DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi görüşmelerinde yaptığı konuşmada; "Bu meclis bir çözüm ile anılmalı. Ve yüzünü başka yere çevirmeden Ankara çözümünü sunmalıdır. Şayet Ankara vizyonu varsa Ankara çözümü de olmalıdır. Eğer gerçek ve köklü bir çözüm arayışında samimiysek, bu çözümü dışarıda değil, Türklerle Kürtlerin ortak geçmişinde ve geleceği birlikte inşa kararlılığında bulmalıyız. Başka ülkelerin başkentlerinden güç devşirmekten kaçınılmalı. Bu kritik süreçte fırsatçılık arayışına girmek kimseye kalıcı bir çözüm sunmaz" dedi.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi görüşmelerinde yaptığı konuşmada; "Bu meclis bir çözüm ile anılmalı. Ve yüzünü başka yere çevirmeden Ankara çözümünü sunmalıdır. Şayet Ankara vizyonu varsa Ankara çözümü de olmalıdır. Eğer gerçek ve köklü bir çözüm arayışında samimiysek, bu çözümü dışarıda değil, Türklerle Kürtlerin ortak geçmişinde ve geleceği birlikte inşa kararlılığında bulmalıyız. Başka ülkelerin başkentlerinden güç devşirmekten kaçınılmalı. Bu kritik süreçte fırsatçılık arayışına girmek kimseye kalıcı bir çözüm sunmaz" dedi.

TBMM Genel Kurulu'nda, 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi'nin görüşmeleri bugün başladı. 12 sürecek bütçe maratonunda, bugün bütçenin tümü üzerinde siyasi parti grupları adına konuşma yapılıyor. DEM Parti adına Eş Genel Başkanlar Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan konuşma yaptı. Bakırhan, şunları söyledi:

"Isparta'da yaşanan helikopter kazasında yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet, ailelerine baş sağlığı diliyorum. Artvin'de de bir heyelan yaşanmıştı orada yaşamını yitiren yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine sabır diliyorum.

Orta Doğu'da tarihi anlara tanıklık ediyoruz. Suriye'de 61 yıldır iktidarda olan Baas rejimi dün itibarıyla çöktü. Suriye halkı hem öncesinde hem de 2011 yılından sonra yaşanan iç savaşta büyük acılar, zulümler, katliamlar yaşadı. Suriye insanlık tarihinin medeniyet merkezlerinden biri olmasına rağmen baskı, zulüm, ölüm, yok sayma, ölüm ve şiddetten bir türlü kurtulamadı. Bugün Suriye'de yeni bir döneme girme fırsatı var. Artık kin, öfke, intikam duygularıyla değil, demokratik bir düzen yaratma isteğiyle hareket etme zamanıdır. Suriye'de demokratik bir yönetimin ülkeyi yönetmesini arzuluyoruz. Suriye'de kurulacak geçici hükümet demokratik bir sürece geçişin hazırlıklarını yaparak bunu dünyaya deklare etmelidir. Suriye, Suriyelilerindir. Suriye halkının ortak iradesine bütün güçler saygı göstermelidir. Suriye'de yaşayan bütün halkların ve inançların hakları demokratik bir anayasayla güvence altına alınmalıdır. Suriye'de geçmiş benzeri siyasal iktidara dönüşün yolu artık kapanmalıdır. Suriye'de Baas rejiminin devrilmesinden sonra atılacak her kurşun iç karmaşayı büyütecek, Suriye'yi daha derin bir savaş ve istikrarsızlık adasına dönüştürecektir. Hızla ateşkes sağlanmalı. Bitimsiz savaşların adresi olan yeni bir Lübnan'ın, Libya'nın ortaya çıkması engellenmelidir. 61 yıllık Baas rejiminin devrilmesinden sonra oluşacak psikolojik ve siyasal enerjinin yeni fay hatlarını tetikleyerek hemen sınırımızda büyük bir kargaşa yaratması Orta Doğu'nun ve Türkiye'nin istikrarsızlaşmasını getirecektir. Suriye'nin yeni döneminde halkların bir arada yaşamı konuşulurken Mümbiç'e saldırmak Suriye ve Türkiye'de çözüm arayışlarını baltalama girişimidir. Bu bir akıl tutulmasıdır, bundan vazgeçilmesi gerekiyor. Türkiye olan biten hadiselerden azade değildir. Bu sebeple AKP iktidarının Kürt kazanımlarına dönük yeni bir saldırısı Suriye'de, istikrarı başka bahara bırakacak, Orta Doğu’daki ateşi harlayacaktır. Bu konuda AKP iktidarını, Suriye'ye dönük barış ve çözüm politikasını yürütmeye, Kuzey Doğu Suriye yönetimiyle diyalog içerisine girmeye çağırıyoruz. Radikal selefi grupların, Arap Alevilere, Dürzülere, Süriyanilere, Hristiyanlara, Kürtlere, Ermenilere, Türkmenlere, Çerkezlere herhangi bir saldırı olmaması için başta Birleşmiş Milletler olmak üzere bölgede bulunan bütün güçlere büyük bir sorumluluk düşüyor. Suriye'nin geleceği halkların ve inançların demokratik katılımıyla inşa edilmeli, ortak irade esas alınmalıdır.

"Suriyelilerin geri dönüşlerinin güven içerisinde gerçekleştirilmesi için çağrı yapıyoruz"

Başta Türkiye olmak üzere dünyanın her yerinde yaşamak zorunda bırakılan, ülkesine dönmek isteyen Suriyelilerin geri dönüşlerinin güven içerisinde gerçekleştirilmesi, mal, sağlık ve yaşam güvencelerinin sağlanması için uluslararası kamuoyuna ve güçlere çağrı yapıyoruz. Dünyada ve bölgede tarihsel kırılmaların yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu tarihsel kırılmalar döneminde küresel istikrarsızlığı körükleyen çatışmalar hızla yayılıyor. 2025 yılına başta ABD-Çin arasında artan jeopolitik gerilimler olmak üzere küresel güvenlik ve askeri barış, iklim değişikliği, darbeler ile göç hareketliliği gölgesinde gidiyoruz. Siyasal ve sosyal açıdan birçok kıyamet fragmanı belirlemeye başlıyor.

"Tüm ülkeler yeniden çok kutuplu bir dünyaya çekiliyor"

Küresel güçlerin devasa tehditlere karşı çözüm üretmekte çaresiz kaldığı bir dönemi yaşıyoruz. Orta Doğu'da tanık olduğumuz tablo bu dönemin özeti ve gerçeğidir. Genel tabloyu ABD ve İngiltere istihbarat şeflerinin uluslararası bir gazete için ortak kaleme aldıkları makalede görmek mümkündür. Her iki şef dünya düzeni son 40 yıldan bu yana en büyük savaş tehdidiyle karşı karşıya dediler. Neyin olacağını aslında itiraf ettiler. Avrupa güvenlik mimarisini ve küresel ekonomik dengeleri değiştiren Ukrayna savaşı bütün yoğunluğuyla devam ediyor. Son NATO toplantısında Rusya açık düşman ilan edilmiş, savaşa kaynak arttırımına gidilmiştir. Afrika'dan Asya'ya , Amerika'dan Orta Doğu’ya, birçok alanda sıcak savaşlar sürüyor. Sistemler ve değerler de değişime uğruyor. Egemenlerin tam tekmil dibe doğru yarış haline geçtiği bu dönemde her şey adeta yeniden resetleniyor. Büyük güç rekabeti, jeoekonomik rekabet, dijital egemenlik, kültürel kutuplaşma, demokrasi ve otoriterizm şeklinde tezahür ediyor. Tüm ülkeler yeniden çok kutuplu bir dünyaya çekiliyor. Böylece tarafların oluştuğu, kamplaşmanın yükseldiği bir dönem. Tüm yaşananların sonucu olarak kültürel ve politik kutuplaşmalar üzerinden aşırı sağ popülizm güçleniyor. Göçmenlik, azınlık hakları, İslamafobi, cinsiyet ve kimlik politikaları gibi meseleler birer yönetim aracına dönüşüyor.  Nefret ve ırkçılık üzerinden yönetimler tahkim ediliyor Birleşmiş Milletler'e göre yükselen savaş ve şiddet dünya çapında 160 milyon kişiyi yerinden etti. Demokrasiyle otoriterlik arasındaki mücadele dünyanın her yerinde çatışmaya devam ederken otoriter rejimler neden oldukları krizi fırsat olarak tanımlıyorlar. Sonuç olarak tüm bu olay ve olguların cereyan ettiği yer Orta Doğu olmaktadır. Dünya dünyaya ne söylediğiniz değil Orta Doğu'da ne yaptığınız belirleyicidir. Küresel ve bölgesel güçler arasındaki sancıların bedelini maalesef Orta Doğu halkları ödüyor. Suriye'de bitmeyen çatışmalar İran'daki teyakkuz hali, Irak'taki belirsizlik ve hepsinin ortasında İsrail'in saldırıları altındaki Filistin ile Lübnan var. Orta Doğu'da taşlar yerinden oynarken Türkiye'nin bundan etkilenmeyeceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Bir yandan küreselde, diğer yandan Orta Doğu'da yaşanan gelişmelere bakıldığında etrafımızı saran ve yaklaşan büyük fırtına görülmelidir. Hepimizi etkileme potansiyeli olan bu yangından nasıl kurtulabiliriz? İşte siyaset bütün kurumlarıyla buna yoğunlaşmalı ve bir yol bulmalıdır. Bu yolu ortak bir akılla bulabiliriz. Bu fırtınadan devlet aklı onarıcı ve adaletli bir geçiş dönemiyle çıkabilir. Bu evrensel bir çözüm yoludur. Ya toplumsal birlikteliğimizi, demokrasi, hak ve özgürlükleri güçlendireceğiz ya da bu ateş çemberinin büyüyerek bize doğru gelmesini bekleyeceğiz. Dünyada paylaşım savaşları, Orta Doğu'da büyük çalkantılar yaşanıyor. Orta Doğu kimliğe dayalı gerilimler, ideolojik çatışmalar ve stratejik rekabetlerle sarsılıyor. Yüzyıllık düzen yeniden kurulurken iç barışı güçlü ve ekonomisi güçlü olan ülkeler sonucu doğrudan etkiliyor. Tarih boyunca savaşta ordular yer alır ama kazanan iç barışı ve ekonomisi güçlü ülkelerdir.

"Kırılgan ekonominin temel nedeni AKP'nin yanlış politikalarıdır"

Bugün Türkiye, Orta Doğu'da yüzyıllık kırılmaların yaşandığı bu dönemde ekonomik iç barışı konusunda en kırılgan dönemi yaşıyor. Kırılgan ekonominin temel nedeni AKP'nin yanlış politikalarıdır. Emek ve sermaye, yoksul ve zengin, aç ve tok arasındaki uçurumu büyüten iktidar yüzünden toplumsal barış gittikçe imkansız hale geliyor. Yoksulluk sınırının 70 bin lirayı geçtiği bu dönemde 50 milyon insan yoksullukla mücadele etmeye çalışıyor. Bir yandan sadece bir haftada 1,5 milyar TL lirası kredi takibine düşerken diğer yandan bir haftada 1,5 milyar TL kazanç elde edenler var. Ekonomik hiç barışın altına döşenen dinamit günün sonunda büyük bir çürüme getiriyor. Sistem çürüdükçe toplumsal yaşam daha fazla zarar görüyor. Bir halkın belli kesimlerine yönelik yürütülen yoksullaştırma, yok sayma, inkar politikaları, bumerang etkisi gibi yönetim sistemine ve toplumun tümüne bir çürütme dayatıyor. 2025 bütçesine baktığımızda sosyal yardım ve destekler için bütçeden ayrılan pay 651 milyar Türk lirası iken sadece faize ayrılan pay bunun 3 katı olarak 1 trilyon 950 milyar Türk lirasıdır. Şimdi bu bütçe yoksulun, işçinin, kadının, emekçinin, memurun, dezavantajlı grupların bütçesidir diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz. 2025 yılı merkezi yönetim bütçesi teklifiniz bu çürümeyi büyütme pusulasıdır. Milyonlarca insan açlıkla mücadele ederken kredi borçları ve icralar alıp başını giderken esnaf siftah bile yapamazken teklif ettiğiniz bu bütçe, sorunları daha da derinleştirecektir. Bakın bu bütçe teklifinde büyük çoğunluğu aç, yoksul, işsiz halktan toplanan 12,8 milyar TL gelir bekleniyor. Yoksulun, emekçinin alın terinden alınan bu kaynak 3 kıyak kesime aktarılıyor. Faize 1 trilyon 950 milyar TL, savaş ve güvenlik harcamalarına 1 trilyon 608 milyar TL, teşvik, istisna, muafiyet, garanti ödeme altında sermayeye 3 trilyon TL aktarılıyor. Yani halkın bahçesinden toplanan 12 elmanın 6,5'unu faiz lobilerine, zenginlere, savaş baronlarına aktarıyorsunuz. Geriye kalan 5,5 elmayı 85 milyon insan paylaşsın diyorsunuz.

"Haksızlık, hukuksuzluk en çok kadınlara karşı uygulanılıyor"

Değerli milletvekilleri, öyle bir düzen ki erkek egemen sistem toplumsal yaşamın kılcal damarlarına kadar etki ediyor. Özellikle iktidarın politikalarıyla ataerkil tahakküm her gün kadınlara sömürü, yoksulluk ve katliam dayatıyor. Dünyada yükselen sağ, erkek cinsiyetçi siyaset rüzgarının yelkenleri en çok AKP iktidarı tarafından şişiriliyor. Kadın düşmanlığı iktidar siyasetinin temel kodları olarak hayata geçiriliyor. Haksızlık, hukuksuzluk en çok kadınlara karşı uygulanılıyor. Yoksulluğu en derinden kadınlar yaşıyor. Siz yoksulluğun kökünü kazıyamıyorsunuz, aksine derinleştiriyorsunuz. Kurduğunuz sadaka düzeniyle halk yetinsin istiyorsunuz. Düşünün, bir ülkede insanlar birbirine iyi haber olarak artık sadece marketlerdeki indirimleri söylüyor. Bu korkunç tabloya son vermenin yolu güçlü iç barış ve güçlü ekonominin kurulmasıdır. Türkiye halklarının daha fazla faiz ve savaş politikasına değil güçlü bir toplumsal barış ve demokrasiye ihtiyacı vardır. Bunun yolu da gelir ve servet dağılımında adalet baronlar ve lobiler yerine yoksullar ve emekçilerin esas alınmasından geçer. Bu yola girilmediği takdirde ne yazık ki 2025 yılı içerisinde yeni bir ek bütçe yapmak zorunda kalınacaktır. Ek bütçe demek zaten sefalet içerisinde yaşayan halka yeni vergiler, ek maliyetler getirmek demektir.

"Bu ülke hepimizin ortak vatanıdır"

Değerli milletvekilleri, DEM Parti olarak en sonda söyleyeceğimizi en başta ifade edelim. Bu ülke hepimizin ortak vatanıdır. Bu ortak vatanda eşit ve özgür birer vatandaş olarak yaşayabilir. Bütün halkların, inançların huzur ve barış içinde yaşayacağı bir yeni Türkiye'yi hep beraber kurabiliriz. Türkiye'nin sınırları dışındaki Kürtler, Araplar ve Türkmenler, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının akrabaları, soydaşlarıdır. Bunlarla iyi ilişkiler kurulması uzun vadede, bölge barışı için son derece önemlidir. Konjonktürel güç dalgalanmalarını ve dönemsel değişim zeminlerini bölgesel barış arayışlarının önüne koymak orta ve uzun vadede bu topraklara ve hatlara yapılmış en büyük kötülük olacaktır. Daha önce de belirtmiştim, Türkiye sınırları dışında yaşayan Kürtlerle hasımlık değil, hısımlık yapmalıdır. Hasımlık Türkiye kazandırmaz, hısımlık kazandırır. Suriye'de siyasal denklemin yeniden kurulacağı bir süreçte Kürtlerle diyalog emin olun Türkiye'de büyük kazandırır. Türkiye izleyeceği barışçıl politikalarla Orta Doğu'da örnek bir ülke olabilir. Türkiye'nin sınırları dışındaki Kürtler Türkiye için bir tehdit değildir. Bir barış imkanıdır. Bunun için Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin değerlendirmesi gerekir.

"20 yılda Kürtler demokratik çözüm için toplam 12 tane çözüm ve yol haritası sundu"

İnkar ve dışlama bir siyaset olamaz, olmamalıdır. Orta Doğu'da barışın sağlanması adına bölgesel bir ittifak, sosyal, ekonomik ve kültürel etkileşim şarttır. Bu konuda iktidarın atacağı adımlara her türlü desteği vermeye hazırız. Bakın son 20 yılda Kürtler demokratik çözüm için Toplam 12 tane çözüm ve yol haritası sundu: Demokratik çözüm bildirgesi, Kürt sorununda çözüm ve çözümsüzlük ikilemi, demokratik çözüm ve barış, büyük barış çabası, özgür birliktelik ve barış hamlesi, barış planı, toplumsal barış ve demokratik katılım yasası, barış için yol haritası, yol haritası ve demokratik kurtuluş ve özgür yaşam süreci. Bu başlıklar önerilen çözüm projeleridir. Bu çözüm metinlerinde bugünkü tüm krizler için reçeteler bulunmaktadır. Hepsi devletin arşivlerinde mevcuttur. Maalesef bu çözüm fırsatları değerlendirilemedi. Dikkate bile alınmadı. Aksine Kürt meselesini çözümsüzlüğe sevk eden bastırma raporları hazırlandı. Bugüne kadar hazırlanan raporların bazılarını hatırlatalım. Abdülhalik Renda raporu, Cemil Uybadın raporu, Hamdi Bey raporu, Ali Cemal Bardakçı raporu, Şark Islahat Plan raporu, Şükrü Kaya raporu, Hüseyin Alptoğan raporu ve daha adını sayamadığım onlarca rapor, Kürt sorununun inkarı için yazıldı. Yani Kürtler çözüm için yol haritaları, raporlar hazırlarken maalesef Kürtleri inkar eden raporlar hazırlanıyor. Peki sormak istiyorum. Bu raporların hangisi başarılı oldu? Bu raporlar sorunu büyütmenin dışında bir işe yaradı mı? Bir işlev gördü mü? Hep birlikte yaşıyoruz ve şahidiz. Bakın bu ülkenin hafızasında inkarın dışında çözüm arayışları da var.

"İnkar devletin resmi dili olmaya devam etti"

Bu çözüm arayışlarına sahip çıkmak gerekir. Devlet 93'te Özal üzerinden temasta bulundu. 96'da Başbakan Necmettin Erbakan temas kurdu. 97'de Genelkurmay doğrudan ilişki kurdu. 99'da Genelkurmay Devlet tarafından yüz yüze temas kuruldu. 2000 ile 2005 arasında askeri kanat sürekli görüşme yaptı. 2005'den sonra 2010 ağırlıklı olmak üzere yürütme erki görüşmeler yaptı. 2013-15 arasında yaşanan süreç Dolmabahçe Mutabakatı gibi tarihi bir noktaya geldi. Yani 93'ten bu yana onlarca çözüm şansı doğdu. Bu imkanlar maalesef barışa evrilemedi. Barış imkanı her ıskalandığında maalesef inkar devletin resmi dili olmaya devam etti. Bakın Bir tarihsel anekdot aktarayım. 1964 yılında bu Meclis’te kürsüye çıkan Adalet Partisi Edirne Milletvekili İlhami Ertem, 'Türkiye'de hiçbir iktidar doğu ve batı ayrımı yapmamıştır' deyince emekli milletvekili Mustafa Remzi Bucak kendisine bir mektup yazar ve şöyle der, 'Birkaç safdili aldatabilirsiniz ama tarihi asla' der. Biraz önce çıkıp konuşan arkadaşlar da yine benzer bir ayrımın olduğunu söylediler ama maalesef ne bizi ne de tarihi asla aldatamazsınız.

"Kürt sorununun barışçıl, demokratik bir şekilde çözümünden yana mısınız? Değil misiniz?"

60 yıl önce söylenen sözün aynısını bu kürsülerden halen duyuyoruz. Peki yok demekte sorun çözüldü mü? Ayrım yok demekte sorun ortadan kalktı mı? Cumhuriyet 100 yıldır Kürt meselesinde patinaj yapıyor. Bütün dünya 100 yıl öncesinde bambaşka bir yere evrildi ama bu akıl 100 yıldır bir arpa boyu yol alamadı. Kürtler 100 yılda çok değişti, çok dönüştü. Peki siz neden 1 milim değişmiyorsunuz? Yine ortada çok basit bir soru var Kürt sorununun barışçıl, demokratik bir şekilde çözümünden yana mısınız? Değil misiniz? Bunu gerçekten Türkiye hakları merak ediyor.

"İlk defa büyük bir ortaklaşmaya şahitlik ediyoruz"

Değerli milletvekilleri 1 Ekim'den itibaren Sayın Bahçeli'nin başlattığı tartışmaları olumlu ve önemli gördüğümüzü belirttik. Bu konuda Türkiye'nin barışı için elimiz açık dedik. Biz DEM Parti olarak bu konuda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye varız dedik. Muhalefet partilerinin büyük çoğunluğu demokratik çözüm ve barış konusunda çok kararlı bir biçimde bir irade ortaya koydu. Belki ilk defa büyük bir ortaklaşmaya şahitlik ediyoruz. Bu oldukça kıymetli bir tutumdur. Tarihi bir fırsattır. Bu fırsatı heba etmeyelim. Türkiye'nin gerek Filipinler Moro başta olmak üzere dış dünyadaki deneyimleri gerekse de 1993'ten bu yana içerideki barış arayışları kapsamlı bir barış külliyatı oluşturmuştur. Yine ana muhalefet partisinin hem 1990'lardaki Kürt raporları hem de bugünkü tutumu çok önemlidir. Ana muhalefette de önemli bir çözüm hafızası bulunuyor. Aslında bu birikimle birlikte Kürt meselesinin çözümüyle ilgili külliyat oluşmuştur Teşhis konulmuş, reçete yazılmıştır. Şimdi barış zamanıdır.

"Ankara vizyonu varsa Ankara çözümü de olmalıdır"

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'a yapıcı bir görev düşüyor. Sayın Erdoğan, Kürt meselesi Türkiye'nin çözümü bekleyen en tarihsel meselesidir. Bu meseleyi çözerek tarihe geçme fırsatı sizlerin önünde beklemektedir. DEM Parti olarak bu konuda üzerimize düşeni yapacağımızı Meclis huzurunda bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bu Meclis bir çözüm ile anılmalı. Ve yüzünü başka yere çevirmeden Ankara çözümünü sunmalıdır. Şayet Ankara vizyonu varsa Ankara çözümü de olmalıdır. Eğer gerçek ve köklü bir çözüm arayışında samimiysek, bu çözümü dışarıda değil, Türklerle, Kürtlerin ortak geçmişinde ve geleceği birlikte inşa kararlılığında bulmalıyız. Başka ülkelerin başkentlerinden güç devşirmekten kaçınılmalı. Bu kritik süreçte fırsatçılık arayışına girmek kimseye kalıcı bir çözüm sunmaz.

"Kürtleri eski Kürt olarak gören, onları yönetme sevdasıyla yanıp tutuşanlar bir yanılgı yaşıyor"

Türklerle Kürtler arasındaki bin yıllık birliktelik bir tesadüfün değil, ortak bir kader birliğinin sonucudur. Bu birliktelik mecburiyetin değil, gönüllü bir dayanışmanın ve tarihsel bir ittifakın ürünüdür. Bugün bu köklü bağların ışığında dönemsel fırsatçılıkların ve paranoyaların ötesine geçerek geleceği birlikte kurgulamak zorundayız. Bugün iktidar haklı, hala sınır güvenliği paranoyasını gidermek için sonuç üretmeyen çabalar içerisindedir. Bakın, sizi 500 yıl öncesine götürelim. Kanuni Sultan Süleyman, Kürtlerle birlikte yaşamayı hem sınırların hem imparatorluğunun güvencesi olarak gördüğünü ifade etmiştir. 500 yıl önce çizilen reçete bugün için hala geçerlidir. Bugün Türk'ün güvenliğiyle, Türk'ün güvenliği eşit ve demokratik bir yaşam kurmasından geçer. Bölgesel karmaşadan korunmanın temeli eşitlik ve demokrasiyle güncellenmiş bir Türk-Kürt ortaklığıdır. Önemli altını çizmek isterim ki Kürtleri eski Kürt olarak gören, onları yönetme sevdasıyla yanıp tutuşanlar bir yanılgı yaşıyor. Bu yanılgı herkes için bir yenilgidir. Böylesi bir yanılgıda ısrar, tarihe Türk-Kürt ittifakına büyük zararlar verecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu ülkede yaşayan bütün vatandaşların olduğu gibi Kürtlerin de kendini ait hissedeceği bir devlet olmalıdır. Devletten beklentimiz tüm vatandaşları ayrımsız kucaklayan, farklılığını kabul eden, demokratik ve kapsayıcı bir kerim devleti olmasıdır.

"Neden İmralı'nın kapılarını kapalı tutmaya devam ediyorsunuz? Neden barışla tecrit uyguluyorsunuz?"

Geçmişteki hatalardan ders çıkarmak ve bu hatalar üzerinde ısrar etmemek, zayıflık değil gerçek bir olgunluk göstergesidir. Bu yaklaşım yalnızca tarihsel ittifakımızı derinleştirmek de kalmaz, aynı zamanda barışı güçlendirmek ve kalıcı bir uzlaşıyı inşa etmek için de sağlam bir zemin oluşturur. İşte bu sağlam zemine sigorta sunan bir açıklama İmralı'dan geldi. Sayın Abdullah Öcalan, tecrit devam ediyor dedi ama peşinde de koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim dedi. İktidara soruyoruz: Çözüm konusunda teorik ve pratik gücünüz var mı? Bu soruyu günlerdir tüm Türkiye merakla bekliyor. Madem derdiniz Kürt meselesini çözmek ve bunun adresi olarak Öcalan'ı gösteriyorsunuz bu doğru bir tercihtir. O halde neden İmralı'nın kapılarını kapalı tutmaya devam ediyorsunuz? Neden barışla tecrit uyguluyorsunuz? Barışta ısrar etmek, toplumsal dayanışmayı büyütmek ve geleceğimizi kardeşlik temelinde inşa etmek hem bugünü anlamlandırmanın hem de yarınları kurtarmanın en doğru yoludur. Türkiye'nin bütün vatandaşlarının barış ve kardeşlik içinde yaşayacağı ülkeyi demokratik bir anayasayla kurabiliriz. İkinci yüzyıla herkesi kapsayan bir anayasayla girebiliriz."

Bahçeli alkışladı

Konuşmayı dinleyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve MHP’lilerin, Bakırhan’ın konuşmasını tamamlamasının ardından alkışlaması dikkat çekti. Bakırhan da yerine geçerken kendisini alkışlayan Bahçeli ve MHP sıralarına doğru bakarak başıyla selam verdi.