Dokuz8TV’de gerçekleştirilen 25 Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü özel yayınında Klinik Psikolog Serap Altekin ve Kadın Meclisleri ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Üyesi Dilber Sünnetçioğlu, Gazeteci Nagihan Alan Yiğit’in sorularını yanıtladı.

Dokuz8TV’de gerçekleştirilen 25 Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü özel yayınında Gazeteci Nagihan Alan Yiğit’in sorularını yanıtlayan; Klinik Psikolog Serap Altekin ve Kadın Meclisleri ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Üyesi Dilber Sünnetçioğlu var pandemide dört duvar arasında şiddetle mücadele etmeye çalışan kadınların durumunu değerlendirerek kadına yönelik pandemi sürecinde artan şiddetin vahim boyutuna dikkatleri çekti. “Pandemi döneminde kadın” başlığıyla gerçekleştirilen ve pandemi sürecinden kadınların nasıl etkilendiği konusunda birçok soruya yanıt arayan programın dikkat çeken başlıkları şöyle oldu:

“OLAĞANÜSTÜ DURUMLARDA ŞİDDET VE İSTİSMAR ARTIYOR”

Doğal afetler başta olmak üzere bütün olağanüstü koşullarda toplumsal travmalarda, politik ve ekonomik krizlerde, pandemi gibi beklenmedik koşullarda her zaman var olan şiddetin, var olan istismarın daha da arttığını söyleyen Serap Altekin şunları söyledi: “Pandemi koşullarında bir şekilde herkes daha kapalı olan yerlere, evlere çekilmeye çalıştı. Evler daha güvenli olduğu için, kendimizi ve birbirimizi güvende tutabilmek için evde kaldık. Ama şu bir gerçek ki evet evler herkes için  güvenli değil. Şiddetin ve istismarın olduğu hanelerde pandemi koşullarında evde geçen zaman arttıkça, bütün hane halkının evde olduğu süre arttıkça maalesef ki kadına yönelik olan özellikle erkek şiddeti, kadına ve çocuğa yönelik olan bütün şiddet ve istismar vakaları ciddi şekilde arttı. Elimizde buna dair çok istatistiki veri var. Dünyanın pek çok ülkesinde yüzde elliyi aşan artışlar var bu vakalarda. Türkiye’de de yaklaşık yüzde otuz oranında arttı diyebiliriz şiddet ve istismar vakaları.  Verilere yansıyan bu oranlar her zaman gerçekte olanın çok ama çok daha gerisindedir. Gerçekte yaşanan, kayıtlara geçmeyen, ifade edilmeyen bizim seans odalarımıza aktarılan, bazen hiç başvuruda bulunulmayan çok daha fazla şiddet vakası var.”

“KORKU VE KAYGI ORTAMINDA ÖFKE VE SALDIRGANLIK ARTAR”

“Şiddetin arkasında ne var peki? Öncelikle şunu söylemeli bir kere pandemi şu anda psikoloji literatüründe de süregelen travmatik bir stres kaynağı olarak tanımlanıyor. Hatta kaçınılamayan saldırılar, kaçınılamayan ve maruz kalınan travmatik olaylar çerçevesinde ele alınıyor ve de pandemi gibi insanın varlığını, sağlığını ciddi anlamda risk ve tehdit altında bırakan bir durumun karşısında insanın ilk ve otomatik tepkisi korku duygusu oluyor. Korku bir taraftan bizim için işlevsel bir şey, bizi hayatta tutması için. Bununla birlikte korkuyla beraber en sıklıkta ortaya çıkan ve aslında korkudan çok daha fazla, daha uzun süreli yıpratıcılığı olan duygu kaygı duygusu. Kaygının da en temel kaynağı içinde bulunduğumuz sürecin yarattığı belirsizlikler. Herkesin aklında şu sorular ortak: Ne kadar sürecek? Ne zaman bitecek? Herkesin gelir ve geçimle, geleceğiyle ilgili, çocuklarının eğitimiyle ilgili kaygıları var. Herkesin farklı düzeyde belirsizliğin getirdiği kaygıları söz konusu. Dolayısıyla biz her zaman biliriz ki korkunun ve kaygının olduğu, belirsizliğin olduğu zeminde o oranda kızgınlıklar, öfkeler artar. Kızgınlığın, öfkenin arttığı yerde saldırganlık ve şiddet artar, suçlamalar artar.

“SOKAKTA VİRÜS ŞİDDETİ, EVDE ERKEK ŞİDDETİ”

Pandemi döneminde kadınların çok daha fazla şiddete maruz kaldıklarına değinen Dilber Sünnetçioğlu pandemi sürecinin kadınlar için çok büyük zorluklar getirdiğini çocuk istismarını artırdığını söyleyerek şöyle devam etti: “Şöyle ki pandemi döneminde kadınlar darp raporu almak için hastaneye gitmeye çekinir oldular. Karakollara gittikleri zaman işlemlerin yapılması için kendilerine birtakım zorluklar çıkarılıyor. ‘Pandemi döneminde millet canıyla uğraşırken siz neyin peşindesiniz’ deniyor. Bir de pandemi döneminde artan işsizlikten en çok nasiplenen de kadınlar oldu. Biliyorsunuz ki kriz durumlarında öncelikle kadınlar işten çıkarılır. Kadınlar evdeki erkek tarafından çok yoğun şiddet altında kalıyorlar. İnanır mısınız telefon bile açamayan kadın kardeşlerimiz oluyor. Bizim pandemi dönemine ait yaptığımız ilk çalışma bir Whatsapp hattı kurmak oldu. Kadınlar evde erkeğin haberi olmadan sessizce bize yazıp yardım isteyebilmesi için böyle bir Whatsapp hattı kurduk. Kadınların işi zaten çok zordu pandemide çok daha zorlaştı. Şiddet arttı, cezasızlık arttı. Pandemi nedeniyle erkekler kaadına haber verilmeksizin cezaevinden çıkarıldı, kadın tedbirini alamadı. Düşünebiliyor musunuz adam kadına şiddetten, yaralamadan hapse atılıyor. Kadın o hapiste diye çok rahat yaşamaya devam ettiğini sanırken birden bakıyor adam karşısında. Yani şöyle oluyor sanki: İşini yarım bıraktın, buyur git kadını öldür, gel gibi. O nedenle pandemi kadınları çok fazla vurdu. Biz onun için şunu diyoruz: Sokakta virüs şiddeti, evde erkek şiddeti. Ne yazık ki.”

“HER BİRİMİZ ŞİDDETİN HEM MAĞDURU HEM FAİLİYİZ”

Şiddetin türleri hakkında da bilgi veren Serap Altekin, “Evet şiddet her zaman sadece fiziksel şiddete indirgenerek algılanıyor. Sanki sadece bundan ibaretmiş gibi ama aslında şiddetin onlarca farklı türü ve çok farklı tezahürleri var günlük hayatımızda. Şiddet nedir diye önce bir başlarsak. Şiddet, bir insanın bir başka insana, bir başka gruba, bir varoluşa, bir fikre, fiziksel saldırılara, varlığına, bütünlüğüne veya psikolojik varlığına ve bütünlüğüne zarar verecek veya zarar verme bütünlüğünü bozma riski oluşturacak şekilde her türlü söylemi, tutumu, yaklaşımı, davranışı ve uygulaması birer şiddet unsuru olabilir. Dolayısıyla sadece davranışlardan da ibaret değil bunun da altını çizmek gerekir. Söylemler de, tutumlar da şiddet ve saldırganlık içerebilir. Sadece fiziksel temasla ve bir insana verebileceğiniz fiziksel hasarla da sınırlı değil. Bir insanın benliğine, kişiliğine, güvenlik hissine, psikolojik ihtiyaçlarına, özgüvenine olan her türlü saldırı da aynı şekilde bir şiddet. Şiddet genellikle şiddetin failine hedef aldığı kişide veya grupta ya bastırmak, yok etmek, korkutmak, terörize etmek, tehdit etmek, kontrol altında tutmak, manipüle etmek, kötü hissettirmek, aşağılamak, öfke boşaltmak gibi birtakım amaçlarla kasıtlı olarak uygulanan, sarf edilen sözler, söylemler, tutum ve davranışlar ve uygulamalar, politikalar diye tanımlayabiliriz. Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda zaten şiddetin tanımı oldukça geniş, oldukça kapsayıcı olduğunu ve günlük hayatta aslında her birimizin yani bunun da altını çizmekte fayda var.” Her birimizin farkında olarak ya da olmayarak şiddetin hem mağduru hem de faili olduğumuza dikkat çeken Altekin konuşmasını şöyle sürdürdü: “Fiziksel şiddet yelpazenin en ucundaki örnek çünkü cana kast söz konusu. Bir tane şiddet türünün olduğu yerde muhakkak bir başka şiddet türü de aslında yan yana gidiyor. Mesela adı çok konmayan ama aslında hayatımızda en çok yaygın şiddet türlerinden birisi psikolojik şiddet. Buna bazen duygusal şiddet de denebiliyor bazen ilişki şiddeti de demek mümkün olabiliyor. Yani bir insanı kötü hissettirecek, aşağılayacak, kendisini yetersiz hissettirecek, çaresiz hissettirecek, tehdit altında hissettirecek her türlü söylem, tutum yine yaklaşımı uygulama bir psikolojik şiddettir.”

“RAPOR ALIN SES ÇIKARIN ASLA SESSİZ KALMAYIN”

Türkiye’de yaşayıp şiddete uğramayan çok az kadının olduğunu söyleyen Dilber Sünnetçioğlu ise şiddete uğradığı takdirde kadının yapması gerekenleri şöyle anlattı: “Mutlaka şiddete uğradığı zaman gelen mesajları, tehditleri bunların hepsinin ekran görüntüsünü alması gerekir. Bunları birine yedek için mail atsın ya da çok güvendiği bir arkadaşıyla paylaşsın. Mutlaka ve mutlaka rapor alması gerekebilir. Rapor aldığı takdirde tabi bu fiziksel şiddet için söylüyorum şu an. Bu raporu aldığı gibi işleme koymak zorunda değildir kadın ama bunu alsın. Yarın daha ileriki zamanlarda şikâyete karar verdiği taktirde, mahkemede elinde kuvvetli bir delil olacaktır. Karakola gitmekten hiç çekmesinler. Karakola gittikleri zaman 6284 sayılı Kadını Koruma Kanunu nedeniyle ben koruma talep ediyorum, şikayetçiyim. 6284’teki haklarımı almak istiyorum diye belirtmeleri gerekir. Böyle durumlarda zorluk yaşadıkları zaman şiddet karşısında jandarmayı arayabilir, 183’ü arayabilir, ŞÖNİM’i arayabilir, bizi arayabilir. Bizim hem Whatsapp hattımız var hem acil başvuru hattımız var. Bunları aramaktan çekinmesinler, lütfen ses çıkarsınlar.”

“ÇOCUKLARIN İSTİSMAR EDİLDİĞİ ÇATININ ALTI AİLE OLAMAZ”

İstanbul Sözleşmesi tartışmalarını temellendiren aile birliğinin dağılacağı söylemleri hakkında ise Dilber Sünnetçioğlu şunları söylüyor: “İstanbul Sözleşmesi’ni bilmedikleri, okumadıkları saçma sapan söylemlere inandıkları için İstanbul Sözleşmesi aleyhine davranış sergiliyorlar. Aslında hiç de öyle değil. İstanbul Sözleşmesinin önleme, koruma, kovuşturma, politika başlıklarına yönelik dört tane ana maddesi vardır. Kadını koruyun demenin neresi kötü, kadın cinayeti olduğu taktirde bunu lütfen etkin kovuşturun, cinayet mi intihar mı bunu ortaya çıkarın demek mi kötü, kadınları geleceğe dönük güçlendirecek politikalar üretilsin demek mi kötü, bunun nesi kötü? Bu hoşlarına gitmiyor. Bir insan hayatı hakkında karar verebilmeli, buna kimse karışamaz, yönlendiremez. Kutsal aile diye ortaya çıkarttıkları kavram onların istediği aile kavramıdır ama esasen beynimizdeki aile kavramı şudur: İnsanların aynı çatı altında özgür yaşayabildiği, eşit haklara sahip olduğu bireylerin barındığı yerdir. Ama onlarca aile kayıtsız şartsız kadının adama itaat ettiği, onun her türlü isteğine cevap verdiği, kendi hayatı hakkında hiçbir karar veremeyeceği bir ortam istiyorlar. Yedi sekiz yaşındaki, dört beş yaşındaki çocukların istismar edildiği bir yere aile diyebilir misiniz? Bunu kutsallığı nerede? Yaşam hakkı kutsaldır. Önce kadınların yaşam hakkı korunmalıdır. Nafaka hakkına çok saldırıyorlar nafaka erkekler de alabilir. Araştırsınlar, incelesinler bilmeden gözleri kapalı itiraz ediyorlar. İstanbul Sözleşmesi için söylenen bir diğer konu eşcinsel evliliklere izin verecekler söylemi. Açıp okusunlar öyle bir madde yok bile İstanbul Sözleşmesi’nde.”

 “SIĞINMA EVLERİNDE BÜYÜK BİR EKSİKLİK VAR”

Kanunların uygulandığı taktirde yeterli olabildiğini ifade eden Sünnetçioğlu, büyük bir sığınma evi ihtiyacı olduğuna dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Sığınma evlerinin daha düzgün şartlarda, daha çok sayıda olması gerekir ama öncelikle sorunun en başından hareket etmemiz lazım. Bu toplumsal olarak seferberlik ilan edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bakın devlet yasaları, İstanbul Sözleşmesi’ni, 6284’ü etkin biçimde uygulanmasını sağlaması gerekir. Öncelikle toplumsal cinsiyet eşitliği olduğunu kabul edip, siyasilerin, yetkililerin, ünlülerin bunu söylemesi gerekir. Kadın şiddet gördüğü zaman tekmelemeseydin de mırıldansaydın denemez. Bir kadın istediği yerde istediği saatte istediği şekilde giyinerek gezebilir. Bunun önü ancak toplumsal cinsiyet eşitliğinin vurgulanmasıyla alınır. Bakın daha kadın cinayeti kavramı yeni yeni yerleşti. Basın da bu konuda diline dikkat edecek. Televizyonda bir dizide inanın kadını nasıl öldürüleceğine dair ipuçları veriliyor. Bu kadar şiddet yanlısı, bu kadar şiddete yönelik dizilerin televizyonda yer alması büyük sorun. RTÜK sigaraları mozaikleyene kadar bunları ele alması gerekir. Yani toplum olarak bu savaşa karşı seferberlik ilan edip, buna karşı mücadele etmeliyiz.”

“ŞİDDETİ ÇÖZMEK ÇOK BOYUTLU BİR DİSİPLİN GEREKTİRİR”

Şiddet sorununu kökünden çözmek için asıl olarak faile yönelik düzenlemeler, farkındalık eğitimleri ya da psikolojik destek verilmesi konusunda bilgiler veren Serap Altekin ise şunları söyledi: “Bir kere bu tek boyutlu değil çok boyutlu, çok katmanlı ve çok disiplinli ele alınması ve mücadele verilmesi gereken bir konu ve bu çok önemli. Bu sadece psikolojinin konusu değil, bu sadece münferit bireysel bir psikolojik destekle ve eğitimle önüne geçilebilecek bir şey değil. Şiddet kamusal bir konu, şiddet toplumsal bir olgu. Genellikle şiddetle olan meseleleri konuşurken, sanki toplumun belli bir kesimin belli bir profilin meselesiymiş gibi algılanmasına ilişkin yanlış inanç var. Yani sanılıyor ki çoğu zaman sadece dar gelirli ailelerin, sadece kırsal kesimin, sadece eğitim öğretim seviyesi daha düşük olan insanların başına gelen veya faili olduğu bir durum. Bu tamamen yanlış bir inanış, bu bir mit. Tam aksine şiddet aslında hepimizin meselesi ve herkes şiddetin mağduru, herkes şiddetin faili olabiliyor. Dilber Hanım da bunu çok çok iyi bilir bütün örnekleriyle ben de çok uzun yıllardır Mor Çatı’nın gönüllü uzmanlarından birisi olarak çalışıyorum. Şiddetin faillerinin nice okumuş, nice akademisyen, nice doktor ve savcı, hakim, mühendis, belediye başkanı, her politik görüşten yani sağcısı solcusu, cumhuriyetçisi, muhafazakarı, demokratı, devrimcisi her ekonomik düzeyden, nice şirketlerin CEO’su, üst düzey yöneticileri, eğitim öğretim seviyesi son derece yüksek insanlar, hem şiddet failidir hem de aynı profildeki insanlar şiddetin maalesef ki mağduru ve hedefi olur. Dolayısıyla bunun da altını çizmek gerekir. Bu sadece toplumun belirli bir kesimin gerçekliği meselesi değil, bu hepimizin meselesi. O sebeple mücadele, eğitim, kovidi önleyici bütün tedbirlerde ve yatırımlarda el birliğiyle hayata geçirilmesi gereken şeylerdir.”