir?

İstanbul’daki en büyük sorun mevcut kırılgan yapı stokumuz ve bu depremlerde de görülen afet sonrasına ilişkin koordinasyon eksikliği. İstanbul’da yaklaşık 1 milyon 200 bin bina var ve bu binaların 820 bini 1999 depremi öncesi yapılmış, yani potansiyel olarak risk taşıyorlar. İstanbul’da 3 yıl önce başlattığımız bina tarama çalışmalarında yaklaşık 120 bin yapıya gidilerek sakinlerinin izin verdiği 30 bini tarandı. İstanbul’daki tüm 2000 öncesi yapılmış binaları taramak üzere çıktığımız yola, bu binaların yalnızca 1/4'üne girebildiğimiz için her ilçede bina tipolojileri belirleyerek bu tipolojiler üzerinden %5’lik örneklemle çalışmayı dönüştürerek devam ettik. Girilemeyen binalara benzer özellikte olan aynı tipolojideki binaların sonuçları üzerinden atama yaptık. Böylece İstanbul’da 2000 öncesi yapılan binaların hasar tahmin çalışmalarını, bu binaların adreslerini de belirleyerek tamamladık. Bu sonuçlara göre İstanbul’da meydana gelmesi beklenen 7,5 büyüklüğündeki bir depremde 90 bin binanın ağır veya çok ağır hasar, yine yaklaşık 170 bin binanın orta hasar alacağını saptadık. Bu veriler çok büyük bir yıkım olacağını gösteriyor. Bunun yanına altyapı ve kamu binalarında görülecek hasarları da eklersek, önümüzde çok büyük bir sorunlar yumağı bekliyor.

- Sizce nasıl çözülebilir?

Göreve gelir gelmez bizim de ilk sorduğumuz soru sizin gibi bunların nasıl çözülebileceği oldu. Hemen hem yer bilimcilerden hem deprem mühendislerinden oluşan bilim kurulları topladık. Öncelikle tespit çalışmalarına ağırlık verildi. Yapılan önceliklendirme amaçlı bina taramaları ile İstanbul’daki en yoğun hasar alması beklenen bölgeler tespit edildi. Az önce bahsettiğim sonuçlara varıldı ve bu veriler coğrafi bilgi sistemine işlenerek İstanbul için Bütünleşik Risk Haritası hazırlandı. Bu bölgelere ve binalara uygun güçlendirme/yenileme modelleri çalışıldı ve bunlar o alanlarda kurulan ofislerle İstanbullulara anlatılmaya başlandı. Eş zamanlı olarak İBB sorumluluğundaki tüm altyapı ve hizmet binaları Deprem Yönetmeliği’ne göre tarandı ve kırılgan olanlar tespit edildi. Örneğin İstanbul’da bulunan acil ulaşım yolları üzerindeki yaklaşık 450 üst geçit tarandı ve müdahalelere başlandı. Bu çalışmalar devam ederken ben cezaevine girdim ve çok yakından takip edemedim ama çalışma arkadaşlarım bu programı sürdürürken Maraş Depremi yaşandı. 25 Şubat tarihinde Sayın Başkan Ekrem İmamoğlu bu çalışmaların hızlanarak devam ettirileceğini ve dayanıklı bir İstanbul için gerekenlerin yapılacağını anlattı. Yani İBB ortaya konan yol haritasını hızla hayata geçirecek. Umarım yakın zamanda kalan hizmet binaları, okullar ve hastaneler de depreme hazırlanacaklar. Tüm bu çalışmaları tamamlayarak İstanbul’da deprem riskini yönetilebilir bir seviyeye getirebiliriz.

- Son depremde 2000 sonrası yapılan binaların yıkıldığını da gördük. İstanbul’da olası bir depremde de aynı manzarayla karşılaşacağımızı öngörüyor musunuz?

Biz İBB’de konut binalarının taranması işlemine başlarken 2000 yılı öncesi yapılmış binaları hedef olarak belirledik. Çünkü hatalarına, noksanlarına rağmen bu tarihten sonra yapılmış binalarda gerekli denetimin yapıldığını ve deprem karşısında dayanıklı olduklarını düşünüyorduk. Yani İstanbul’da bunlara ilişkin bir tespit yapılmadığı için elimizde deprem davranışlarını gösteren bir veri de yok. Depremde 2000 sonrası yapılan binaların yıkılması tüm Türkiye gibi bizler için de şaşırtıcı oldu ve böylece yapı denetim sisteminin de sağlıklı çalışmadığını öğrendik. Bu nedenle Sayın Başkanın açıkladığı gibi İBB yeni binalarda da tarama işlemi yapacak. Elimizde veri olmasa da bu tecrübe sonrası, ben de İstanbul’da 2000 yılı sonrası yapılan binalarda da risk potansiyelinin olduğunu ve kontrol edilmeleri gerektiğini söylemeliyim. Çünkü tüm Türkiye’de benzer bir denetim süreci yürütülüyor ve Maraş depreminde yıkılan yeni binalar ile İstanbul’dakilerin çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Yapı denetim sisteminin nasıl işlediği artık hepimizin malumu. Bu denetimi en iyi gerçekleştirebilecek olan meslek odalarının 2013’te Gezi Direnişi’nin intikamını almak için sistemden çıkarılmaları da bu denetimsizliği arttırmıştır. Bu tabloda yerel yönetimlerin de yapması gereken kontrolleri yapmadığını düşünürsek, bu sistemin tamamen değişmesi gerektiği açıktır.