777634-riza-turmen-980x500 Eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıcı ve CHP milletvekili Prof. Rıza Türmen, bu süreçte hükümetin Türkiye’yi uluslararası alanda büyük sorunlarla karşı karşıya bırakacak hukuk ihlallerine imza attığını söyleyerek, bunun sonucu tıpkı 1990’lı yıllarda olduğu gibi AİHM’e açılan davalarda patlama yaşanacağını belirtti. “AKP’nin Kürt sorununu barışçı yoldan değil tıpkı Sri Lanka’da olduğu gibi yok ederek çözmeyi amaçladığını” söyleyen Türmen, “AYM’nin sokağa çıkma yasaklarına ilişkin durdurma talebine verdiği ret kararının AİHM’den döneceğini” ifade etti. Birgün gazetesinden Sebahattin Karakoyun’un sorularını yanıtlayan Prof. Türmen’in açıklamaları şöyle: Yaşananlara ilişkin “sivil, asker, kadın, çocuk ayrımı gözetmeyen, hiçbir kural tanımayan bir öldürme çılgınlığı” değerlendirmesi yapmıştınız. Kuraldan kastınız ne? Evet bir öldürme çılgınlığı yaşanıyor ve bu durumlarda uygulanması gereken hukuk kuralları var. Savaşı birtakım kurallara bağlamak, özellikle sivilleri korumak için hem savaş hukuku, hem de insan hakları hukukundan kaynaklanan yükümlülükler var. İnsani hukuk kuralları, iç çatışmalarda uygulanacak kuralları düzenliyor. İnsani hukuk dediğimiz hukuk, savaş hukuku aslında. Ancak bu konudaki kuralları düzenleyen Cenevre Protokollerine ek olarak 1977 yılında sadece devletler arasındaki savaş değil iç çatışmalar da kapsama alındı. “Devletin silahlı güçleri ile muhalif ya da başka, örgütlü ve sorumlu bir kumanda altındaki silahlı güçler arasındaki silahlı çatışmaları” kapsıyordu bu ek protokol. Protokolün taraflara getirdiği somut yükümlülükler var; sivillerin, kültürel varlıkların, kutsal mekanların korunması, işkence ve insan onuruyla bağdaşmayan muamelelerin yasaklanması gibi… Doktrinde artık iç çatışma ile devletler arasındaki çatışmalar arasındaki fark giderek ortadan kaldırılmakta. İnsan hakları hukuku açısından uyulması gereken kurallar nelerdir? İç silahlı çatışmalarda geçerli insan hakları hukukuna göre her şeyden önce devletin zorunlu haller dışında öldürmeme yükümlülüğü var. Zorunlu olarak silah kullanılmasını gerekli kılan koşullar mevcutsa, o zaman silahın elde edilecek amaçla orantılı bir şekilde kullanılması lazım. Sivilleri öldürecek ağır silahların kullanılmaması lazım. Bu konuda AİHM’e yansıyan Çeçenistan davası var. AİHM, Çeçenistan’da Rusya’nın sivilleri boşaltmadan Çeçen gerillalarına karşı ağır silahlar kullanmasını “yaşam hakkının ihlali” olarak görmüştür. Devletin sivilleri koruyacak önlemleri almanın yanı sıra orantısız güç kullanarak suç işleyen görevliler hakkında etkin soruşturma yapma, onları yargı önüne çıkarma, cezalandırma yükümlülüğü var. “AYM kararı AİHM’den döner” Bu kurallar açısından bakıldığında bölgede nasıl bir tablo söz konusu? Sokağa çıkma yasakları doğrudan doğruya kişi güvenliğini, özgürlüğünü sınırlandırma kapsamına girer. Kişi güvenliğinin sınırlandırılması, özgürlüğün ihlali söz konusu. İç hukuk açısından sınırlamayla ilgili bir düzenleme olması yetmez, ulusal kanunun aynı zamanda AİHM kurallarına da uygun olması lazım. AYM, sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili olarak öldürülmeden önce Tahir Elçi’nin ve daha sonra HDP’lilerin “durdurma” talebini reddetti ama… Sokağa çıkma yasağı, ancak sıkıyönetim koşullarında ya da olağanüstü hal ilan ediliyorsa konulabilir. Valinin tek başına, keyfi bir şekilde buna karar vermesi hukuki dayanak açısından sorunlu. AYM yasanın valiye bu yetkiyi verdiğini savunuyor. AKP, İç Güvenlik Paketi ile valilerin yetkilerini genişletti ama valiye verilen kamu düzenini sağlama yetkisi yetki, insan hakları ihlallerine yol açabileceği anlamına gelmez. Uzun süreli sokağa çıkma yasakları uygulanıyor, güvenlik bölgeleri ilan ediliyor. İnsanlar gıdasız, susuz, ilaçsız kalıyor. Kentler boşalıyor. Valiye insanları bu hale getirsin diye yetki verilmemiştir. AYM böyle bir karar verdi evet ancak bu karar kesinlikle AİHM’den döner. Ancak bütün bu hukuki değerlendirmelerin ötesinde bölgede korkunç bir iç çatışma yaşanıyor ve giderek tırmanıyor. Hükümetin amacı ne, bunu anlamıyorum. Eğer amaç Kürt sorununu barışçı bir şekilde çözmekse tırmandırılan şiddet buna hizmet etmiyor. Bunu elbette görüyorlar. Dondurulan sürecin yeniden başlatılması giderek zorlaşıyor diyorsunuz… Evet. Bu şiddet sarmalı, görüşme masasına dönme, barışçı çözüm umudunu ortadan kaldırıyor. Süreci buzdolabına koymak sonra da dolabı açıp çıkarmak gibi bir şey söz konusu değil. Buzdolabını tekrar açtığınızda hiçbir şey bulamayabilirsiniz. Niyet ne? Niyet barışçı bir çözüm değil, barışçı çözüm aramak gibi bir niyet yok ortada. Srilanka’da yaşananlar gibi bir şeyi tekrarlama niyeti mi var acaba sorusu akla geliyor. Tıpkı Srilanka’da olduğu gibi Tamil gerillalarını yok etmek için kentlerin insansızlaştırılması projesi mi hayata geçirilmek isteniyor kaygısı çok haksız değil. Barışçı çözüm yerine, yok ederek sonuç alma yaklaşımı çok endişe verici. Yaşananlara baktığımızda hükümetin asıl niyeti buymuş gibi görünüyor. Ülkenin bir bölümünü kapatıp, sivil- gerilla ayrımı yapmadan oradaki insanları öldürüp ondan sonra “bu sorun çözümlendi” denilemez, buna izin verilemez. Toplumsal duyarlılık açısından neler söylemek istersiniz? Var olan duyarsızlığı anlamak mümkün değil. Yaşananlar nedeniyle Türkler ve Kürtler arasında uçurum doğuyor. Birbirlerine yabancılaşıyorlar, ötekileşiyorlar. Bir arada yaşamak önemli. Bunu gerçekleştirecek bir proje ortaya konulmadığı takdirde bir arada yaşamak imkansız hale gelmeye başlayacak bir süre sonra. Bu çok endişe verici. Bu duyarlılığı taşıyanların ülkenin tümüne bu hassasiyeti yayması lazım. Yaşananlar bir polisiye mesele değil. “Hendek kazmışlar, güvenlik güçleri de o nedenle ateş ediyor” diye açıklanabilecek bir mesele değil bu. “Bundan sonra birlikte yaşayabilecek miyiz, bunu nasıl başaracağız” noktasına gelindi. Bunu bütün Türkiye’nin görmesi lazım. Kentler boşalıyor hızla. Bu durumun hızla Meclis’e taşınması, konuşulması gerekiyor. “Anayasa değişmeli” Yeni bir anayasa için düğmeye basıldığında yeniden masaya dönüleceği konuşuluyor… Barışçı bir çözüm bulunacaksa bunun anayasa ile çok yakın ilişkisi olacaktır tabii. Yerel yönetimler meselesinin oturulup konuşulması lazım. Hangi sonuca varılırsa varılsın barışçı bir çözüm için bir anayasa değişikliği lazım. Eşit vatandaşlık ya da anadilde eğitim hakkı bunların hepsi anayasa değişikliğini gerektiren meseleler aslında. Bu süreçte HDP’liler sık sık “özyönetim” vurgusu yapıyor. Bunlar konuşulması gereken konular tabii. Tek taraflı özerklik, özyönetim çıkışları yanlış şeyler. Bu, tartışmayı da engelliyor. Kürt sorunun çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesiyle birlikte ele alınması gereken bir mesele. Türkiye’nin demokratikleşmesi Kürt sorununun da çözümüne yol açacaktır. Sadece Kürtler bakımından değil bütün Türkiye bakımından bir ademi merkeziyetçiliğe ihtiyaç var. Bu kadar büyük bir ülke hala merkeziyetçilikle idare ediliyor. Yerel yönetimlerin yetkilerini genişletmek, daha yerel çözümler aramak lazım. Bu sadece Güneydoğu için değil bütün Türkiye için geçerli. Ancak Kürt sorunun çözümü de buradan geçiyor, bunu görmek lazım. “Türkiye böyle yönetilemez” 7 Haziran’da iktidarı kaybeden AKP, şiddeti tırmandırdı ve 1 Kasım’da istediği sonucu aldı. Şimdi başkanlık sistemi için krizin derinleştirildiği yorumlarına katılır mısınız? İnsan hayatıyla, ülkenin geleceğiyle oynayarak kişisel ihtirasların tatmin edilmesi gibi bir yaklaşım asla kabul edilemez. Krizle siyasi kazanç elde etmeye yönelik bir strateji çok yanlış. “Ne kadar çok kriz yaşanırsa benim siyasi kazancım o kadar çok olur” gibi bir düşünce inanılmaz bir şey. Şiddet arttıkça Türkiye içindeki baskılar da artıyor. Hükümete muhalefet eden kim varsa susturulmak isteniyor, özellikle basın. Giderek koyulaşan bir baskı düzeni yaşanıyor. Sonu nereye varır? Türkiye böyle yönetilemez. Muhalefetin sorumluluğu daha da arttı bu noktada. Biraz kendine çeki düzen vermesi, umut olması lazım. Bir ülkede böyle bir manzara olur mu? Sonu gelmiş, kendini tüketmiş, ülkeyi yönetemeyen bir iktidar ve iktidar olamayan, iktidara alternatif olamayan bir muhalefet…. Bu çok vahim bir tablo. Sivil toplum önderlerinin de sorumluluğu büyük. Bu kadar baskıcı bir ortamda toplumsal muhalefeti ayağa kaldırmak kolay değil elbette. Türkiye’de toplantı ve gösteri hakkınızı kullanırsanız başınız mutlaka belaya girer. Ancak bütün bunlara rağmen mücadele edebilmek lazım.