GÜNDEM

Terzian: Bize dönme diyorlardı, sırtımızı döndüğümüz hakikat neydi?

Zabel Terzian “Bize dönme diyorlardı. Bize neden bu ismi verdiklerini o küçük yaşlarda anlamaya çalışıyorduk. Neye dönmüştük? Sırtımızı döndüğümüz hakikat neydi? Gizlediğimiz, üstünü örttüğümüz gerçeklik neye tekabül ediyordu?”

Abone Ol

Röportaj: Feyza Çebi

Bu sözler 2022 Eylül’ünden beri İsviçre’ye iltica eden Zabel Terzian’a ait. Gerçek adı E.T olan Zabel, kardeşi ile beraber İsviçre’ye iltica etmeden önce Türkiye’de yaşayan Müslümanlaştırılmış Ermeni bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Bizimle yaptığı mülakatta bu ismi kullanmayı tercih etti.

O da birçok kişi gibi yurtdışına çıkmak zorunda kaldı ama onu diğer hikayelerden farklı kılan bir hayatı var. Kendisi İmam Hatip okuyup ardından İlahiyat Fakültesini bitirdi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Kuran Kursu hocalığı yaptı. İşten çıkarılarak hakkında soruşturmalar açıldı. Kardeşi ülkeyi terkettikten sonra polis tarafından evi basıldı. Keza çeşitli tarikatlar tarafından da tehdit edildi.

1. Hikayeni dinlemeden önce arzu edersen kim olduğunu soralım. Nerelisin ve nasıl bir aileden geliyorsun?

Ben aslen Sassounluyum ailem bu yüksek platonun yerli halkından sayılır. Ailem genocidden sonra Müslümanlaştırılmış biz de dünyaya gözümüzü açtığımızda Müslüman olarak doğduk. Zaten Ermenilik bizim için “dönme” kelimesinden ibaret bir şeydi.

2. “Dönme” ne demek bunu bize biraz açar mısın?

Bu tabir Anadolu’da genocidden sonra sağ kalıp din değiştirmek zorunda kalan özelde Ermeniler ama genelde gayrimüslim halk için kullanılır. Benim de erken çocukluk yıllarıma ait hatırladığım en keskin kelimelerden biri buydu. Bize dönme diyorlardı. Bize neden bu ismi verdiklerini o küçük yaşlarda anlamaya çalışıyorduk. Neye dönmüştük? Sırtımızı döndüğümüz hakikat neydi? Gizlediğimiz, üstünü örttüğümüz gerçeklik neye tekabül ediyordu? Sonradan idrak ettik ki biz aslında kendimizi örtüyormuşuz.

3. Anladığım kadarıyla Ermenilik ailede yaşanan bir şey değildi.

Ermenilik itina ile gizlenmeye çalışılan bir durumdu. Aile büyükleri için bu meselenin konuşulmaması makbul sayılırdı hatta mümkün mertebe gizlenirdi.

4. Ailen senin tabirin ile “dönme” bir aileydi ama islam ile bağları kuvvetliydi herhalde. En azından senin İmam Hatip, ardından İlahiyat Fakültesi okumana etki edecek kadar kuvvetliydi.

Evet ama biz zaten taşrada yaşayan kısmen dağlı diyebileceğimiz bir toplumsallıktan bahsediyoruz. Burada inandığınız şey ne olursa olsun onun kendini ifade ediş biçimi zaten katı olur ya da biz buna muhafazakarlık diyelim. Benim İmam Hatip ve İlahiyat Fakültesi hikayemde de ailemin etkisi olmuştur kuşkusuz ama çevresel faktörleri de es geçemeyiz. Bir de bütün bu hikayenin içinde kadınlığı eklediğiniz zaman hikayenin evrileceği yer üç aşağı beş yukarı böyle bir şey olur zaten.

5. Şimdi neye inanıyorsun? İnancın nedir?

Arzu edersen ben burada biraz müphem olacağım. Ben aslında neye inandığımı söyleyemem yani ben; varlığın, evrenin, yaratılışın bazı sorular içerdiğinin idrakindeyim elbette. Ama inan bana bu soruların cevabını bilmiyorum. Ne olmadığını biliyorum. İnanç benim için kadını bir şeyler giymeye zorlamak değil ya da kutsal bir gaye uğruna başka insanların özgürlüklerine, hayatına müdahale etmek değil daha vicdani bir şey. Ben açıkçası bir Tanrıyı hissedebiliyorum yani aşkın ve yüce bir varlığın varlığını içimde bir dokumacının ilmek ilmek ördüğü kilim gibi hissediyorum. Benimle iç içe geçmiş bir hakikat bu ama dediğim gibi Feyzacığım bunun ne olduğunu sana anlatamam.

6. Peki tam burada Hristiyanlık hakkında ne düşündüğünü sorabilir miyim?

Benim için Hristiyanlık nostaljik bir şey ve evet sanırım acı bir hatırası var. Yakın bir zamana kadar çok yakın diyebileceğimiz bir zamana kadar ailemizin diniydi. Benim için diğer dinlerle mukayese ettiğim zaman yine de kendimi en yakın hissettiğim yer Hristiyanlık. Burada çok boş vaktim oldu ve özgürce keyif alarak yaptığım en güzel şeylerden biri de bence kiliseye gidip uzun uzun düşünmek, ikonaları, vitrayları incelmek oldu. Kutsal Kitab’ı da birkaç kez okudum. Jesus çok büyük bir karakter ama ben kendimi Meryem Ana’ya yakın hissettim hep. Belki de genç sayılacak bir yaşta annemi kaybettiğim için böyle bilmiyorum.

7. Şimdi arzu edersen şunu sormak istiyorum; yaşadığın yerlerde “Ermeni olmak” nasıl bir şeydi?

Ben aslında bu soruyu nasıl cevaplayacağımı bilmiyorum. Evet ortada Ermenilik diyeceğimiz bir olgu vardı ama bu olgu yukarda da ifade ettiğim gibi şekil değiştirmişti. Bu mevzunun bizim için yani biz “dönenler” olarak geçmişte kalması gerekiyordu ama bunun böyle olmadığını hem büyüklerimizin anlattıklarından hem de bireysel tecrübelerimizden gördük. Yani sizin din değiştirmeniz, Müslüman olmanız Ermenice konuşmamanız bir şey ifade etmiyor. Siz hâlâ ötekisiniz. Esasen bütün mesele de biz ve öteki meselesi bence. Üzerimize sinen bu ötekilik yüz yıllardan beri süregelen bir hâl. Netekim öyle Müslüman olmakla vs de geçmedi. Ve böyle geçip gitti yıllar; saklı, sırlı ve sığıntılı…

8. Peki bütün bu hikayede kadın olmak nasıl bir duygu?

Bunun üzerine çok uzun şeyler söylemek isterdim ama vaktimiz ve yerimiz sınırlı sanırım. İlk hatırladığım kelimelerden biri “dönme” demiştim konuşmaya başlarken mesela. İşte o ilk kelimelerden biri de “xwedi” bu kelime Kürtçede sahip demek. Bizde erkek çocukları böyle sevilirdi. Özellikle yayam bütün erkekleri böyle severdi. Erkek çocuk onlar için bir selamet nişaneseydi. Biliyorsun XIX. yy son çeyreğinden XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar süren katliamlar zincirinde özellikle yetişkin erkeklerin hiçbir şekilde şansı yoktu. Kadınlar hasbelkader birilerine “evlatlık” ya da “eş” olarak “değerlendiriliyordu” bu ifadelerin hepsini tırnak içinde kullandım farkındaysan. Biz en azından ben erkek çocukların gölgesinde ve evet selamette diyeceğim bir yerde büyüdüm. Benim için orada kadın olarak bulunmak en çok da kardeşlerimle anlamlıydı.

9. Şimdi arzu edersen seni ülkeyi terk etmeye iten sebepler hakkında konuşalım biraz?

Ben 2015 yılında hakkımda hiçbir soruşturma ve yargılama olmaksızın işimden atıldım. Sanırım benim genocide ile ilgili söylediklerim ve yazdıklarım zülfüyare dokunmuş. Ben her zaman “huysuz” dururdum orada. Her gittiğim yerin huysuzu olmaktan imtina etmedim açıkçası. O da bizim şânımız olsun (gülüyor). Neyse tamam geçmişte birtakım “sıkıntılar yaşanmış” tadsızlık diyelim hadi can sıkkınlığı olsun da tadımız kaçmasın. Yani biz 1915’te bi sabah yola çıkmışız ama yolda intihar etmişiz ve komşularımız artık topik yiyemedikleri için çok üzgünler. Bundan sonrasını uzatmayalım çünkü üzgünler. Burda sorumluluğu ve suçu üstlenmesi gereken birileri var. Kimse kusura bakmasın bu biz değiliz. Bunları ifade etmek zorundayız. En azından hakikat adına birilerinin bunu konuşması gerekiyor. Neyse işten atıldıktan sonra uzun süre bir sessizlik çöktü. Bilirsin böyle durumlarda insan bir süre dinginleşir. Kardeşim mütemadiyen problemler yaşıyordu okulunda, katıldığı etkinliklerde vs. En son hakkında açılan soruşturma davaya dönüştü. O da kaçmak zorunda kaldı. Ben bu süreçte onun evine geçtim ama ardı ardına polis baskınları gerçekleşti. Polisler her defasında daha da küstah ve şımarık davrandılar. İlaveten namlı tarikatlerden biri de onu açık hedef haline getirmiş. Evimizin adresine kadar her şey paylaşılmış. Benim için bardağı taşıran son damla da bu oldu. Tek taraflı bir bilet alıp İsviçre’ye kardeşimin yanına gelip iltica ettim.

10. Bundan sonrası için ne düşünüyorsun ve iltica süreci nasıl gidiyor?

Bilmiyorum hayat hiç ummadığımız bir anda ummadığımız bir kapı aralayabiliyor. Gelecek günlerin neler getireceğini bilemeyiz ama bizim için kötü günler geride kaldı diyebiliriz. Eksik ve yarım bir seyahati tamamladık. Belki bizden önce atalarımız bu kaçışı yapabilselerdi bugün bizim böyle bir şey yapmamıza gerek kalmazdı. Ama tabi onları da suçlamıyorum biz onların yarım bırakmak zorunda kaldıkları yolu yürüdük. Bizde sonra gelenler bu durakta durursa hikaye en azında yolda olmak durumu nihayete erecek.